‘Allah şifasını vermediği hiç bir hastalık yaratmamıştır’ Hadisini nasıl anlamalıyız?

‘Allah şifasını vermediği hiç bir hastalık yaratmamıştır’ Hadisini nasıl anlamalıyız?

Günümüzde şifası olmayan hastalıklar da mevcut. Bu Hadisi nasıl anlamalıyız?

Ebu'd Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah Teâlâ Hazretleri hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç varetmiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın." [Ebu Dâvud, Tıbb 11, (3874).]

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), her hastalık için meşru ve helal olan bir ilacın da mevcudiyetine parmak basmaktadır. Hiçbir hastalık için "Bunun dermanı yoktur." deyip kesip atmamalıdır. İnsanlığın henüz bazı hastalıklara tedavi metodu geliştirememiş, ilaç bulamamış olması mümkündür. Ama, İslamî inanca göre, bu değişmez bir kader değildir. Tedavi aramaya devam etmek esastır, mutlaka her hastalığa bir ilaç bulunabilecektir.

Şu halde günümüzde ortaya çıkan AİDS, KORONA VİRÜS gibi hastalıklar hakkında bazı çevrelerde "İlacı olmayacaktır!" gibi sözler sarfedilmesi cehaletin eseridir. Cenab-ı Hakk'ın şifa hazinesinde onun da ilacı olacağını, Resulünün (asm) yukarıda kaydedilen ve benzeri nice beyanatlarına istinaden kesin bir üslubla söyleyebiliriz.

Ebu Hüreyre'nin Buhârî'de gelen bir rivayetinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır:

"Şâfi-i Kerim Allah Teâla Hazretleri, her ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir." [Ebu Dâvud ve Tirmizî'de şu ziyade var: "Tek bir hastalığın ilacı yoktur." dedi. Kendisine: "O hangi hastalıktır?" diye soruldu da: "İhtiyarlık!" cevabını verdi." [Buhârî, Tıbb 1, Ebu Dâvud, Tıbb 1, (3855); Tirmizî, Tıbb 2, (2039); İbnu Mâce, Tıbb 1, (3436).]

***

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Her hastalığın bir devası vardır. Hastalığın ilacına rastlanırsa Allah Teâlâ'nın izniyle hastalıktan şifa bulur."

AÇIKLAMA:

1. Buhârî'de de gelmiş olan önceki hadis, her hastalık için mutlaka bir tedavi, bir ilaç olduğu hususunda insanları, inananları ikna etmeye yönelmiştir. Hadisin muhtelif vecihleri var:

"Ey insanlar tedavi olun! Allah nerde (veya ne zaman) hastalık yaratmışsa tedavi de yaratmıştır öyleyse tedavi arayın."

"Ey Allah'ın kulları tedavi arayın. Zira Allah Teâlâ Hazretleri bir tanesi haric tedavisiz hastalık yaratmamıştır: İhtiyarlık -bir rivayette ölüm.-"

Ebu Hüzâme'nin babasından yaptığı bir rivayette denir ki: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, tedavi için rukye yaptırıp ilaç almamıza ne dersiniz, bununla Allah' ın kaderinden bir şey geri çevrilir mi?" Bana: "Bunlar da Allah'ın kaderindendir." buyurdular."

Hz. Câbir hadisi dikkat çekicidir: Ona göre tedavi sadece ilacın isabetine bağlı değil, Allah'ın iznine de bağlıdır. Şu halde mü'min, elinden geldikçe tedavi yollarını arayacak, ancak bilecek ki, şifa Allah'ın iznine bağlıdır. Öyleyse şifaya kavuşan mü'min, bunu ilaçtan değil, Allah'tan bilip hamdini ziyadeleştirecektir.

Bu husus hatıra şunu da getirmektedir: İlacın her ne kadar, şifa vermesi esas ise de onu kullananın mizacı, ilacın miktarı, kullanılış tarzı, hastadan hastaya farklı neticeler hasıl edebilir. Bazan hakiki şifa verirken bazan kısmî şifa verir, bazan da hastalığı artırır, hatta yan etkiyle bir başka rahatsızlığı tahrik edebilir. Bu durumu bilen mü'min, "Allah'ın şifabahş izni"ni istihsal için ilaç alırken de Rabbine ilticadan geri durmayacaktır. Hadislerin maksadı arasında mü' mine bu prensibi de vermek olduğu gözükmektedir.

2. Bu hadisler ilaçların tesirine inanmayı takrir etmektedir. Öte yandan, mü'minin her şeyi Allah'tan bilip tevekkül etmesi de bir başka imânî edebtir ve bu iki prensip arasında bir teâruz ortaya çıkmaktadır. Bu hususta şârihler şu açıklamayı kaydeder: "Bu hadislerin hepsi, tedavide sebeplerin yerini tesbit etmektedir, bu doğrudur. Ancak yine hadis gereği, te'sirin, ilacın zâtı icabı değil, Allah'ın onda takdir ettiği hâsiyetler ve Allah'ın izni sebebiyle hâsıl olacağına, Allah'ın dilemesi ve takdiriyle ilacın hastalık dâhi hâsıl edebileceğine itikad eden kimse için Allah'a tevekküle mani bir durum ortaya çıkarmaz." derler. Ayrıca bunu yemek ve içmek suretiyle açlık ve susuzluğun defedilmesiyle insanı helâke götürecek başka şeylerden kaçınılması durumlarıyla da kıyas edip, "onlar tevekküle mani olmadığı gibi bu da değildir" derler.

3. Bazı rivayetler "ihtiyarlık" ve "ölüm" hastalığı dışında her hastalığın şifası olduğunu ifade eder. Bu durum her hastalığın mutlaka bir şifası olduğunu vurgulayıp tabiî geleni araştırmaya teşvikkar olmakta, devasız sanılan derde düşenlere de bir ümid, bir teselli kaynağı sunmaktadır. Hadiste, "ihtiyarlık" ve "ölüm'ün de bir nevi hastalık sonucu hâsıl olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu irşâd-ı nebevî, ihtiyarlığı ortaya çıkaran hadiseyi daha yakından tahlil edip daha ilmî izahlar yapmaya imkân olduğu kanaatini vermektedir.

Bediüzzaman'ın aşağıda kaydedeceğimiz bir notu da, mü'min doktorlara, orijinal neticeler vaadeden ciddi araştırmalara kapı aralamakta, teşvik unsuru olmaktadır:

"Şu âlemde cism-i zîhayatın inkıraza ve mevte mahkumiyeti ise, vâridat ve mesârifin muvanesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar ziyadeleşir, muvazene kaybolur, o da ölür. Âlem-i ebediyette ise, zerrât-ı cisim sâbit kalıp terkîb ve tahlile maruz değil veyahud muvazene sabit kalır, varidat ile masarif muvazenettedir. Devr-i daimî gibi cism-i zîhayat telezzüzât için, hayat-ı cismaniye tezgahının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir." (Sözler, Yirmi Sekizinci Söz)

Merhum, bu bahse, cennetteki ölümsüzlüğü ve gençliğin bekasını açıklama sadedinde girer...

Sorularla İslamiyet

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum