Tren Gelir Hoş Gelir / Lokomotifi Boş Gelir

 

Üstad Hazretleri Yirmi Üçüncü Sözün Üçüncü Nüktesi’nde dünya hayatının hakikatini tasvir eden bir vakıa-i hayaliyeyi anlatır. Bu hali öyle çarpıcı, ikna ve ilzam edici bir temsil ile ifade eder ki, bununla Eski Said’den Yeni Said’e inkılap eder. Üstad vakıa-i hayalinin bir yerinde şöyle  der: “Baktım ki ben tünel içinde sukut eder gibi bir süratle giden bir şimendifer içindeyim...” Ne zaman sonra “Ayıldım, Eski Said kaybolmuş, Yeni Said olarak kendimi gördüm” der.

Bu yazının sonunda biz “Eski ...” olmaktan kurtulup, “Yeni...” olabilir miyiz bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Ama biz kısa bir süre için hayalimizi ele alıp, yazının şimendiferine binelim. En azından Üstadın hürriyetin başında, Sultan Reşad’la Rumeli’ye yaptığı tren seyahatini ve treni nasıl bir seyyar medrese haline getirdiğini hatırlayıp, bu yazıyı şimendiferde bir Risale dersi gibi hayal edelim. İnşaallah bu yazı Sultan Reşad’ın şimendiferindeki iki mektepli mütefennin arkadaşla yapılan bir mübahase nevinden olur...

....

Şimendiferin günümüz Türkçesindeki karşılığı tren. Tren ilk kez 1825 yılında İngiltere’de işletilmeye başlanmış. Zamanla gelişmişliğin ve Modernizmin bir göstergesi olarak algılanmış ve hızla dünyaya yayılmış. Osmanlı’nın mirası üzerine kurulan TC devleti de gelişmiş bir millet olma sevdasıyla demir yollarına önem vermeye çalışmış. Ülkedeki demir yolları devletleştirilmiş. O kadar ki bu durum bir marşa bile konu olmuş: “Demir ağlarla ördük Anadolu’yu dört yandan...”

Trenin insan hayatına girmesinden itibaren, bu vasıta şarkılara, şiirlere, türkülere -bir örneğini de yukarıda verdiğimiz gibi- marşlara konu olmuş. Tren Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar bazıları tarafından bir ulusal -ideolojik bir argüman olarak kabul edilse de, -Burada gerici(!) bir adam olarak Said  Nursi’nin mevcut rejim tarafından tren düşmanı bir adam olarak ilan edildiğini hatırlayalım. Oysa Üstad sadece şimendiferi Deccal’in merkep ve himarı olarak tavsif etmiş.- başta Üstad Said Nursi olmak üzere Türkiye’de ve dünyada bir çok yazar treni ilk elden şehirler ve ülkeler arası bir seyahat vasıtası veya ideolojik bir argüman olarak görmek yerine, bir iç yolculuğun izleği olarak kabul etmişler. Sonu hakikate çıkacak bir arayışın vasıtası olarak önemsemişler. Bu yolculuklar, onları hayatlarında bir dizi terk ve derc ameliyesine götürmüş. Said Nursi misalinde olduğu gibi, bu tren seyahatlerinin sonunda “Eski ....” kimliklerini bir kenara koyup, “Yeni ...” kimlikleriyle hayat yolculuklarına devam etmişler. Eski Saidler Yeni Saidler olmuş, başta kendileri için olmak üzere, bütün insanlık için yepyeni yollar ve yolculuklar açmışlar. Şüphesiz bu durum sadece yazar ve düşünürler için geçerli değil. Bir çok yazar gibi, insaniyete intisap etmiş bir çok insan da hayatlarını kökten değiştirecek kararlarını bu tür yolculuklardan sonra oluşan ruh durumunun sevkiyle vermişler.

Kısa süre önce bir yayınevi Taksim’de bir tren standı kurdu. Burada meşhur yazar-şairlerin trenle ilgili yazıları ve şiirleri sergilendi. Sergiyi gezdim. Gerçekten de güzeldi. Yine  bir yıl kadar önce Türkiye’de bazı tren kazaları oldu ve hayli can kaybı meydana geldi. Bu iki olay bana şunu hatırlattı: Nasıl başların ayak olmaması, ayakların da baş olmaması gerekiyorsa, aynı şekilde lokomotiflerin de vagon olmaması, vagonların da lokomotifliğe soyunmaması gerekir. İnsanlığın tamir, tadil ve imarında lokomotif olabilme vasfına sahip ehil insanların yetiştirilmesi, sonra da işin ehline verilmesi gerekir.

O zamanlar trenler bu günkü kadar hayallerimi süsler miydi bilmiyorum. Ama Risale-i Nur ile tanışmam benim için tam bir manevi tren yolculuğu oldu. Risalenin her kitabı da benim için bir vagon. Bu yolculuk boyunca vagonlarda kendime menziller arayıp durdum. Bulduğum menziller bir dizi manevi dönüşümün ve değişimin sebebi, neticesi ve meyvesi oldu. Hatırladığım kadarıyla benim ilk tren yolculuğum da Risale-i Nur okuma programı dolayısıyla Alaplı’ya olmuştu. Kendisiyle bir manevi tren yolculuğuna çıktığım Üstadım Said Nursi’nin vesileyle bu sefer gerçekten bir tren yolculuğuna çıkmıştım. O günden sonra İstanbul-Ankara arasında hayli tren yolculuğu yaptım. Hiçbirisi o ilk tren yolculuğu kadar haz ve huzur verici olmasa da, yine de her tren yolculuğundan bana en azından “yazı” anlamında bir şeyler kaldı. Bu yolculuklar İstanbul’dan Ankara istikametine doğruydu. İstanbul’da yaşayan birisi olarak Ankara’yı pek sevemediğim için, trenin bendeki imajı biraz bozuldu.

Ankara yolculukları trenin bendeki imajını bozsa da ne zamandır bir tren yolculuğu istiyorum. Bunun hayatımın dört yılını geçirdiğim Rumeli’ye doğru olmasını arzu ediyorum. Bu yolculuğun Üstadın Sultan Reşad ile Balkanlara yaptığı tren seyahatine benzer bir yolculuk olmasını istiyorum. O tren yolculuğu Üstad’dan ne götürmüşse, ona ne getirmişse, o yolculuğun aynı şeyleri benden götürmesini ve aynı şeyleri bana getirmesini arzu ediyorum.

Üstad o yolculukta vagondaydı. İhtimal ki o yolculuk onun lokomotif olmasını sağlayacak bir birikim ve dönüşümü temin edecek bir neticeyi içinde barındırıyordu. O seyahatten sonra Üstad vagondan lokomotif dairesine çıktı. Risale “nur”dan bir tren oldu, Üstad onu yönetmeye başladı. Ben şu an bu Risale-i Nur treni içinde bir lokomotif miyim, yoksa vagon muyum, bilmiyorum.  Aslolan o trenin içinde olmak değil mi? Ama şunu da unutmamak gerekiyor. Dünya da bir trendir, Risale-i Nur da onun lokomotifi. O halde Risalenin bir müntesibi ve mürettebatı olarak burada bana ve bizlere düşen o trenin lokomotifi olmaktır.  Bu meselede bir çok defa vagon bile olamadığımı bildiğim için, bu ağrıya bir merhem olsun diye bu yazıyı kaleme alıyorum.

Bakıyorum da çevrem iyi eğitim almış, pozisyon olarak yüksek mevkileri işgal eden insanlarla  dolmuş. Bunlar hem trenle, hem de uçakla seyahat edebilecek gelire sahipler. Yaşları 20-35 arasında değişen bu insanların % 70’e  yakını muhafazakar kimliği ağır basan kişilerden oluşuyor. Bir çoğunun geçmişinde “cemaat” var. Hali hazırda bu durumu devam ettirenler de. Bu anlamda bunlar toplumda değişimi ve dönüşümü sağlayabilecek lokomotif pozisyonundaki insanlar olarak nitelendirilebilir. Ne var ki duruş, tavır ve yaşantı itibariyle, bunların birçoğunun kalan % 30’dan pek de farkı yok. Bir vagona iki lokomotifin düştüğü böyle bir ortamda, 70 lokomotifin 30 vagonun yükünü çekememesi, yerlerini vagonlara terk etmesi, tenzil-i rütbeye gidip, lokomotiflikten vagona düşmeleri beni hayli hüzünlendiriyor. Her zaman tren sahibi olmak, lokomotif olmak anlamına gelmiyormuş; şimdi daha iyi anlıyorum. Aksi halde % 70 müspet (!) insanın bulunduğu bir yerde, 7 tane müspet hareketin olmamasını ne ile açıklayabiliriz. “Yedi güzel adam”ın yaptığı bir hayrı, 70 müspet adamın yapamamasını nasıl hazmedebiliriz.

Kendi dar çevremdeki olaylar ve kişiler böyle müspet (!) manzara sunarken, Türkiye’ye ve dünyaya baktığımızda farklı bir manzara ile karşılaşmıyoruz. Türkiye’yi son yirmibeş yıldır muhafazakar kimliği ağır basan siyasiler yönetmesine rağmen bu ülkede çok fazla şey değişmiyor. Ülkemizdeki başörtüsü, yoksulluk ve insan hakları ihlalleri gibi sorunlar bunun en bariz örneği. Evet, lokomotif olmak talebiyle ortaya çıkanlar, bu payeyi aldıktan kısa bir süre sonra, lokomotif olmanın bedelini ödeme cesareti gösteremediklerinden olacak vagon olma kolaylığını tercih ediyorlar. Lokomotiflikten vagonluğa düşmenin cezası da olmalı değil mi? Mesela trenden atılmak gibi.... Bu güne kadar bu cezalar hakkıyla infaz edilmediği gibi, halihazırda, lokomotiflikten vagonluğa düşmüş insanların ardında katar katar vagonun olması da üzüntü verici değil mi?

Evet bu gün vagonlar lokomotifliğe soyunduruluyor, lokomotifler vagon olmaya mahkum ediliyor. Vagon olmayı kabul etmeyen yada “bu raylar bize göre değil artık” diyen lokomotifler ya kendi içlerinde bir yolculuğa çıkıyorlar veya sonu gelmez bir yalnızlığın içine kendilerini bırakıyorlar. Etrafımız bunun örnekleri ile dolu.

Başa dönersek... Üstad İstanbul’dan Kosova’ya vagonda gitti. Ama bir lokomotif olarak döndü. Bize düşen “mu’cize-i Peygamberi ile şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen binerek”  Risale treninde bir vagon olmak, ama Risalenin ve Nur talebelerinin bütün alem için bir lokomotif olduğunun bilinciyle hareket edip, emribilmaruf ve nehyianilmünker hususunda lokomotif olmaktır. Üstad gibi “Ayıldım. Eski ... kaybolmuş, Yeni ... olarak kendimi gördüm.” diyebilmektir. Yoksa bu tren yürümez. Bu treni de 40 haramiler basar ve 70 müspet adamı trenden atar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum