Mehmet Ali ERDEM

Mehmet Ali ERDEM

İşbirliği mi birleşme mi?

Mezhep ve meşreplerde birliği savunmak yanlıştır ve dahi mümkün de değildir. İşletme yönetiminde benzeşik bir hususu belirtmek üzere bir örnek verilir: Bir işyerinde çalışan iki kişi her konuda aynı fikirde ise ikisinden bir fazladır, çünkü bir kişiyi azaltmakla sonuçta bir kayıp olmayacaktır. Eğer bu iki kişi her konuda ayrı düşünüyorsa, bu kez ikisi de fazladır, çünkü bu durumda herhangi bir sonuç elde edilemeyecektir.

Asıl olan amaçta, hedefte birliği sağlayabilmektir. Toplum mühendisliği pek de hoş çağrışımlar yapmadığı gibi insana hayvan, robot ya da melek muamelesi yapmak demek olacaktır ki; fıtrata aykırı ve aynı zamanda insana haksızlıktır da.

“Maksadımız dinî cemaatler maksatta ittihat etmelidirler. Mesâlikte ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve Neme lazım, başkası düşünsün sözünü de söyletir”.[1]

Nasıl ki uzun süre kardan, beyazdan başka bir şey gör(e)meyen bir insan sonunda kör olursa; aynı âkıbet yeşil-turkuaz-kırmızı hiç fark etmez diğer renklerde de aynıdır ve körlüğe yol açar.

Bu durum sosyal olaylarda ve etrafında hep aynı düşünceden kimseler bulunlar kişiler için de geçerlidir. Onlar da içtimai açıdan kör olurlar ve değil diğer renkleri-hakikatleri, kendi rengi ve hakikatini dahi göremez hale gelirler.

1.20130417083708.jpg

Kendi içinde çok iyi işleyen yapılar, çarklar oluşturan tarikat ve cemaatler, bir araya geldiklerinde sağlıklı bir cemiyet oluşturamamaktadırlar. Ne gariptir ki herkes birlikten bahsederken bir araya gelinememektedir.

Oysa “Haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturu”[2] rehber edilebilse birbiriyle ahenkli işleyen çarklara benzeyen topluluklar oluşacaktır.

Gönüllerdeki ve işlerdeki birliği sağlamanın önündeki en büyük engel farklı kavimlerin varlığı değildir. Ülkemizde Kürtler, Araplar, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar Türklerle ve birbirleriyle hiç de nazlanmadan kız alıp-verebilmektedirler. Fakat aynı ortak paydayı bırakın Sünni ve Aleviler arasında görmeyi, farklı Sünni cemaat ve tarikatları arasında dahi görememekteyiz. Birbirleri arasında aile birliği dahi kur(a)mayan Müslümanların daha büyük birlikleri nasıl gerçekleştirecekleri önemli bir soru(n) olarak ortada durmaktadır.

Toplumsal bütünlüğe Türk Partisi / Kürt Partisi oluşumunun vereceği zarardan daha fazlasını örneğin Alevi Partisi / Sünni Partisi oluşumu verir[3].

Öyle olmuyor bari böyle birliği aktapotun sayesinde sağlayalım da diyebiliriz!

2.20130417083718.jpg

İnsanlar tâbi olmak zorunda olan kişi ve zümreler olarak değil; aklıyla, vicdanıyla ve gönlüyle bağlı bireyler ve farklı mensubiyetleri olan zümreler olarak görülmelidir.

Siyasetteki tarafgirlik tuzağı ve çukuru kendisini destekleyen şeytanı melek; karşı çıkan, hatasını gösteren ve söyleyen melek fıtratlı olanları ise şeytan olarak algılatır taraflara. Bu algı ile de adaletsizlik, zulüm baş gösterir.

“Biz” demek “Ben” demekten üstün değildir her zaman. Ben dedikçe nefsini putlaştırıp nefsine tapan insan, sanmayalım ki biz deyince benliğinden kurtulur; biz biz dedikçe, benlerden oluşan piramidin en tepesindeki ben olur. “Ben de hatalıyım, özür dileyebilmeliyim” diyen “Ben”, “kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz” deyişini hatırlatır.

Birlik olmak aynı olmak, aynı okullarda aynı eğitimleri almak, aynı partiye oy vermek, dini ve hayatı aynı şekilde algılamak ve yaşamak değildir. 

Zerdüştlüğe, Şamanizm’e hakaret etmeden; Türklüğü, Kürtlüğü inkâr etmeden; istikamet üzere yürüyüş mümkündür.

Güzeli, güzelliği ve estetiği (Bediî), zamanı ve gereklerini anlayamayanların kökleri mazide - gözleri atide, fikirleri doğru, davaları hak olsa dahi gelecekleri tehlike altındadır.

3.20130417083729.jpg

Ülkemizde ve ülke dışında Bediüzzaman’ın, Yunus’un ve Mevlana’nın hayranı o kadar çok insan var ki; bunlara Allah’ın kendisini arattığı insanlar desek çok mu mübalağa etmiş oluruz? Bu aramada onlara yardımcı olmak, bizim yolculuğumuza da bir ışık tutabilir. “…herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki, kendini kurtarsın. Şimdiki hal-i âlem bu hakikate şahadet eder”[4].

Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü diyorsak ve sözümüzün eriysek, ses tonumuz ve mimiklerimiz ve dahi yüreğimiz bu sözü tasdik ediyorsa, işte o zaman Medeniyetimizde, Uygarlığımızda herkese, her bireye, her cemaat ve topluluğa, kavme, inanca ya da inançsızlığa hepimize yer ve rol var demektir!

Gelin hep beraber yüceliği yüksekliğe tercih ederek yüksekleri yüceltelim.



[1] Nursi, S. 2011, Hutbe-i Şâmiye (3. Baskı). İstanbul: Yeni Asya Neşriyat. s.246-247.

[2]  Nursi, S.  20. Lema, 1. Nokta, 2. Sebep.  https://www.erisale.com/#content.tr.3.256.

[3] Bozdağ, M. (1995). Bediüzzaman ve Siyaset. Köprü Dergisi, 50. sayı. https://www.koprudergisi.com/

[4] Nursi, S. 2011, Hutbe-i Şâmiye (3. Baskı). İstanbul: Yeni Asya Neşriyat. s.76.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum