Ulaşamadığın gönül senin değil

Hâlık-ı Zülcelâl'in esma ve sıfatına ayna olan çok müstesna bir yere sahip insan gönlü.

Üzüntülerin-sevinçlerin, kabullerin-retlerin, sevgilerin-nefretlerin yuvası bir merkez... Kanayan, yaralanan, örselenen, okşanan, beslenen, itilen, yalnız bırakılan gönüllerin haddi hesabı yok sanırım.

Hangi taraftan bakarsanız bakınız, en çok ulaşılması gereken merkez o...

Ulaşamadığımız, tedavi edemediğimiz, okşayamadığımız, anlayamadığımız gönül bizim değil ki...

Toplumda, özellikle de gençlerimizde, yavrularımızda harap, çaresiz, sahipsiz, çileli, yalnız bırakılmış nice gönül sahibi var. Hangisine el atsanız, ıstırabın iniltileri, ayrılığın özlemini dinlersiniz.

Asıl söylemek istediğim, kıraç topraklara dönüştürülmüş, susuzluktan, manevî iksirden mahrum bırakılmış, lâhûtî sadâlardan  uzak yaşatılmış, günah gamları, isyan üzüntüleri arasında yapayalnız bırakılmış, kendisine uzanacak bir el bekleyen nice gönüllere ulaşamadığımız gerçeğini vurgulamak istiyorum.

Geçenlerde çok değer verdiğim bir Din Kültürü öğretmeni dostumun anlattıklarından yola çıkarak bu yazıyı kaleme almayı, çok ihmal ettiğimiz bir görevin ifasını hatırlatmayı vicdanî bir vazife telakki ettim. Bir lisede öğretmenlik yapan muhterem dostumun anlattığına göre; ilk başta Kelime-i şehâdet ve salâvatı getirecek kadar dili dönmeyen bir öğrenci ile özel olarak ilgilenmesi sonucu, Lise 1. sınıf öğrencisinin yıllar sonra bu mübarek cümleleri çok rahatlıkla söyler duruma geldiği, "bak hocam, işte ben de okuyabiliyorum. İlk defa Peygamberime salavat getirip, şehâdet kelimesini rahatlıkla ifade edebiliyorum. Hiç duymadığım ve okumadığım Fatiha'yı okuyabiliyorum" sevincinin, kim bilir Arş-ı A'lâ sakinlerince de nasıl alkışlandığı gerçeği her Müslüman ferdi ve de tüm öğretmenlerimizi derinden düşündürmeli değil mi?

Olayın asıl ilginç kısmı arkada...Veli toplantısına katılan baba, olayın kahramanı öğretmenle özel görüşmek ister. Saygı ile yaklaşarak "Hocam Allah sizden razı olsun. Kızımın manevî hayatını kurtardınız. Biz inanç olarak falan kaynaktan geliyoruz. Biz öğrenemedik, bari çocuklarımız öğrensin. Onlar inançsız kalmasın. Ne olursunuz, bu konuda özel ilgi ve gayretinizi istirham ediyorum" diyerek âdetâ yalvarırcasına, asıl ulaşılması gereken gönüllere  işaret etmekte...

Ne yazık ki, bu fedakâr öğretmen dostumuz, hiç beklemediği taraftan teşekkür alırken, diğer yandan Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle öğrenci, veli, öğretmen ve yöneticilerin huzurunda yaptığı konuşmada; "Gençlerimizin haftada bir kez de olsa, O kutlu Nebi'nin minberinden yankılanan hutbeyi dinlemelerine fırsat verelim, okulda mescid konusunda yardımcı olalım, gençliğimizin Kur'ânla ve gerçek tarihle buluşmasını sağlayalım" tarzındaki  çok yerinde tavsiyeleri, kurucu ve okul müdürü tarafından hiçte olumlu karşılanmamıştır.

Ama ben inanıyorum ki, böylesi fedakâr ve dâvasına sahip eğitimcilerimiz çoğaldıkça, ulaşılan gönüller de çoğalacak, yalnızlıktan, kâbustan kurtulacak, birer çöl olarak değil, cennetâsa baharların müjdesi ve müjdecisi olarak çevrelerine umut, şevk, güzellik ve hoş rayihalarını yayacaklardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum