28 Şubat’ta beni ateist müfettiş savundu

28 Şubat’ta beni ateist müfettiş savundu

28 Şubat Süreci mağduru bir hanım öğretmen “Sultan Kara” yaşadıklarını RisaleHaber’e anlattı…

Röportaj: Dursun Sivri – RisaleHaber

 

(Röportajın Birinci bölümü için TIKLAYINIZ)

 

Müfettişler müşterek mi geliyorlardı, peş peşe mi?

 

Beraber geliyorlar. Yedisi aynı anda geliyor, sınıfa dağılıyorlar. Çocukların çantalarını boşaltıyorlar. Doküman arıyorlar. O dönemde de Hizbullah davası var ya... Gonca Kuriş’in öldürüldüğü dönem. Benim Hizbullah ile bağlantım araştırılıyor. Nedeni de; niye bir kişi gazeteciliği bırakır, öğretmenlik gibi stabilize bir mesleğe geçer. Soruşturmalar da geliyor, hazır bir şekilde. O kadar güzel de hazırlanmış ki, kim hazırladıysa. Nur suresi 31. ayet, Azhab suresi 59. ayet. Tesettürle ilgili ne kadar ayet varsa hepsini yazıyorlar. İnancım gereği örtünüyorum, şu ayetlerde geçiyor, falan da falan, falan.

 

Sizin de imzalamanızı istiyorlar mı?

 

Evet. Ben “Asla imzalamam” dedim.  “Ne münasebet. Siz bunlardan dolayı örtünmüyor musunuz?” “Hayır”  yazıyorum; bu yıl Paris modası şu, Versace’de şu. Başörtüsünde moda da şu modayı daha güzel buluyorum, kendime daha çok yakıştırıyorum, bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne. ‘Bu benim hazır savunmam, alın’ dedim.

 

“Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Diye, bir de bundan soruşturma açtılar. Bizim soruşturmalarımız yedi müfettişle devam etti.

 

Bir gün müfettişin biri bir anda sınıfa girdi.

“Kapının orada bekleyin, çocuklara müdahale etmeyin” dedi ve çocuklara Atatürk ile ilgili sorular sormaya başladı. Sordukları soruları çocuklar bildikleriyle cevapladılar. Çocuklara, Atatürk nerede yatıyor, diye sordu. Hepsi Ankara’da yaşıyor, Anıtkabir’i bilirler diye hiç söylememişim. Tık yok çocuklarda. Hiç kimse parmak kaldıramıyor, kimse bilmiyor çünkü.

 

“ATATÜRK MEZARDA” DİYEN ÖĞRENCİM YÜZÜNDEN SORUŞTURMA AÇILDI

 

Suçüstü mü sayıldı?

 

Evet… Nasıl kızıyor, bağırıyor. Emine isminde bir çocuk da Yozgat’ın bir köyünden yeni geldi. İlk bizde başladı ama çocuk konuşmayı bilmiyor doğru düzgün. Çocuk parmak kaldırıyor ama gözü de bende. Benim yüz hatlarımdan üzüldüğümü anladı. Ben üzülmeyeyim diye parmak kaldırıyor. Müfettiş ‘söyle’ dedi. ‘Atatürk öldü ya, mezarda yatıyor’ dedi. Ağabey, müfettiş bu çocuğa nasıl kızdı, dayanamadım artık. ‘Bu çocuk altı yaşında ve mantık yürütüyor. Atatürk’ün şu an yaşamadığını biliyor. Ve siz nerede yatıyor diyorsunuz. Eğer anıt mezarı nerede derseniz belki çocuk başka bir şey söyleyecek. Nerde yatıyor, diyorsunuz. Evinde yatmıyor, hastanede yatmıyor. Çocuk mantık yürüttü ve mezarda yatıyor dedi’ dedim. Ben bir soruşturma da ondan yedim mi?

 

Atatürk Mezarda yatmıyor. Ölmedi demeye getiriyorlar yani?

 

Mezarda yatmıyor. Nasıl bu kadar basitleştirebilirsiniz? İkiz çocuk vardı bende. Birine bakamamışlar babaanneye vermişler ve çok küçük, tahtaya boyu yetişmiyor. Ben o çocuğa tahtada bir şey yaptırmak istediğim zaman kucağıma almak durumundayım. Başka türlü olmuyor, çocuğun boyu yetişmiyor çünkü. O çocuk benim kucağımdaydı, yazdı. Müfettiş de baskın yaptı benim sınıfa o ara. Hem çok güzel yazdı hem de soruyu bildi. Kucağımdayken ben de ağız dolusunca öptüm, yere bıraktım. Ben bunu öperken müfettiş geldi. Ben bir soruşturma da Öğretmenlik yetisine sahip değildir, disiplin sağlayamamaktadır, çocuk kucağında gezmektedir” diye yedim mi? Ve bunu da Milli Eğitim, soruşturma diye kabul ediyor.

 

EĞİTİMİN YÜZ KARASI TEFTİŞLER VE MÜFETTİŞLER

 

Bu örnekler hem eğitimin yüzkarası hem de müfettişliğin yüz karası değil mi?

 

Yani, inanılmaz bir şey doğrusu. Bizim soruşturmalarımız çok sıklaşmaya başladı artık. Bir gün okul bahçesinde iki tane siyah Mercedes gördüm. Biraz sonra müstahdem geldi ve müdür beyin çağırdığını söyledi. Müdür bey ayakta duruyor, müdürün masasına da iki kişi oturmuş. Biri oturmuş biri de ayakta. Hasköy ve Siteler Ülkü Ocakları başkanları. Ben içeri girince ayağa kalktılar buyurun, hoş geldiniz hocam, dediler. Ben müdür beyin yanına geçtim ‘Beni çağırmışsınız hocam ‘ dedim. ‘Beyefendiler sizin için gelmişler’ ‘Tanımıyorum ben bunları’ ‘Bacım sen bizi tanımazsın ama biz seni tanıyoruz’ dediler. “Bu lavuk, başörtüsüyle ilgili sana rahat vermiyormuş’ Müdür bey de ‘”Ne demek efendim, hoca hanıma sorabilirsiniz, yok öyle bir şey” dedi. Ben de ‘O görevini yapıyor’ dedim. Tabi ağabeyler görev falan dinlemiyor. Ha bire savuruyor müdüre küfrü. Müdür kıpkırmızı, ben de yok öyle falan bir şeyler diyorum ama olay belli ve her şey ortada. ‘Müdür, bak şimdi biz buradan çıkıp gidiyoruz ama biz bu mahalleyi biliyoruz. Herkes seni de görüyor, hoca hanımı da görüyor. Bir daha hoca hanımı rahatsız edersen!

 

MAHALLENİN ÜLKÜCÜ GENÇLERİ MÜDÜRÜ TEHDİT ETMİŞ ONDAN DA SORUMLU TUTULDUM

 

Sivil toplum örgütünün böyle bir müdahalesi aslında orada başka bir soruna neden olmadı mı?

 

O da ayrı bir soruşturma konusu oldu. Şöyle ki; benim halkı tahkir ve kışkırttığımdan dolayı.

 

Sanki siz çağırmışsınız zannedilmiş onları.

 

Tabi tabii. Direk ben çağırmışım gibi algılandı. Ve bunların hepsi toparlandı ve soruşturmalarımız çok sıklaştı. Artık hiç başka yere gitmeden direk bana gelmeye başladı müfettişler. Ve kütüphaneyi boşalttırıyorlardı. Ortaya bir masa, bir sandalye, bildiğimiz emniyetteki sorgu odasını düşünün ve tepemizde dolanarak yapıyorlardı sorguyu. Hazır savunmalar getiriliyor, hazır ifadeler imzalatılmak isteniyor. Ben imzalamadığım için örgüt üyeliği zannıyla bir soruşturma daha açıldı.

 

Bu soruşturma sonrasında size bir tebligat yapılıyor mu?

 

Her soruşturmadan sonra ceza alıyorum. Kınama alıyorum, bazıları tamamlanamıyor bir başkasıyla birleştiriliyor. Bir gün müfettiş grubundan biri, o çok fazla karışmıyor diğerlerine göre. Diğerleri çok sıkı sorguluyorlar, o hiç karışmıyor ama adı Bektaş. En son soruşturmaların birinde, biri bir dini gruba mensup olduğunu tahmin ettiğim biri, benimle özelden konuşuyor, dedi ki “Hoca hanım senin yüzünden beni de sıkıştırıyorlar. Ben senin başını açtıramazsam ben de soruşturma geçireceğim. Kendine acımıyorsan bana acı, çoluğum çocuğum var’ falan dedi.  Ona, ‘Sen şu an hocalıktan çıktın, müfettişlikten de çıktın ama dikkat et insanlıktan da çıkıyorsun ettiğin laflarla’ dedim. Bunu diğer müfettişler de gözlüyorlar

 

ATEİST MÜFETTİŞ BENİ SAVUNDU

 

Bektaş bey en sonunda ‘Yeter ya arkadaşlar! Biz kaç aydır hoca hanımı sorguya geliyoruz. 9 aydır geliyoruz. Her seferinde bize ne diyor? Ben, başımı açmayacağım, diyor değil mi? Sizin çabanız ne? Yani bize düşen kararı yazıp, göndermek. Siz, imansız adamı imana getirirsiniz. Ben, ateistim, inanmıyorum. Hoca hanımın savunduğu ilkelerin hiçbiri ile alakam yok ama bütün benliğimle şimdi hoca hanımı destekliyorum. İnandığı bir şey uğruna 9 aydır yedimizle mücadele ediyor. Hangi okula yedi tane birden geliyoruz?’ dedi. Öteki de ‘Niçin geldiğimizi biliyorsun’ ‘Niçin geliyoruz?’ ‘Burası bir kale. Burada bir delik açmamız gerekiyor.’ O civarda bir sürü başörtülü öğretmen var. Ben direniyorum diye direnenler de var. Beni bir yıkabilirlerse öteki taraf kolay yıkılır diyorlar.

 

Çözüleceğini bekliyorlar demek.

 

Çözülecek evet. Ondan sonra Bektaş Bey kartını uzattı bana ‘Hocam akıbetin belli. Biz en fazla bir iki defa daha görüşürüz ama bundan sonra burada görüşmeyeceğiz. Ama ben sizi sivil hayatta tanımak isterim. Bundan sonra gideceğiniz yerlerde bir kardeşiniz olarak irtibatı kesmeyin benimle. “Bu ülkede böyle ideolojisine sahip çıkacak insanlara ihtiyaç var. İdeolojinin ne olduğunun önemi yok ama savunduğunuz şey ne ise bedel ödemeye de razısınız. Böyle bedel ödeyebilecek insanlara da ihtiyaç var’” dedi. Bundan sonra iki kez daha müfettiş denetimi geçirdim. Ve beni meslekten men cezasıyla cezalandırdılar.

 

Ateist bir öğretmen dindar bir öğretmenden daha şahsiyetli duruş sergiledi yani?

 

Öyle bir şey var ama ateistlik veya dindarlık, kim neye göre dindar? Herkesi suçlamak veya genellemek olmaz.

 

Veya dindar görünüp de dik duramayanlar oldu demek?

 

Çoğu insanlar dik duramadılar. 28 Şubatta bizim dindar kamu görevlilerimiz ciddi manada çok etkilendi. Sivil kesim de etkilendi ama kamuda bunun etkisi çok fazla oldu. Ama kamuda görev yapan insanların çok azı dik durdu. Koltuklarını, sıfatlarını, kartvizitlerini kaybetmeyi göze alan çok az insan oldu, ne yazık ki.

 

Bediüzzaman’ın burada ‘Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam’ ifadesinin anlamı ve önemi ortaya çıkıyor.

 

İnsanın tüyleri ürperiyor.

 

İNANDIĞIM İDEAL UĞURUNA EKMEĞİMDEN VAZGEÇTİM

 

Siz bunu yaşadınız.

 

Yaşadım, inanılmaz bir şekilde yaşadım. Bir müfettiş bana dedi ki, hemşerim aynı zamanda “Meslek hayatım boyunca ilk defa kendi yöremden bir öğretmenle karşılaştım ve onu da atmak bana nasip olacak, ne kötü bir şey” dedi.

“Bunun neresi kötü?’dedim

“Memlekette bu kadar işsiz var, bu kadar ekmeksiz var, nasıl göze alabiliyorsun?’

Hah, bunu olsun görebildiniz mi? Yani benim, inandığım ideal uğruna ekmeğimden, her şeyden vazgeçtim, gördünüz mü? Bu bedeli ödeyebileceğimi hissettiniz mi? Benim mücadelem buraya kadar zaten.”

 

Ben de biliyorum asaletim onanmamış olduğu için. beni attıkları anda başvuracağım hiçbir merci yok. Adam beni başörtülüyüm diye atmıyor ki, disiplinsiz davranışlarında dolayı atıyorum, diyor.

Disiplinsiz davranışın içerisine okulda alkol almak giriyor, fuhuş yapmak giriyor, her türlü yüz kızartıcı suç giriyor. Ve sizi de o kapsama sokuyorlar. Ne acı bir şey…

 

TOPLUM MAĞDURLARI YANLIŞ ALGILADI

 

Toplumun yanlış algılaması da ayrı bir üzücü bir durum…

 

En acısı nedir, biliyor musunuz? Benim gibi başörtüsünden dolayı meslekten ihraç edilenler ve istifa etmek zorunda bırakılanlar olarak, toplumu inandıramadık. Ben kendi ailem inandıramadım herkesten önce.

 

Babam dedi ki ‘İnsanı başörtüsünden dolayı atarlar mı? Senin kızın zaten terörist gibiydi’ dedi anneme. Şimdi toplumda bizlere sunulması gereken bir iade-i itibar gerekiyor. Af çıkardılar falan filan. Dönen arkadaşlara bir şey söylemiyorum. Haddime değil. Herkesin koşulları farklı, düşüncesi farklı, bulunduğu ortam farklı. Dönenlere bir şey söylemiyorum ama dönmenin şartı olarak da başı açmayı getirmelerine rağmen başlamalarına anlam veremiyorum. Ne anladık bu işten o zaman?

 

GÖREVDEN ATILDIKTAN SONRA ÇOK DAHA CAZİP İŞ TEKLİFLERİ ALDIM

 

Öğretmenlikten atıldıktan sonra ne yaptınız? İş bulabildiniz mi?

 

Öğretmenlikten atıldıktan sonra şöyle bir şey yaşadım;

Bunun için Cenab-ı Allah’a binlerce kez şükrediyorum. Ben öğretmenlikten atıldıktan yirmi gün sonra bana öyle bir iş teklifi geldi ki, öğretmenlikten aldığım maaşın üç katı maaşla ben işe başladım. O zaman 36 liraydı maaşım atıldığım zaman. Yirmi gün sonra da 135 lira maaşla bir medya şirketine genel müdür olarak başladım.

 

Sonra bir iş teklifi aldınız?

 

Vakit gazetesi o zaman yeni kuruluyordu. Vakit’in burada Ankara temsilcisi var, şimdi Milli Gazete yazarı. Ağabey beni arayıp buldu. Kim olduğunu da bilmiyorum, Mehmet’i tanıyormuş. Ben O’nun yanına gittiğim zaman Vakit’in sahibi bir sözleşme gönderiyor hoca hanım imzalasın diye. Sadece ücret yerini boş bırakın. Ne kadar istiyorsa kendisi yazsın. Yazdığı ücrete asla itiraz etmeyin. O yazdığı ücretin yanına da bir tane çarpı atın, istediği ücretten bir milyon lira fazla verin. Ben Orta Doğu’da 1,5 milyon alıyordum. Vakit’e 4 milyon yazdım, itiraz edecekler diye bekliyordum. Başörtü ile mücadele verdim diye üzerine bir tane çarpı attılar, 5 milyon. Ve ben o kişiyi rüyamda, dünyada sana en fazla yardımı dokunan kişi, olarak gördüm.

 

Görev yaptığım okulda siz atıldıktan sonra ne tür gelişmeler oldu haberiniz oldu mu?

 

Ve ben atıldım. 52 tane birinci sınıf öğrencisi 23 Nisan törenlerine çıkamadılar. Ben onlara atılacağımı bildiğim için önceden Türkiye’m parçasını öğretmiştim, hazırdılar. Ve oradaki arkadaşlardan bir tanesi sonradan bana dedi ki ‘Hiç kimse senin çocuklarını çıkartmaya cesaret edemedi ve o çocuklar da 23 Nisan’a çıkamadılar’ dedi. Çocuklar giyinmiş kuşanmışlar, gelmişler. Ama öğretmen yok, öksüz çocuklar. Bütün çocuklar ağlıyor, aileleri ağlıyor. Orada bir müdür yardımcısı, siyaseten daha ırkçı olmasına rağmen dayanamamış, çocukları çağırmış. Kasetlerini falan ayarlatmış, çocukları oynatmış ama bir mahalle ağladı onlar oynarken. Çünkü herkes onları öksüz kabul etti. Ve en kötüsü de o deniz yüzbaşısının hanımı var ya kendi sınıfını bırakıp, zulüm olsun diye benim çocukları aldı. O öğrenciler o hocadan dayak yiyorlarmış, çok kötü davranıyormuş. Benden alamadığı hıncı çocuklardan alıyormuş. Benim tam karşı sınıfım da ikinci sınıftı. Çok yakın bir arkadaşım. Dedi ki ‘Ben, çocukların ağlamalarına dayanamıyordum artık’ ve kendi velilerini toplamış vaziyet böyle böyle. Eğer onay verirseniz ben kendi sınıfımı bırakıp, o çocukları alacağım, demiş. Bir tane veli itiraz etmemiş.

 

28 Şubat zulümlerinin birçok örnekleri Türkiye genelinde yaşandı. Bugün geriye dönüp baktığınızda ve bugünkü noktadan ileriye dönük baktığınızda 28 Şubat’ın sonuçları itibariyle bir genel değerlendirme yapar mısınız?

 

Bir defa çok ciddi kayıplar oldu. Dindar kesim diye tabir ettiğimiz kesim ciddi manada sindi. Yani 12 Eylül her kesimi sindirdi ama 28 Şubat sonrasında hakikaten ciddi manada sadece dindar kesimi sindirdi.

 

Sinmeyenler olmadı mı?

 

Sinmeyenler oldu ama 28 Şubat’tan sonraki Ana-Sol Hükümeti ve peşinden gelen hükümetler sinmeyenlere çok fazla göz açtırmadılar. Yani insanca bir varlık gösteremediler. Bürokraside bu hiçbir şekilde olmadı.

 

Bugünkü iktidar bunun semeresini almış sayılmaz mı?

 

Onu birinci dönem Ak Parti için düşünebilirsiniz de ikinci dönemde insanlar zaten alıştılar ne yazık ki. Yani birinci dönemde 28 Şubat’taki bu mağduriyetlerinin hesabının sorulacağı, haklarının teslim edileceği, özgürlüklerinin yeniden kazandırılacağı kaygısı ile verilen oylar vardı. O oylarla başa gelindi ama beğenelim ya da beğenmeyelim Ak Parti’nin ilk dönem işi bugünkü kadar kolay değildi. Bir sürü şeyle mücadele edilmesi gerekiyordu ve bedel ödemeyeceğini söyledi Başbakan.

 

BAŞÖRTÜSÜ KONUSU TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER SORUNU OLARAK GÜNDEME GELMELİ

 

Bu bir hayal kırıklığına neden olmadı mı?

 

Olmadı. Çünkü ben şunu biliyordum yani bugün daha umutluyum. Referandum olmuş, özgürlükler konuşulmaya başlanmış. İlk dönemde Cumhurbaşkanı’nın hanımı başörtüsünü çözememiş, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne kayıt yaptırmamış. Başbakan’ın çocukları Amerika’da okumuş. Ama ciddi manada halk bir avans verdi bunlara. O avansın gereği yerine geldi mi? Gelmedi. Birkaç sebebi var;

 

Birincisi,  cesaretsizlikleri ama diğer sebepler ondan daha önemli. Türkiye’nin durumu o dönemler müsait değildi ama şimdikiler son çırpınışlar. Çünkü artık insanlar bunu dini bağlamdan çıkardılar. Başörtüsünü çıkardılar, yasakları çıkardılar vs. Biz hep başından beri bunu görüyorduk. Bunu dini gereklilik olarak ortaya koyduğunuz zaman taraftar olarak ancak siz gibi düşünen insanları bulursunuz. Ama bunu insan hak ve hürriyetleri olarak düşündüğünüzde tüm dünyayı tarafgir kabul edersiniz.

Mavi Marmara gemisinde olduğu gibi…

 

Meselâ. Mavi Marmara’da sadece Müslümanlara yürüyün Filistin’de insanlara zulmediliyor derseniz ancak İstanbul’dan 10 kişi, Ankara’dan birkaç kişi giderdi. Ama insan hak ve özgürlükleri noktasına getirdiğiniz zaman bütün aktivistler, dünyanın her yerinden gelir. Şimdi başörtüsü meselesinde de yıllardan beri yapılan yanlış, olaya sadece dini açıdan gerekçe yürütmek yanlış bir strateji olduğunu düşünüyorum.

 

Dini bir refleksle öne çıkması biraz da karşı olan tarafın elini güçlendiren bir şey mi oldu Laiklik bağlamında?

 

Tabi, öyledir. Her hareket karşıtını oluşturur zaten.

 

Demokratik ortak paydada buluşma gibi bir anlayışa geldik, diyebilir miyiz?

 

Bugün için mi?

 

“BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU” KORU CANLI TUTTU, SÖNDÜRMEDİ

 

Bugün için. Yani 28 Şubat’ın sonuçları itibariyle.

 

Bu, Cenab-ı Allah’ın bir lütfu. Kimse bunun için bir bedel ödemedi ne yazık ki. Kimse o cesaretle hareket edemedi.

 

Bir tek cumartesi günleri Abdi İpekçi Parkı’nda Başörtüsü Platformu, yani bir koru onlar üflediler, söndürmediler. Hiç bıkmadan her Cumartesi orada başörtüsü ile ilgili yasakları dile getirdiler.

 

Ümid ettiler belki de…

 

Ben halen ümid ediyorum. Dün bir haber aldık ALES sınavına giren başörtülü bir arkadaş 91 almış. Dokuz sene olmuş bu okulu bitireli. Ev hanımı ve üç tane de çocuğu var. Ve başörtüsü ile girebilirsiniz dedikleri sınava hiç hazırlıksız giriyor ve 91 puan alıyor. 91 puan almak ne demek? Türkiye’deki en iyi üniversitelerin, gel bizim kadromuzda eğitmen ol, demesi demek. Vaziyet böyle iken ümid etmemek mümkün mü? Elbette ki ümid ediyoruz. 28 Şubat’ı devam ettirmek isteyenler çok ciddi bedel ödediler ama biz bitirmek isteyenler olarak ciddi cesaret sergileyemedik.

 

Fıtri bir süreçte geldi olumlu bir tablo.

 

Aynen öyle. Ben bir ihsan olarak görüyorum. Ergenekon ve planları şaşkınlıklarından ötürü ortaya döküldü. Yoksa planladıkları gibi yapabilirlerdi. Ama Cenab-ı Allah’ın bu toplum için bir lütfu oldu. Bunlarda sonra ne yargının ne de TSK’nin kendini savunacak hali kaldı. 28 Şubattaki mağduriyetlerin bir ödülü olmuş olabilir.

 

Arka planda görmediğimiz mağdur insanların duaları var belki de...

 

Çok fazla. Ben hep şunu söylerim. Bir erkek için İslam dinini yaşamak çok kolay, gizlemek de kolay. Siz şimdi sokağa çıktığınızda hiç kimse sizin ne olduğunuzu fark edemez. Ama biz, kimlik taşıyoruz. Bu çok zor bir şey.

 

Keşke direnmese miydim anlamında mı?

 

Yani. Devam etseydim, bu ülkeyi ben mi kurtaracağım, deyip; ümmetin imanını kendi imanın noktasında.

 

Ama az da olsa o direnci gösterenlerin sayesinde bugünler oluyor.

 

Bir de şu var. Sizin başörtüsü tavizinizden sonra başka tavizler de isteyeceklerdi. Oluyor, oldu zaten.

 

Özel sektörde de oldu bu.

 

Biz bunu sadece kamuda yaşamadık. Ben başımı örttüğüm gün işten atıldım.  Ortadoğu gazetesinden atıldım.

 

Aslında tüm dindar gruplar ortak bir strateji belirleyemediler denilebilir mi?

 

Ne olursa olsun ben o dönemde cemaatleri çok sorumlu buluyorum. Nur cemaatleri de dahil buna. Kimileri tedbir dedi, kimileri bilmem ne dedi. Ama kimse ortada olmadı.