Kainattan Hâlık'ını sorunca...

"Bazen oluyor... Birşey seyrediyorsunuz ve sizi saran gerçeklik birden yıkılıyor, hayatın gündelik akışı anlamını yitiriyor" diyerek kapıyı aralıyor, Ahmet Altan.

Hawking'in, kainatı yaratmak için madde ve boşluğun yeterli olacağını ve bundan sonrası için de bir tanrıya gerek olmadan da var olabileceğini söylediği konuşmasını aktarıyor.

Başta her şeyi açıkladığını düşündüğü bu yaklaşımın, insan özelinde, aslında hiç bir şeyi açıklayamadığı gibi bir açmaza ulaşıyor.

Buradan çıkardığı sonuç ise, kainatın anahtarının insanın elinde olduğu...

"Sır insanda çünkü"... diye de yeni bir kapı aralıyor...

Görüldüğü üzere, Hawking'in hatası ya da hilesi, maddeyi temel alması..

Hayır, kainatın aslı madde ve boşluk değil, sadece yokluktur.
Her şey yoktan var edilmiştir. Yokluğu var eden ise emirdir. Yani, ol emridir.
Bu böyle olduğu ve olmaya devam ettiği için madde var olup yok olmaktadır. Işımak gibi, gidip gelmektedir.

Her bir görünüş ve kayboluş bir 'emir'e takılmıştır. (Emri çözemediğiniz zaman olan biteni tesadüf zannedersiniz).

İbrahim peygamberin gözlemlediği gibi herşey durmuyor, kaybolup (gayb olup) gidiyor. Dolayısıyla 'la uhubbil afilin' demek gerekecektir, yani, kaybolup giden benim aslım olamaz, yaratıcım olamazdır.

Biliyorsunuz, büyük Matematikçi Harizmi Cebirin kurucusudur. Cebirin ilk basamağı ise sıfırdır. Yani yok.

Harizmi'ye göre de, her şey yoktan gelmiştir. Sıfırdandır. Her şey sıfırdan başlar. Ve sıfır ile değer kazanır.

Herşeyi içine alan da sıfırdır.

ahmet_altan_b.jpg(Ahmet Altan'ın soruları için fotoğrafa tıklayınız.)

Bizim varlık ya da çokluk gördüğümüz her şey sıfırın içinden çıkmıştır.

Nihayet de sıfır olacaktır. Dolayısıyla, sıfır, aynı zamanda bütün çoklukları yutabilecektir.

Sıfır, yaratmanın zeminini temsil eder. Her şey O'nun eliyle burada yoğrulur. Bu nedenle, en büyük şey en küçük şey gibi aynı kolaylıkla olur.

En küçük şeyde en büyük şeydeki kadar, hatta daha fazla sanat, incelik bulunur.

Neticede, başlangıçtaki 'yok' ile sonuçtaki 'gayb' eşitlenecektir. Her şey tekrar O'na döndürülecektir.

Bu öyle bir sanatlı yaratmaktır ki, sabit de değildir. Sürekli değişen ve yenilenen bir oluştur.

Yani, sürekli aynı şeyin tekrarından ibaret değildir. Bize devamlılığın kendinden olduğu izlenimini veren, var oluşun sürekli tekrarından gelen ülfettir. Yoksa, hiç bir an, bir öncekinin tekrarı değildir.

Örneğin: çizgi animasyonlarda, resimler ard arda çiziliyor, sonra bunlar birbirine eklendiğinde bir hareket ve canlılık algısı oluşuyor. Bunu seyreden, aradaki kurguyu görmediğinden hep böyle hareket edecek zannedebiliyor.

Hareketin verdiği, bu şekil canlılık asıl değildir, böyle bir kendinden oluş bir yanılsamadır.

İşte, bir şeyin arkasına bakmayıp, cevherini içinde görmek de böyledir. Bizim canlılık ve hareket olarak gördüğümüz ve varlık dediğimiz sürekli yaratmanın neticesidir. Buradan da sanki hiç bitmeyecek ve kendinden devam edecekmiş hissidir.

İşte, zihin donması burada oluşan bir hastalıktır, yani zihnin (aynı anda, aynı yerde kalıp) tab olması, takılıp kalması, aynı şeyi devam ettirmesi, tabiat bataklığına saplanması... Tabular üretmesi... Tağutlar bulması...

Açık bir zihin buradaki akışın, zamanı ortaya çıkaranın, bu kayyumiyetin tecellisiyle olduğunu bilmemesi mümkün mü?

'Zamanın kısa tarihi'ni yazmış Hawking'in tabiat bataklığına saplanıp zamanı dondurması, saatini bozması, sonra da zamanları, olayları karıştırması... İlginç...

CERN'deki çalışmalarda da gün geçtikçe ortaya çıkıyor ki, emrin bir anlık iptali ile herşey bir anda çökecek kadar bir amade durumdadır (Kaos değil, emre amade).

Bediüzzaman'ın dediği, ordunun askerleri gibi...

Bir emirle toplanıp, sonra tekrar dağıtılabilir. Sonra, dağılmış olan askerlerin bir boru sesiyle toplanması gibi tekrar toplanacak bir disiplin içindedir her şey...

Şu var ki, fazla afaki düşünceler, gerçekliği elinden kaybettirebiliyor. Kur'an, bu sebeple, kainatın derinliklerinden bahsettikten hemen sonra nazarları insanın kendine çeviriyor.

İnsan kendiyle birlikte baktığında kainatın derinlikleri bir anlam kazanıyor.

Bediüzzaman'ın Ayet'ül Kübra'daki yolculuğu gibi bir yolculuk kendini kaybetmemek için güzel bir yöntem olabilir...

Ahmet Altan da sonunda, kainattan Halik'ını soran Bediüzzaman'ın yolcusu gibi kendine sorular sormaya başlıyor..

Yolunuz sizi yükseltecek bir yoldur sayın Altan... Soru sormayı sürdürün, ulaşacaksınız... (inşallah)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum