Bediüzzaman: Sana ne olmuş ki, Müslümanları hayat-ı dünyeviyeye davet edersin?

Bediüzzaman: Sana ne olmuş ki, Müslümanları hayat-ı dünyeviyeye davet edersin?

Ey müvesvis! Bilir misin, misâlin neye benzer?

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin NURUN İLK KAPISI adlı eserinden bölümler.)

Üçüncü ders

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

فَلاَ تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلاَ يَغُرَّنَّكُمْ بِاللهِ الْغَرُورُ 1

Ey gururlu, mağrur gafil! Sana ne olmuş ki, Müslümanları ecanib tarzında hayat-ı dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lû'b ve hevâ içinde bir lehivden başka birşey değildir.

Hem ne oluyorsun ki, keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dairesinden huruca teşvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazı şeairinin terkine sebebiyet veriyorsun? Ve muharremat ve habisat dairesinde duhule teşcî ediyorsun?

Ey müvesvis! Bilir misin, misâlin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki, arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatli yarayı kırmızı gülden fark etmez.

Hem öyle zannettiği halde, mürşid vaziyetini alır, muslih tavrını takınır, müthiş bir vaziyete düşmüş bîçare bir adama ders verir. Bazı müzahrafatı ve aldatıcı hevesatı ve bazı lehviyatı irae etmekle o bîçare adamı baştan çıkarmak ister. Çare-i necat taharrî etmez.

İşte o adam, şöyle bir vaziyettedir: Arkasında, her an ona hücuma müheyyâ bir arslan duruyor. Önünde, bir darağacı dikilmiş onu bekliyor. Sağ tarafında, derin bir yara açılmış. Sol cânibinde, müz'iç bir çıban, cerahat akıttırıyor. Şu vaziyetle beraber, mühim bir sefere sevk ediliyor. Şu adam ise, bu müvesvisin tamamen zıddı olan bir hayırhah zâtın irşadıyla iki ilâcı elde etmiş. Eğer güzelce istimal etse, o iki cerahat, iki adet râyihalı gül olur.

Hem o mübarek zâtın işaretiyle iki tılsım bulmuş, kalb ve lisânına takmış. Eğer güzelce istimal etse, o müthiş arslan, musahhar bir ata döner ve ona biner, bir Kerîm-i Rahîmin ziyafetine gider. O darağacının ipi dahi, seyir ve tenezzühe âlet ve salıncak olur.

Hâlbuki, şeytan, onu sarhoş etmek ister. O müthiş vaziyette iken, şeytan-ı insî o adama der ki: "Bırak bu tılsımları, at bu ilâçları, gel keyf edelim. Beraber oynayalım. Şu lezaiz ve güzel sûretlerden istifade edelim, ömrümüzü hoş geçirelim."

Diğer mübarek zât kendine diyor ki: "Ey çare-i necatı bulmuş musibetzede adam! Şu boşboğaza de ki: İlâçların hıfzı ve tılsımların muhafazası lâzım. Kerîm-i Rahîmin müsaade ettiği daire-i meşrua keyfime kâfi, lezzet-i hayatıma vâfidir. Hem hakikî lezzet ve saadet şu daire haricinde mümkün değildir.

"Hem de ki: Bu ölüm arslanını öldürmek ve firak ve zevali izale etmek ve acz ve fakr yaralarını beşerden kaldırmak çaresini bulmuşsan, yani dünyayı Cennete ve arz-ı fâniyeyi arz-ı bakiyeye tebdil ve acz-ı mutlak-ı beşeriyi bir iktidar-ı mutlakaya tahvil ve nihayetsiz fakr-ı beşeriyi bir gına-yı mutlakaya kalb etmek çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa çare-i necatını bırakıp sana aldanacak, senin gibi bir sarhoş lazım ki, gülmeyi ağlamaktan, bekayı fenadan, derdi dermandan, hevâyı hüdâdan fark ve temyiz etmez olsun. Ben ise, o mübarek zâtın sözünü dinlerim.

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 2 der, tılsım ve ilâçları hıfzederim ve hırz-ı can ederim."

Dipnot-1: "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah ile (yani Allah'ın azâbını unutturup sadece affına güvendirerek) sizi aldatmasın (isyana sürüklemesin.)" Lokman Sûresi, 31:33.
Dipnot-2: "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir (koruyucu sahiptir)." Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.