Selahattin GEZER

Selahattin GEZER

Kurşunları dinledim Çengelköy’de

İstanbul’un bozulmamış sokakları bir sazın telleri gibi. Sadece o tellerden tatlı nağmeler yükseliyor, ruhu mest eden bir müzik ortaya çıkıyor. O teller, tarihin kapısını aralayıp, taştan taşa ve ahşaptan ahşaba dolaştırarak, asırlardır açık olan tarihin iri gözlerini size çeviriyor. Tek şart; İstanbul’un ahşap ve taştan bir omurgaya sahip olduğunu kabullenmek, soluk alıp veren, yaşayan şehir olduğudur. İstanbul, üzerinde yaşayanların sadece ruh sahibi olanlarından “Edeb Ya Hu” bilincinde olanlarından hoşnut. Taş döşeli yollarını, taş gibi değil, yürekle dolaşmak gerekiyor… Zaten asırlarca yüreği ile dolaşanlar ve yürek dokunuşlarında bulunanlar şiir gibi bir şehir bırakmışlar…

İstanbul’da çıktığınız yürüyüş, sadece bir yürüyüşten ibaret kalmaz. Birçok güzelliğe kapı açar; sanat, adalet, ilim, musiki ve zarafet, en önemlisi de liyakat… İstanbul, cüzdanın değil, vicdanın harekete geçmesini isteyen şehir. Cüzdan harekete geçtikçe silueti hançerlenmiş, kibirli binalar hançer gibi saplanmış. Direniyor İstanbul yaşamak için ve feryat ediyor… Yüreği hassas insanlar taşından ilham alırken, birilerinin kibirli duruşlu çok katlı hissiyatsızlığı- gökdelenleri dikmesi martıları bile öfkelendirmiş…

Ve ben bir mızrap, o sokakları dolaşıyorum hasret dolu bir kavuşma ile… Enver ağabeyi, Ali ağabeyi ve Turan kardeşimle ayrı kaldığım İstanbul’un nağmelerini dinliyoruz ve yağmurun hoş geldin şıpırtılarını… İstanbul’un bazı yerlerinden ise ağıtlar yükseliyor... Sanki Mimar Sinan’ın ve ecdadın ruhları ruhsuz mimarlardan hesap sorar gibi. Kulaklarım sokaklardan çıkan hasret dolu nağmelerde… Mızrap sazın tellerine tutku ile dokundu mu ıslatan yağmuru, üşüten soğuğuna rağmen kavuşmuşluğun hoş melodisi sarıyor bütün ruhu… Meğer mızrap sazı ve saz mızrabı özlemiş. Kavuşmamızı, kucaklaşmamızı martıların kanadı da alkışlıyor...Cebimden bir tutam insaf ve liyakat çıkarıp atmak istiyorum İstanbul’un üzerine...

Ve Çengelköy’de mızrap yürek kanatıyor, teller kopma raddesine geliyor... Adımlarım tellere her dokunuşta sağımdan solumdan kurşunlar geçiyor; havada asılı olan şehitlerin sesini ve son nefeslerini işitiyorum. Alçak insanların, alçak namlularından çıkan alçak kurşunlar hep işitilecek yüreği yanmış Çengelköy’de… Kıymetli Enver ağabeyim soruyor: Neden sustun diye. Diyemedim; kurşunlar damarlarımda dolaşıyor ve kusasım geliyor. İhaneti yaşamış Çengelköy’de sazın tellerinden kan damlıyor… İzlediğim Şehitler Köprüsünün değişen ışıkları renk renk 15 Temmuz gecesini anlatıyor bana… Dertleşiyor, ışık ışık fısıldıyor… Sanki nerede kaldın der gibi ve utanıyorum bakışlarımı boğazın sularına indiriyorum.

Ve İzmir’e geri dönüş vakti. İstanbul’u şair Ali abiye ve İstanbul beyefendisi Enver ağabeyime emanet ediyorum. Utanıyorum diyemiyorum; iyi bakın İstanbul’uma. Zaten onlar İstanbul bekçileri hele Ali Hakkoymaz tam İstanbul delisi. Unuttuğum sokakları hatırlatarak dolaştırdı. Yeni açan çiçekleri hiç üşenmeden durarak bana gösterdi…

Kıymetli dost Ali ağabeyi ve Turan beni Harem’e bırakıyorlar… Otobüs İzmir’e yola çıkıyor dönüp dönüp bakıyorum ve yüreğim haykırıyor; ne olur iyi bakın, bir zamanlar benim olan İstanbul’uma. Şükürler olsun ki yaşadığım dönemlerde hiç ihanet etmedim. Araya kör olası ayrılık girdi ama ayrılık aşkı öldürmedi; harladıkça harladı. Ayrılıklarla biten aşklar, zaten başından beri aşk değilmiş; bir menfaat alış verişiymiş! Aşk ecelle kapanan gözde son parıltıdır.

Dostlarım; İstanbul’a iyi bakın ve aşkınıza ihanet etmeyin! İstanbul sağlıklı ve huzurlu olursa sokakların tellerinden güzel mısralar yükselir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum