Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Bediüzzaman, siyaset ve nur talebeleri

Bedîüzzamãn ve siyãset... Nur talebelerinin, kendi aralarında, yarım asırdır tarştıkları ikili. Aralarındaki derin inşikakların da birinci sıra unsuru:  Bãzen samimiyetle tartışılmış, bãzen emsãller arası riyaset kavgalarının maskesi olarak kullanılmış. Alınan mesafe, bir arpa boyu kadar. Mevzu, her zaviyeden başka türlü arz-ı endãm etmiş. Kimi Üstãd’ın “euzubillahi mineşşeytãni racim”a teşbih, “euzubillâhi mineşşeytãni ve siyãseti” istiãzesine sarılıp, Bedîüzzamãn’ın şeytãndan kaçar gibi, siyãsetten kaçtığını serrişte ile mevziini muhkemleştirmiş; kimi, Demokrat Parti’ye alenî oy verişini diline pelesenk edip dolaşmış Anadolu’yu. Bedîüzzamãn ve siyãset meselesi, zihinler adedince farklılık arzeder hãle gelmiş...

Bu garib tecellinin mes’ul mevkiine Üstãd’ı koyamayız; bu tezãdlar, bu ardı arkası kesilmeyen farklılıklar onun eseri değil; ondan gelmiyor. Kusur bizde, Nur talebeliğini dãvã edinenlerde... Bedîüzzamãn’ın seksen küsür yıllık muhteşem hayatı ve altıbin sahifelik eşsiz külliyatını ihãta güçlüğü yaşıyoruz. Bütünü ihãta edemeyince, fil ta’rîfiyle ãleme rüsva olan körlere benzedik; kendi kendimizi ãleme rezil ettik...

Bedîüzzamãn ve Risãle-i Nur’larda tezãd yok, olamaz. Kırk yıla yaklaşan tedrisatımda tezãd ve kusura tesãdüf edemedim. Var, diyen ortaya buyursun. Ümmetin, bin küsur yıldan beri gelişiyle müjdelendiği bir zãtta tezãd ve kusur aramak, hafif tabiriyle: Cinnet!..

Bu mevzudaki ders ve müktesabatımı hülâsa etmek isterim... Hattâ bu makale, hülâsanın hülâsası olmaya mahkûm... Tafsil için, cild ebadında kitab yazmak iktizã eder; belki bir gün o da olur...

Önce Hazret-i Üstãd’ın siyâset mefhumunu bakış zâviyesi ve tahlilini tesbit etmemiz lâzım. Bahsin bu kısmı, “ãmm”dır, zamanla mukayyed değil. Görelim:

Öncelikle Üstãd’ın siyãsî istiãzesinden başlayalım:

“Bir zaman, bu garazkârãne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyãsîsine muhãlif bir ãlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârãne medhetti. İşte, siyãsetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyãsîyeden çekildim. (1) (1)

Bu vaka’ ve telkin ettiği ders, defalarca kendisine yer bulur külliyatta. Üstãd’ın iki yakın dostu arasında cereyan eden hãdisenin dehşeti, siyãsî istiãzeye me’haz olur. Nirengi nokta: Tarfgirliğin bu dehşetli sırrıdır; şeytãnı, melek; meleği şeytãn görmek... Bilhassa siyãsî arenãda, daha dehşetli ve mebzul bir vaziyet alan tarafgirliğin sebebiyet verdiği bu müthiş hãle düçar olmamanın en emin yolu, siyãsî istiãzede bulunmak ve siyãsetten uzak durmakdır. Üstãd’ın yaptığı gibi...

Tarafgirliğin faydalı tarafını nazara veren bir suale, bahsin devamında Üstãd’ın verdiği cevab nokta-i nazarını tahkim eder:

“İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârãne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârãne tarafgirlik eden bir adama şeytãn gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytãna rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-hãşã-lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.” (2) (2)

Siyãsetten ictinãbın tek sebibi değil bu, buna yakın ehemiyette başka sebebler de var. Siyãseti topuza benzetir, Onaltıncı Mektub’da. Topuz, celbetmez, ürkütür... Halbuki, insanlık, îmãn dãvãsını kaybetme tehlikesinin had safhayı bulduğu bir zaman diliminde yaşamaktadır. O bîçãrelerin îmãnını kurtarmak, bütün dãvãların önüne geçmiştir. Muvafık ve muhalif siyãset cãniblerinde Nur’a muhtac insanları ürkütmemek, hidayetlerine engel teşkil etmemek için de Üstãd, siyãsetten uzak durmaya mecburdur. Ve o ders:

“İşte, o bataklık ise, gafletkârãne ve dalâlet-pîşe olan sefîhãne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyãset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytãn-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ deyip, siyãset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyãset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyãset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârãne telâkkiyatlarından müberrã ve sãfi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ãn ve gösterilen envâr-ı Kur’ãn’iyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir-meğer dinsizliği ve zındıkayı siyãset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytãnlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola!
Elhamdülillâh, siyãsetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyãset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor.” (3)(3)

Şimdi de siyãsetten istiãzenin başka bir sebebiyle daha karşı karşıyayız. Üstãd’a göre, siyãset sahasındaki bir galebe, kâfir derekesindekileri, münafıklık derekesine indireceğinden dolayı da siyãsetten ictinãb gerekir. İşte ãhir zamanın hâkim mümessilinin itarazı imkânsız tesbiti:

“Bu zamanda, ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmãnın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmãnlar kurtulsun. Eğer siyãset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyãset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.” (4)(4)

İstiãzenin hayatî sebeblerinden biriyle mevzuu toparlayalım... Adalet nokta-i nazarından da, siyãsetten ictinãb, mü’min için elzemdir. Zirã zulme kapı açar. Buyurun, Üstãd’ın hava sahifesinde uğultularla yankılanan sesinden dinleyelim:

“Siyãset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan, ‘Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir.’ diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harap etti.”(5)(5)

Altıbin sahifelik külliyatın bütünü, bu kısacık tetebbuatımızı tevsi ve tahkim eder. Hülâsa, “euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ hakîkati Bedîüzzamãn’ın düşünce dünyasının temel sütunlarındandır, reddi kabil değil. Kãbil değil, zirã payandaları muhkem, zemini salâbetlidir.

Üstãd’ın hayatının siyãsetle temas ettiği merhalelere gelince... Eski Said devri, serapa siyãset dünyasıyla iç içedir. Çünkü, siyãsetle islâmiyete hizmet edebileceğini düşündüğü bir devirdir, bu devir. Ne var ki, bu devirde bile, hiçbir zaman siyãsî bir tarafgir tavrı takınmamış, sãdece siyãseti dine ãlet ve dost etmenin yollarını aramakla haşir neşir olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayıp, çok partili devre geçişe kadar olan yirmi beşyıllık ceberrut devri ise, Üstãd’ın siyâsetle hiçbir temasının olmadığı devirdir. Hem siyãset sahnesinin muhalefete sıkı sıkıya kapalı tutulması, hem Üstãd’ın sürgün ve hapishane hayatının yanısıra, Nurların telif zamanı olmasının da tabiî neticesidir bu. Zaman ve şartlar siyãsetle teması hem imkânsız, hem de m’nãsız kılmıştır...

Üstãd’ın siyãsetle temasının son devri, Demokrat Parti devridir. Bedîüzzamãn, bu devirde ãdedinin hilâfına siyãset ãlemiyle temas kurmuş, siyãsîlere ikazlarda bulunmuş ve şãkirdlerine siyãsî tavır telkinlerinde bulunmuştur: Doğru...  Üstãd’ın bu devirdeki tavır ve düşüncesinin tahliline zemin teşkil edecek unsurların kaynağı iki: Birincisi, Emirdağı Lâhikası; diğeri yakınlarının hãtıraları...

Bu iki kaynaktaki temel müşterek, Üstãd’ın Demokrat Parti iktidarını Halk Partisi ile Millet Partisi iktidarına karşı “ehvenüşşer” gördüğüdür. Yersiz bir tartışmaya kapı aralamamak için doğrudan Üstad’dan dinleyelim:

“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.
Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum.”(6)(6)

1959’da talebelerine verdiği son dersteki şu satırlar ile bahsi bir daha tasrih eder:

“Madem siyãsetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; "ehvenüşşer" olarak bakınız. Daha "âzamüşşer"den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.”(7)(7)

Üstãd’ın vefatından sonra, 1980’e kadar Nur talebeleri’nin demokrat  parti uzantılarını desteklemelerine aslî zemini teşkil eden, “Bu vatanda şimdilik dört parti var.”(8)(8)  diye başlayan mektubdaki temel hareket noktası da, “a’zamüşşer” diye tabir ettiği Halk Partisi veya Millet Partisi iktidarına karşılık, “ehvenüşşer” addettiği Demokrat Parti iktidarını muhafaza etmektir.

Bu temasın bir başka sebebi de siyãseti dine ãlet ve dost etmektir:

“Evet, biz dini siyãsete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyãseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyãsete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazifemiz siyãseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun.”(9) (9)

Hülâsa etmek gerekirse: Üstãd’ın Demokrat Parti ile başlayan son siyãsî teması, siyãsî istiãzesinin reddi  veya tezãdı olmadığı gibi, hiçbir zaman bu istiãzenin aslî unsurlarını zedeleyecek ölçülerde de olmamıştır.

Üstãd’ın, dört partinin mevcudiyetinden hareketle siyãset arenasını tahlil edip bir şablona oturttuğu mektubun yorumu, siyãsî arenanın mevcudiyetini aynı unsurlarla koruması sebebiyle 1980’e kadar devam eder. Meş’um 80 darbesi ile bu şablon, fikrî değil, Türk siyãset sahnesindeki şeklî varlığını kaybeder.

Üstãd’ın nokta-i nazarı olan a’zamüşşer ve ehvenüşşer meselesinin 80 sonrasında tahlilinin yapılmayıp, Üstãd’ın, sanki siyãsetle temasının sebebi, bu hayati noktalardan da önce, demokratların demokratlıklarına duyduğu taraftarlık hissi imiş gibi, kılıktan kılığa giren demokrat bakãyalarının kuyruğuna koca bir cãmiayı bağlamakta ısrar etmenin neticeleri elim olmuş; köklü bir cãmia bu hatanın bedeli olarak, kendi içinde eriyerek dağılma tehlikesi ile defaatle karşı karşıya kalmış ve mesaisini ayakta kalma mücadelesi vererek hebã etmiştir.

Nur talebelerinin siyãsî tercihleri, 1980’e kadar, kanaatimce de doğrudur. Doğrudur, zirã a’zmüşşer olan Halk Partisi iktidarına karşılık, Üstãd’ları gibi, ehvenüşşer olan Adalet Partisi’ni desteklemişlerdir. Ne var ki, düşünce ve tercihdeki bu doğruluk, tavırda muhafaza edilememiş;  bir takım ölçsüzlüklerle ifrat noktalarına vardırılmış; Nur cãmiasi,  ãdetã bir partinin gönüllü ve tarafgir bir gayr-i resmi teşkilâtı derekesine düşürülmüştür.

Bu müfritãne tavır, siyãsetin muhalif-muvafık dairelerindeki Nur taliblerinin önünü kesmiş, istiãzenen temel unsurlarından birinin ağır neticeleriyle başbaşa kalmamaza sebeb teşkil etmiştir. Tavrımızdaki ifrat sebebiyle, Nur talebelerini de kendileri gibi, siyãsî vehmeden bu biçareler, Nurlar’a sırt dönmüş, hem kendileri uhrevî kayba uğramış, hem de bizim vebãl kefemizi, sebebiyet verdiğimiz cihetle, ağırlaştırmışlardır.

Evet, bu vatanın evlatları olarak Nur talebeleri de siyãsî tercihlerde bulunacak ve bunun tabiî neticesi olarak reylerini kullanacaklardır. Bunu aşan ve siyãsî aktör hâline gelmelerini netice veren tavırların bedelini yarım asırdır ağır ödedik.  Ağır ödedik, zirã bir taraftan parçalanarak tesãnüdümüzü kaybettik. Öbür taraftan, siyãsetin geniş dairelerindeki insanların kahir ekseriyetine Nur’un kapılarını kapamış olduk, vebãl üstlendik...

Ömrünü bu yola koymuş bir ãciz kul olarak ricã ve tavsiyem, ihlâs ve uhuvvet düsturlarının rehberliğinde Nur’un aslî hizmetine dönüş yapmaktır. İnsanlığın ve ãlem-i İslâm’ın, Nurlar’ın hakîkatlerine ihtiyaçları dünden daha şediddir. Yüz elimiz de olsa Nur’a ancak kâfi gelir; sair faaleyetler bizi, elindeki elması parlak cam parçacıklarına değiştiren serseri durumuna düşürür.

İhtilâfta fayda yok, zirâ ihtilãfımız müsbet değil... Sahabeler arasındaki ihtilãfla teselli aramak, abes... Zirâ onlar için, yaşadıkları ilkdi, tecrübesizdiler... Halbuki bizim arkamızda bindörtyüz yılın tecrübeleri, acıları var; ibret almalıyız...

Dip notlar:
1 - Mektubat, 22. Mektub, 259
2 - Mektubat, 22. Mektub, 259
3 – Mektubat, S. 53
4 - Lemalar, 16. Lem’a, 107
5 -  Emirdağı Lâhikası, S. 333
6 – Emirdağ Lâhikası, S. 422
7 - Emirdağ Lâhikası, S. 458
8 - Emirdağ Lâhikası, S. 387
9 - Emirdağ Lâhikası, S. 264

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.