Bediüzzaman: Meşrutiyet, hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır

Bediüzzaman: Meşrutiyet, hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır

Kahrolayım eğer i'dama esirger isem. Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem.

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ adlı eserinden bölümler.)

Ey ulü-l emr! Bir haysiyetim vardı, onunla milletime (yani: İslâm milletine) hizmet edecektim; kırdınız. Bir şöhret-i kâzibem vardı; onunla avama nasihatımı tesir ettirirdim, maal-memnuniye mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaîfem var. Kahrolayım eğer i'dama esirger isem. Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem. Sureten mahkûmiyetim, vicdanen mahkûmiyetinizi intac edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şandır. Fakat millete zarar ettiniz. Zîrâ nasihatımdaki tesiri kırdınız.

Saniyen: Kendinize zarardır. Zîra hasmınızın elinde bir hüccet-i katıa olurum. Beni mihenk taşına vurdunuz. Acaba fırka-i hâlisa dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsa, kaç tane sağlam çıkacaktır.

Eğer meşrutiyet, bir şubenin istibdadından ibaret ise ve yalnız ona isim ise ve hilaf-ı şeriat hareket ise:

 فَلْيَشْهَدِ الثَّقَلَانِ اَنّ۪ى مُرْتَجِعٌ (Bütün dünya, cin ve ins şahit olsun ki ben mürteciim.)

Zira yalanlarla ittihad yalandır.. Ve ifsadât üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fâsiddir. Müsemma-yı meşrutiyet; "hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.

Maatteessüf bunu kemâl-i telaş ve teessüfle ihtar ediyorum ki: Meselâ bir âlim-i zîtehevvür ki, sıfat-ı ilim kendini fesad ve fenalıktan men'etmiş iken, daima onun sıfat-ı tehevvüründen vücûda gelen (fesad ve fenalığın zikri vaktinde,) onu âlimlikle yâdetmek ve sıfat-ı ilme ilişmek, nasıl ki ilme husumet ve adaveti îma eder.

Kezalik; şeriat-ı mutahharanın ve ittihad-ı Muhammedînin ism-i mukaddesi ki, fırkaların ağraz-ı şahsiye ve hilaf-ı Şeriat ile ektikleri tohum-u fesadı, bir milyon fişenk havaya atıldığı ve umum siyasât ve asayiş efrad elinde kaldığı ve ortalık anarşist gibi olduğu halde, o müdhiş fırtına mu'cize-i şeriatla kansız, hafif geçtiği halde, o mübarek namlar, o müdhiş fesadı binden bir dereceye indirmekle beraber; daima o ismi sahib-i ağraza siper göstermek, pek büyük ve hatarlı bir noktaya, belki ukde-i hayatiyeye ilişmektir ki; dehşetinden her bir vicdan-ı selim titriyor ve dağdar-ı teessüf oluyor.

Süreyya'yı süpürge yapmağa ve üfürmekle Şems'i söndürmeğe ihtimal veren; belâhetini ilân eder. Meselâ: Ağrı Dağı ile Sübhan Dağı, ikisini tartacak dehşetli bir mizan ile müvazenelerini, cevv-i semada Zühal'de duran bir melaike de o mizanin ucunu tutsa, Ağrı Dağı üzerine bir dirhem ilâve olunsa; Sübhan Dağı âsumana, Ağrı Dağı zemine geldiğini görenlerden kasır-ün nazar olan, kıymet ve sıkletini, tamamen o dirhemden bilecektir. İşte haysiyet-i askeriye ve hamiyeti İslâmiye ve Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) o cesim dağlara benzer. Esbab-ı hariciye bir dirhem kıymetindedir. Bu kıymetsiz esbabı esas tutmak, insaniyetin ve İslâmiyetin kıymetini bilmemek ve tenzil etmektir.