Kastamonu Lahika düsturları–42 Elmas hükmünde olan Risale-i Nur’dan kırık cam parçaları istememek

Kur’an-ı Hakîm’in mucizevî bir lem’ası olan Risale-i Nur’un hizmetinde bulunanların Kur’an hakikatlerinin neşrine çalışırken Allah’ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri yoktur. Dünyaya ve içindekilere sadece Kur’an hizmetinin selameti cihetinden bakıp asıl hayat olan ahiret hayatını esas tutarlar. Elmas kıymetinde olan Risale-i Nur’u kırık cam parçaları hükmünde olan dünyaya âlet etmezler.

Bediüzzaman Risale-i Nur’un dünya hayatı için bir basamak ve alet olamayacağına mükerreren vurgu yapar. Buna rağmen Risale-i Nur’un mânevi kuvvetini fark eden bazı zâtlar ondaki bu kuvveti dünyevî işlerinin selameti ve dünyaya ait maksatlarının husulü için kullanmak istemişlerdir ve istemektedirler.

Kastamonu Lahikasının 84. Mektubunda Bediüzzaman kendisini ziyarete gelen bazı zâtlardan bahseder. Şöyle ki: “Bugünlerde benim yanıma müteaddit ayrı ayrı zâtlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesat ve muvaffakiyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakiyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım. ‘Ben, bunlara ne edeyim ve ne diyeyim?’ diye tahattur ettim.

Birden ihtar edildi: ‘Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünkü yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar birtek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına mâruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp, ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır.’ Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nispeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nispeten yılanların ısırmasıdır.”

Hâfız Ali Ağabey Üstada yazdığı mektubunda bu parça için der ki:

“Gaflet saikasıyla veya gözsüz, el yardımıyla, bazıların elmas yerine cam parçası aldığı gibi, saadet-i ebediye dükkânı olan Risaletü'n-Nur'dan saadet-i dünyeviye aramaya gelenleri ikaz ve irşad fıkralarınız, gece-gündüz yol gözleyen umum Risaletü'n-Nur şakirtlerini mesrur eyledi.” [i]

Hafız Ali Ağabey’in bu cümlesinde bahsettiği iki mesele var. Birincisi; elmas yerine cam almak yani; ahiret yerine dünyayı tercih etmek. İkincisi ise elmas kıymetinde olan Risale-i Nur’dan kırık cam parçaları olan dünyayı ve dünyalığı istemek.

Camı elmasa tercih etmek ile ilgili lahikalarda pek çok mektuplar vardır. Bu asırda ahireti bildiği halde ve elmas hükmünde olduğunun idrakinde olmasına rağmen dünyayı ahirete tercih etmek en dehşetli bir hastalık haline gelmiş. Bizim bu yazıda işlediğimiz düstur ise camı elmasa tercih etmek değil, elmasdan camı istemektir. Yani; elmas kıymetinde olan hakikatleri ve bu hakikatlerin mecmuası olan Risale-i Nur’u dünyevî maksatlara alet etmek, onunla dünyaya ait hedeflerine gitmeye çalışmak.

Said Nursî hiçbir zaman Risale-i Nur’u dünyevî hiçbir şeye alet etmemiş ve Risalelerin umumun malı olduğunu, hiçbir zümrenin tek elinde bulunmaması gereğini vurgulamıştır. Hatta Risale-i Nur’un hizmeti için faydalı görünen yardımları reddetmiş, onların Risale-i Nur’u kendi maksatlarına alet etmelerine set çekmiştir. Bu husustaki bir sual ve cevabına bakalım:

“Hem maddî, hem mânevî, hem nefsim, hem benimle, temas edenler gayet ehemmiyetli benden suâl ediyorlar ki: "Neden herkese muhalif olarak, hiç kimsenin yapmadığı gibi, sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun, istiğna gösteriyorsun? …

Elcevap: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez; ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin. İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor—tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye âlet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikatı, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.” [ii]

Hakikatleri dünyaya alet etmenin bir sureti de ahirete ait hasenâtını dünyevî heveslerine, enaniyetine alet etmektir. Bediüzzaman böyle yapan birini ders aldığı Amme Cüzü’nü bir şekerlemeye satan havâi bir çocuğa benzetir.

Îman hakikatlerinin siyasete alet edilmemesi noktasında Bediüzzaman çok nettir:

“Biz Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur'ân bizi siyasetten şiddetle men etmiş. Evet, Risale-i Nur'un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı imanî olan hakikatlerle gayet kat'î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli burhanlarla Kur'ân'a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur'u hiçbir şeye âlet edemeyiz.[iii]

Risale-i Nur’un hizmetinde bulunanlar maddi manevi şifa ve rızıkta bereket gibi dünyaya ait neticeleri hayatlarında görürler fakat bunları kast ederek hizmet etmezler, bu neticeler Allah’ın fazlındandır derler.

Bediüzzaman, manevî hizmetlerinin neticelerini göremediğinden şekva eden bir zâta mektubunda bunları yazmıştır:

Bu dünya darü'l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A'mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. Amel-i salihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet, meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder." [iv]

Ahiret ve ahirete ait işler elmas hükmünde ve dünya ile içindekiler cam parçaları hükmünde iken ahirete müteallik hizmetleri dünyaya âlet etmeye çalışmak, kudsî iman hizmetlerini dünyasının imarına kullanmak iman hakikatlerinin kıymetini halklar nazarında tenkis edeceğinden büyük bir hamakattir.

[i] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.261 (erisale)

[ii] Emirdağ Lahikası 1, s.106

[iii] Tarihçe-i Hayat s.691

[iv] Kastamonu Lahikası s.169

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum