Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Atila Doğan'ın 'Bir Müslüman Evrim ve Sosyal Darwinizm'e Nasıl Bakmalı?' kitabı üzerine-4

Üstad Said Nursi, bu asır fikriyatının fen bilimlerini inkârına alet edeceğini Ahmet Mithat'tan daha önce görmüş, devlet ricalini de ikaz etmiş, hatta bu düzenbazlığa karşı onlara çareler de göstermişti. Çare, onun üniversite adı olarak Medresetüzzehra dediği, muhteva olarak da fen ilimleri ile din ilimlerinin beraber okutulmasıydı. Bir yönüyle din dersinde Allah'ı öğrenen bir öğrenci biyoloji, fizik gibi derslerin de anlattıkları ile aynı hakikati dillendirdiğini görmeliydi. Zira din ve fen ilimlerinin birbirinin düşmanı değil tamamlayıcısı olduğunu çok veciz "Feya lil'aceb! Köle efendisine, hizmetkâr reisine, veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir?" cümlesi ile anlatıyordu. Din ile de alakasız bir yazar, yıllar sonra "Said Nursi, dinsizlerin ağzındaki fen bilimleri emziğini ellerinden almıştır" tespitini yapacaktı.

Sosyal darwinizm mukallitleri bilim, edebiyat hem de medrese çevrelerini öyle bir baskılamışlar ki İzmir'de bir medresede talebelerin zorlu soruları karşısında hoca, sınıftan ağlayarak çıkmak zorunda bile kalmıştı. 

Bunların tabiat deyip durdukları, her şeyin icadını ona isnad ettikleri şey, Said Nursi'nin 1923'te telif ettiği ve Tabiat Risalesi'nde kör, sağır, hudutsuz sel gibi akan şeklinde vasıflarını saydığı ilimsiz, şuursuz, hem de bin defa daha kör, her şeyin temelini teşkil eden toprak, hava, su, elementler ve bunların özelliklerinden başka bir şey değildi. Yani siz bir heykeli, heykelin yapıldığı maddeye; bir sanat eserini mesela muhteşem bir camiyi onu teşkil eden taşlara ya da caminin projesini planını göstereren yapılma çizgilerine isnat edip "bu cansız unsurlar her şeyi yerli yerinde yapandır" diyebilir misiniz? İşte maddeyle meşguliyetten dolayı darlaşan akıllar göze inince, maalesef bu anlayışı sonra da sonu buna çıkan iddiayı dillendirebiliyor. Yani her şeyin delil olduğu bir ilâhı kabulde zorlanıyor, fakat bir zerrenin (atomun) görev aldığı yapıda istenen şekli, sıfatı alabilmesi için bütün emsallerini, kâinatı bilmesi, tanıması gerektiğini unutup 'zerrenin hareketidir, uzun zamandaki aldığı vaziyetttir' cümleleri ile bir otumu âdeta ilah kabul ettiğini anlayamıyordu.

Batı hayranlığı ve Avrupa'da çıkan bu inkar ve dini hiçe sayan anlayış, maalesef Osmanlı aydınlarının bir kısmını esir alıyor. "Bilime, akla, gözleme önem vermeliyiz" diyorlar fakat gözlemi mümkün olmayan, çoğu şeyi varsayıma dayanan evrim teorisini mutlak doğru gibi kabullenip tartışmaya bile yanaşmıyorlar. Akla, mantığa uymayan, sadece bir teori niteliğindeki tahminleri esas kabul edip insanlık simasında parlayan vahiy ile doğrulanan binlerce peygamberi ve çoğu keşfe ve şuhuda (bizzat görmeye) dayalı alanında uzman binlerce yıldız keyfiyetindeki asfiya ve evliyayı bir çırpıda yok sayabiliyorlardı. Bu da işin ayrı bir garabeti.

Batı dünyasının filozof takımı, putperestliğe dönmüş Hıristiyanlığa tepki için bu tip zorlama yorumlara kayabilirler. Fakat İslam'ın taptaze ikliminin içinden çıkıp "derya içinde deryayı bilmezler" noktasında olmak, herhalde bizim aydınımıza mahsus bir nasipsizlik olsa gerek. Atilla Doğan hocamız, o dönem Osmanlı aydınlarının düştükleri hem fikir sefaletini hem de aralarındaki görüş ayrılıklarını da özetle veriyor kitabında. 

Bunlardan Cenap Şahabettin şu gördüğümüz muntazam işleyişe, doğa kanunu ismini takıp evrimci bakışla yanlış yorumluyor ve menfaatin esas olduğu kanaatine varıyor. Hakkı Behiç buna benzer yorumlarda bulunuyor. Asaf Nefi ise, hayatı cansızından  canlısına bir mücadele alanı olarak görüyor ve bu geniş yardımlaşmayı anlayamayıp Darwin durağına demir atıyor. Tanınmış şair ve filozof Rıza Tevfik de onlardan geri kalmıyor. Servet-i Fünunun zayıf yazarlarından Ahmet Şuayp ise, bula bula "insan ahlakî bir hayvandır" tanımlaması ile nefsini kandırıyor. 

Kısaca, devrimciliği materyalist anlayışla birleştiren bu aydınlarımız, onu bir reçete olarak topluma sunuyorlar. Fakat hayatı bir yardımlaşma değil de mücadele alanı gören ve güçlü olanın ayakta kalıp varlığını sürdürebileceği esasına bağlı olan bu anlayışla toplumsal bütünlüğü nasıl sağlayacaklarını da bir türlü izah edemiyorlar. Atilla Bey, büyük bir isabetle bunu açık ediyor ve haklı olarak bunun izâhını soruyor.

Dört yazı boyunca hem kitabı hem de bir önceki yüzyılın özellikle Batı kaynaklı fikirlerini inanç temeline incelemeye çalıştık. Kitaptaki en büyük eksiklik, fotoğrafı çekilen bu inkârcı fikir ve kişilere verilecek cevaplara içinde yeterince yer vermemesi. Bu kitabı okuyacak kişi, "tamam da bu fikir ve kişilere müslümanca nasıl bakmalıyız peki?" dediğinde verilecek cevabımız da olmalıydı. Ara sıra açmazlara, sonuç bölümünde de yanlışlara işaret edilmiş, aymazlıklar ortaya konulmuş ama özellikle Nur külliyatı temelinde var olan cevapların da kaydedilmesi gerekirdi. Bu cevaplar, büyük bir hacime sebep olacağından bir seri ve küçük boy olarak düşünülen yayınlarda bu cevaplara yer verilmemiş olabilir diye düşünüyorum. Ama o zaman da kitabın ismi böyle bir iddia taşımamalıydı. Hem bu kitap hem de serideki diğerleri biraz akademik seviyede kalmış bana göre. Yani ısmarlama olmuş gibi bir intiba uyandı bende. Belki de konu ve makam ancak bunu kaldırıyordu, bilemiyorum. 

Atilla Doğan Hocamızın "Bir Müslüman Evrim ve Sosyal Darwinizm'e Nasıl Bakmalı?" adlı yüz kırk sayfalık kitabının bir de bence en önemli ve ismine de tam uygun sonuç ve değerlendirme bölümü var. Biz de bu son yazımızı bence çok önemli olan bu bölümün özeti ve bizim küçük yorumlarımız ile bitirelim. 

Batı'nın Haçlı Seferleri ile İslam dünyası ile tanışması sonucu uyanması ile tahrif edilmiş incile ve ruhban sınıfına olan inancı sarsılmıştı. Aydınlanma adı verilen bu yeni dönem "aklını kullanmaya cesaret et" sloganını kullanarak, bir sürü değişme öncülük etmiş; fakat ırkçılık temelinde Avrupa'yı saran savaşların önüne geçememişti. Fakat tek doğru, pozitif fen ilimleridir düşüncesini yerleştirmiş, bu ilimlerin işaret edip apaçık gösterdiği Allah inancı da başta Darwin teorisi çeşitli düşüncelerle boğulmuştu. Mutlak güç kilise yerine artık İnsanın kendisi ve menfaatidir. Bu da iki dünya savaşını doğurmuş, yüz elli yılda iki yüz milyon insanın ölümünü netice vermişti. Aslında bugünkü Orta Doğu kaynaklı çözümsüzlüklerin altında bu ırkçı anlayış yatmaktadır. Maddî medeniyet hedefsiz ve maneviyatsız insanı, merhametsiz ve menfaatperest yapmakta bu tip insanlar da emperyal devletlerin doğmasına sebep olmaktaydı. Atilla Doğan, sonuç değerlendirmesinde çok haklı olarak "Bir Müslüman Evrim Teorisini değerlendirirken yukarıdaki ifade ettiğimiz tarihî süreçleri de göz önünde bulundurmalıdır." tespitinde bulunuyor. Yani bu teori bir büyük projenin belki de biyoloji ayağıdır ve hiçbir zaman da doğrulanmamıştır. Çünkü tamamına yakını gözlem ve deney imkânı olmayan iskelet tahmini üzerine kuruludur.

kitap-005.jpgSon iki yüzyılda yalancı cennet vaadiyle kitleleri peşinden sürükleyen kapitalizm de bu düşüncenin ürünüdür. Yokluk, hiçlik, haz, günübirlik yaşamak, merhamet ve şefkatten kopuk bir hayat ve her an dar ağacı bekleyerek ömür süren bir insanın önündeki sofradan lezzet almasını beklemenin adıdır bu düşünceler. Haliyle insanlığa saf ve kedersiz bir sevinç de yaşatamamış, sadece insanlığı bulduğu yeni ve insanı hiçbir yerden alıp hiçbir yere de götüremeyen düşünce ve oyuncaklarla uyutmuş ve buna da devam etmektedir.

Atilla Doğan, yine çok haklı tespitlerine devam ediyor. Bugün milyonları bulan canlı türünün bir türden dönüşüm ve mücadele sonucu ortaya çıktığını iddia etmenin bilimle, akılla, tecrübeyle uyuşur bir tarafı olmadığı açık. Peki niçin sahip çıktı kapitalist düzen bu fikre? Çünkü kurmak istediği düzen, ancak seküler (dinden uzak) bir tarih ile mümkündü. İşte biyoloji bunun bilimsel ayağı olmalıydı. Bence kitabın sonuç bölümündeki bu cümle, kitabın ismindeki mesaja daha uygun düşmektedir ve tam isabettir.

Bütün bilimler birbiriyle ile tanışıyor gibi bir eko denge üzerinde işleyen kâinattaki düzeni çözmeye, anlamaya, anlamlandırmaya çalışmaktadır. Kaos,tesadüf ve bilinmezlik olsaydı, zaten bilimler olmayacak ya da bunu tespit edecekti. Öyleyse akla da bilime de en uygun, şu sonsuz dediğimiz âlemin yine sonsuz bir ilim, irade ve kudret sahibinin eseri olduğunun teslimi ve itirafıdır. Bilime de yakışan budur. İnsanlık kendini ve kâinatı çözdükçe de buna yanaşacaktır. Binlerce yıllık çalışmanın birikimi, insanı görmezden gelerek bir yere varamaz. Kâinat ve onun değerli misafiri insanın anlamlandırılması gayesi, basit ideolojik oyunlara feda edilemez.

Evet dostlar, dört yazı boyunca, değerli ve gayretli kardeşim Atilla Doğan Hocamızın bu küçük hacimli kitabını değerlendirmeye çalıştık. Yakından tanıdığımız sayın hocamız özellikle gençlere ulaşmak isteyen bağrıyanıklardan. Bu yazı ve yaklaşımlarımız, kitabın yeni baskılarına yardımcı olursa mutlu oluruz. Kendisine başarılar diliyorum.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum