Bediüzzaman: Bu nev’i nazar ve tetkik, imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder

Bediüzzaman: Bu nev’i nazar ve tetkik, imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder

Tetkik iki çeşittir: Biri gittikçe nûrun alâ nur tenevvür eder; diğeri gittikçe şübehâtın zulümatına düşer

Risale Haber-Haber Merkezi

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Rumûz adlı eserinden bölümler.)

İkinci sual—ki cevabı, yarısı beyaz, yarısı siyahtır—Dedi ki: “Burhanınıza şekk-i itiraz geldikçe imanınız sarsılmaz mı? Bu ma’reke-i evham olan istidlâliyatla taharrî zarar vermez mi?”

Elcevap: Eğer neticeyi burhan ile bağlı, onunla ikame ve ispat sûretiyle olsa ve tahakkuk-u hakaike ayar tutmakla adem-i delilden adem-i medlûlü tevehhüm etse zarar olur. Hâlbuki iman incecik bir burhana yüklenmez. Belki öyle bir hadse bina ve istinad eder ki, o hads öyle menâbiden kuvvet ve öyle meâdinden ışık alır ki, söndürülmesi, kâinatın söndürülmesidir.

Birinci menba: En azîm icmâ sırrını ve en vâsi tevatürün mânâsını tazammun eden milyonlar ehl-i hakikatin ittifakıdır.

Sırr-ı icmâ ve sırr-ı tevatür noktasından tecellî eden bir hads-i mukni ile o netice zihinde karar kılmıştır. Zira her bir muhakkikin bir burhanı var. Ve o burhanın mahiyeti teşhis edilmese de, vücudu kat’iyen mâlumdur.

Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki, milyarlar huyut-u berahinden teşekkül etmiş şu habl-i metini kesebilsin? Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin her biri bir burhan veya berâhin ile hakikat olarak görmüşler. Demek, onların bütün burhanları sarsılmaz bir burhandır. Çünkü o burhanları tanımasa da, vücutlarını bilir. Hadsin zengin bir menbaıdır.

İkinci menba: Kâinatın bütün şehâdâtıdır.

Üçüncü menba: Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menbalar vardır. İşte bu hads, bütün menâbii söndürülmezse sönmez. Şüphe bir delili, yüz delili atsa da, medlûle iras-ı zarar edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kaim değildir.

Zihnin cüz’iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla ispatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berâhînin vazifesi menfîdir. Matlabı tavzih eder, tasfiye eder. Bazan da takviye eder.

Tetkik iki çeşittir: Biri gittikçe nûrun alâ nur tenevvür eder; diğeri gittikçe şübehâtın zulümatına düşer. Meselâ, bir tatlı suyun menbaı var. O menbadan binlerce cedâvil ve cetvellerden şûbeler teferrû ederek çok yerlerde dolaşıp, bazı eczâ-i âharle bulaşmış. İşte bir adam menbaı gördü, tattı, hakkalyakînle tatlılığını anlamış. Teşaubâtın ittisâlini derk etmiş. Sonra hangi cetvele, yahut herhangi fer’e rastgelse, ednâ bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir–tâ aksi kat’î bir delille tebeyyün edinceye kadar. O vakit “Başka madde karışmış” der. Bu nev’i nazar ve tetkik, imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder.

İkinci nazar: Menbadan aşağı inmeye bedel, aşağıda gezer. Bu ise hangi fer’e rastgelse, acılığına bir emare görse, şüpheye düşer, tatlılık için delil-i kat’î arzu eder. Heyhât! Her yerde burhan ele gelmez. Böyle incecik bir fer’e cesîm bir neticeyi bindirmek ister. Git gide şüphe, emniyetsizlik tezayüd eder. Hem de akl-ı nazar penceresiyle eşyaya bakar. Hâlbuki mahall-i iman olan kalb, hads ve ilham gibi isimlerle tâbir edilen bir hiss-i sâdise-i bâtıniye ile hakaike bakar ki, enbiyada vahiy o hisse göredir.

Nazar-ı aklî kendi desatiriyle çok fakirdir ve dardır. Pek çok hakaike karşı kasır olur. Kavrayamadığından, “Hakikat değil” der, reddeder.

Said Nursi