Alışkanlık haline gelmiş bir günahtan nasıl kurtulunur?

Alışkanlık haline gelmiş bir günahtan nasıl kurtulunur?

Bırakılmayacak günah yoktur. İlim, zaman, mekan ve çevre ile her günah bırakılabilir.

Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için anlamak zordur. Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Fakat bu durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu göstermemiz gerekir.

Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz? Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır. Bunu anlamanın da bir yolu olmalı.

İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerimede Allah’ımız bildiriyor.

“Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, ta ki Allah da sizi sevsin.”(Al-i İmran, 3/31)

Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz. Peygamber Efendimize (asm) uyarak İslamı yaşamaktır. Biz Peygamberimize (asm) uyarak hayatımızı yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl anlaşılır? Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur. Onlar bize demeseler bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır. Tam tersi olsa dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum deseniz kime inandırabilirsiniz.

Demek ki Allah, Peygamberimizi (asm) bir model olarak yaratmış ve en güzel örnekleri onda göstermiş. Bize de, eğer beni seviyorsanız, size peygamber olarak gönderdiğim Hz. Muhammed’e uyunuz. O takdirde anlayın ki ben de sizi seviyorum, diyor.

Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi, bizim ne kadar Hz. Muhammed’e benzediğimizdir. Ona göre sonuca varabiliriz.

Size, bize ve tüm insanlara yol haritası Kur’an ve sünnettir. Bundan başkasını size tavsiye edemeyiz. Yani Kur’an'ı ve sünneti, yani Rasulullahı (a.s.m) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır. Yani imanın ve Kur’an'ın anlattığı ve bahsettiği Kur'anî ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla onlardan istifade edebilseniz, sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize faydalı olacaktır.

Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir.

Bu konuda size bazı tavsiyelerimiz olabilir:

1. Çevrenizde güven ve itimat duyduğunuz bazı kimselerle istişare ederek, İslamî çizgiyi koruyan ve sorularınıza cevap verebilecek cemaat mensuplarıyla görüşmenizi;

2. Kitapları seçerek okumanızı;

3. Bizim tavsiye edeceğimiz şu kitapları okumanızı öneririz:

Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir? 

Risale-i Nur Külliyatı'nda, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor.” mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir.

“Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek.” (Sözler)

Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.

İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.

Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan âletleri.

Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım.

İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı yükseltirken, diğerleri alçaltır.

İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.

Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.

Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut, bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı, ikincisi yüceler yücesidir.

Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Risale-i Nur Külliyatı'nda, “Küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin-kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim, mütevazı-mağrur gibi.

Bu misâle göre:

•Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
•Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”
•Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”

Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyurur. O halde insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn” şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i safilîne” lâyık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.

Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba düşüyor.

Sorularla İslamiyet

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum