İçi boşalan ve yozlaşan lise eğitimi için kurtuluş formülleri

Bir eğitim sistemi ki toplumdaki yetenek ve çeşitliliği keşfederek, onu yerinde değerlendirecek bir esnek ortam meydana getirebiliyor; fıtrata mutabakat sağlayabiliyorsa orada insanların başarısından ve mutluluğundan söz edebiliriz.

Peki böyle bir eğitim nerede? Okullarımızda mevcut mu? Eminim ki okul kayıtlarının başladığı şu günlerde en sık sorulan sorular bunlar.

Lise dönemi öğrencinin kişilik kazanacağı ve kimliğini bulacağı bir devreye tekabül ediyor. Bu yüzden hayli kritik bir öneme sahip. Orta okul kadar, Lise eğitimi de öğrencinin hangi mesleğe yöneleceğine dair bir vizyon ve kimlik kazanma zamanıdır. Öğrenci için bu dönem, kültürümüze ve medeniyetimize dair temel değerleri keşfetme zamanıdır aynı zamanda. Eğer lise döneminde verdiğiniz eğitim, öğrenciye manevi değerleri, ortak kimlik bilinçlerini, aidiyet biçimlerini, ruhlarını, özgüvenlerini yeniden ve çağdaşlaştırarak kazandıramıyorsa, öğrenci kim olduğunu ve hayatta ne olacağını anlamayacaktır. Dahası, kendisini yeterli hissetmeyecek, topluma faydalı bir uzuv haline de gelemeyecektir. PKK gibi teröre bulaşanlar ve Ergenekon gibi gizli örgütleri kuranlar başka ülkeden ya da uzaydan gelmediler. Kendi okullarımızın ürünleri...

Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz bir Tarih, Sosyoloji, Felsefe ve hatta Fen ve Sanat vd dersleri var olduğunu söyleyebilir miyiz Liselerimizde? Aksine topyekün değerleri yerle bir eden, ruhsuzlaştırıcı, sömürgeci, kendi kendini sömürgeleştirici bir fonksiyon mu icra ediyor bu eğitim? Lise eğitiminin bir misyonu ve manası kalmadığı şuradan belli ki, öğrenci sadece üniversiteye giriş için günün büyük bölümünü şahsi ve ilmi ve düşünce gelişimine hiçbir katkısı olmayan sınav hazırlığına hasretmektedir. Üstelik merkezi sınavlarla ilgisi olmadığından çoğu kültürel dersler ve uygulamalar boş geçmektedir.

Okullarda öğrendiklerinin hayata ve mesleğe dair bir faydası olmadığını fark eden öğrencinin okullara ve eğitime karşı “güveni” sarsılıyor. Bu tehlikeli “ümitsizlik ve “boşluk” içinde, öğrenciyi artık “internet” ve “tv dizileri” yönlendirmeye başlıyor. Özellikle eğitimin “karma” yapısı ile okullar “talim ve terbiye yuvaları” olmaktan çıkıyor ve çoğu “eğriliklerin” öğrenildiği mekanlar halini alıyor.

Bu felaketli gidişin yetkililerce görülemediği şuradan belli ki, her şey iyi gidiyormuşçasına muhteva ve öze ait dönüşümler-reformlar yerine şekilsel (örneğin Fatih projesi, , 4+4+4, bedava ders kitabı vd) dönüşümlerle çürümüş binanın biraz daha ömrünü uzatmış oluyoruz. Gün geçmiyor ki eğitimle ilgili bir sil baştan uygulamasına şahit olmayalım. Derinlemesine tahlil edilmeden ve ilgili taraflar çözüme dahil edilmeden masa başında yapılan düzenlemelerin nerede duracağı belli değil. Geriye dönüp geçmişte başlatılan reformların niçin amacına ulaşmadığını hiç bir zaman sorgulamadık. Hepsi de unutuldu gitti. Çöpe giden milyarları ve boşa giden ümitleri geride bırakarak... Örmeğin Yeni Müfredat, Çoklu zeka, Toplam kalite projeleri bunlardan bir kaçı.

Batı'da çoktan terk edilen, seküler hurafeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle monteleme işlemlerini hangi özel ve güzel vasıta ile sunarsanız sunun değişen bir şey olmayacaktır. Son düzenlemelerle Din dersleri vb bir kaç dersin saatinin artırılması kulakta hoş bir sada bırakmaktadır. Halbuki bu düzenlemeler de herhalde eğitimin her şeyimizi yıkıcı ve yok edici kimlik bunalımını örtme, gizleme, hatta meşrûlaştırma işlevi görüyor olacak.

Okurlarımızdan Gelenler

Zaman zaman okurlarımızdan bize ilginç notlar intikal etmektedir. Uzun yıllar okullarda yöneticilik yapmış bir okurumuz (H. C.) mesajında okullardaki ahlaki yozlaşmaya dikkat çekiyor ve mesleki eğitimin yok oluşu karşısında yapılması gerekenlere dikkat çekiyor.

“Eğitimdeki manevi ve ilmi boşluk yüzünden derslerde sınıf hakimiyeti, ders disiplini iflas etmiş durumda. Çoğu okullarda, ders işlenme oranı düştü. Öyle ki, dersler yapılamaz hale geldi. Bu yozlaşmayı “akıllı tahta” ve “tablet bilgisayar” projelerinin de çözüm olması mümkün değildir. Temelleri çürümüş binayı ihyaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Önce eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak dönüşümler lazım. Ölçme değerlendirme tek boyutlu sayısal değerlendirme ve teste dayalı yapıdan kurtarılarak, öğrenciyi çok yönlü değerlendiren; kalite ve beceriyi ölçebilen sistemlere geçilmelidir. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline getirilmelidir ki üniversite kazanamayan bir öğrenci boşta ve boşlukta kalmasın. Ortaokul ve liselerin son sınıflarında “ bitirme -olgunluk sınavı” getirilmelidir ki her şey merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmesin.

İçini doldurmadan ve Lise döneminde mesleki eğitimi asıl-esas yapacak düzenlemeler yapmadan Lise eğitimini mecburi hale getirmek, herkesi üniversite önünde yığmak anlamı taşıyor. İçini doldurmadan Lise eğitimini mecburi hale getirmekle dersaneler daha da öne çıkacaktır. Sanayi, tarım ve hayvancılık sektörü ara eleman bulamaz hale geldi ve meslekler ölüme mahkum oluyor. Çırak ve çoban olacak çocuğu okulda zorla tutmanın anlamı yok. O çocuk sınıfta-derste bunalıma düşüp dersi sabote ediyor. Bu tür öğrenciler ilkokulu bitirsin, sonrasını Açık Öğretim ile de bitirebilir.”

Yine okullardaki, özellikle liselerdeki eğitim boşluğundan dolayı ortaya çıkan ahlaki yozlaşmayı bir Kız Meslek Lisesi Müdüründen dinleyelim (özetle).

“Okullardaki dersler ve eğitim müfredatı, Kültür ve Medeniyetimize, İnsani değerlerimize yabancı ve hatta karşı bir yapılanma. Bu yabancılık, öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açıyor. Çocuklarımız, tv dizilerinde öne çıkan kişiliksiz kişileri örnek alıyor. Öğrencilerin favori dizileri “Arka sıradakiler”, “Pis yedili” gibi çarpık ilişkileri öne çıkaran ve yüzümüz kızararak izleyeceğimiz diziler. Sanal Dünyanın yalancı ve yaldızlı aldatmaları ile gerçeklerden uzaklaşan öğrencilerimizin büyük çoğunluğu (% 70 i aşan oranda) yanlış duygusal ilişki içinde. Bu ilişkiler, duygusal boyutun ötesine taşınıyor ve çeşitli çevrelerce kötüye kullanılıyor. Bir kısım servis şoförleri (taşımalılar dahil), kantin çalışanları ve diğer hizmet alımı vesilesiyle çalışan personel, bu kötü yola düşen çocukları pazarlamada aracı olarak kullanılabiliyor.
(...)

Öğrencilerin tahrik edici kıyafetlerle okula gelmeleri ve gayri ahlakı tavırları karşısında okul yönetimlerinin eli kolu bağlı. Öğrenciye uyarıda bile bulunamıyoruz. Çünkü, ikaz edilen kişi MEB için tahsis edilen 147 nolu telefon hattından şikayette bulunuyor. İlgili yönetici soruşturma geçirmeye başlıyor.. Kız erkek ilişkilerinde gayri ahlaki tavırları ikaz eden yakın çevremizde hamiyetli bir Fen lisesi müdürü soruşturma geçiriyor. Yine yakınımızda bir din kültürü öğretmeni müfredatta yer alan sureyi ezberlettiği için soruşturmaya maruz. Öyle durumlarla karşı karşıyayız ki, Bakanlıktan “öğrencilerin tahrik edici, kıyafetleri ve gayri ahlaki tavırlarına karışmayın ve hatta öğrenciler bazen kaçamak yapsınlar” manasına gelen yazılar geliyor..”

Çözüm Yolu; Eğitimin Özelleşmesi

Eğitimin bir “eritim” halini aldığı bu “yangın” içinde alternatif çözümler yok mu? Örneğin, manevi-ahlaki değerlere duyarlı yetkin ve yetişmiş öğretmen kadrosuna sahip olduğunu düşündüğümüz bir kısım “Özel Liseler” bir alternatif olabilir, çocuklarımızı daha emin ellere teslim ettiğimizi düşünebilir miyiz? Aslında ister devlet okullarında olsun ve isterse özel okullarda olsun okulların “boş” ,“zararlı” ve hatta “gayri ilmi” müfredatı hamiyetli ve duyarlı bir kısım öğretmenlerce “iyileştirilmekte” yanlışlıklar düzeltilerek sunulmakta (örneğin İnkilap tarihi derslerinin bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan yalanları) ve bizden değer ve ruh katılmaktadır. Bu öğretmenlerin çabaları da olmasa okullarda iyi “ürünlerin” çıkması neredeyse mucize olacak.

Biz yine konumuza dönelim. Karmaşa ve boşluk içindeki Lise Eğitimine Özel okullar çözüm olabilir mi sorusuna cevap vermeye çalışalım. Her aile çocuğunu özel okula gönderecek bütçeye sahip değil tabi. Şunu hatırlatalım ki, ister devlet okulu olsun isterse özel okul, tüm ders programlarının içerik, amaç, kazanım, süreç, süreleri bizzat devlet tarafından belirlenmektedir. Bu durumda tabelasında özel okul yazan yerler de aslında bir devlet okulundan farklı değil. Bu durumda özel okul personeli, maaşını devletin vermediği bir devlet memurundan başka bir şey değil.

Şimdi eğri oturup doğru konuşmanın zamanı geldiğinde göre, mademki devlet okulları çoğunlukla doğru ve verimli eğitim yapamıyor, o zaman elini eğitimden çeksin ve özel teşebbüsün önünü açsın diyebilir miyiz?

Tabi öncelikle doğru soru sorabilmek için konunun “doğru” anlaşılması icap eder. Öyleyse konuyu biraz daha ayrıntıları ile anlatmaya çalışalım. Türkiye’de çoğu müesseseler misyonuna uygun yapılandırılamadığından varlığı “sözde” kalmaktadır. Özel okullar konusu da bunlardan birisi. Ülkede görüntüde özel okullar var. Ama bu okullarda da her şey “merkezden” belirleniyor. Evet tekrar tekrar vurgulayalım ki ülkemizde devletçi yapı eğitime her alanda hakim durumda. Hem finanse ediyor, Hem müfredatı hazırlıyor ve istediği gibi değiştirebiliyor ve hizmet sağlıyor. Bu şekliyle eğitimde Kuzey Kore dışında yeryüzünde böylesine katı ve merkeziyetçi devletçi yapı görmek mümkün değildir. Ülkemizde ana okullarından üniversiteye kadar, adı vakıf ve özel okul olsa da hepsi de aslında devlet okulu. Gidin bakın okulların giriş kapılarındaki tabelalara. Kimisi MEB, kimisi YÖK üzerinden olmak üzere tamamı devlete bağlı ve bağımlı. Bağımsız bir eğitim kurumu göremezsiniz. Müfredat, tamamen, bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan, devlet tarafından belirlenmekte. Merak edenler bir "özel kolej" ile bir devlet ilkokulunun sözgelimi birinci sınıflarını müfredat ve dersliklerin ideolojk endoktrinasyon mesajlarıyla bezenmesi bakımından karşılaştırsın.

Evet ülkemizde eğitimde kelimenin tam anlamıyla bir tekelcilik var. Tekeli tasfiye edip piyasaları serbestleştirmedikçe eğitimin önünü açmamız zor görülüyor. Üstelik bu durum kimseyi şaşırtmıyor ve bu tekelcilik kabullenilmiş durumda. Hayatın her alanında gelişmenin, ilerlemenin başlıca yolu rekabet olduğunu biliyoruz ama iş eğitime gelince özelleşmenin karşısında duruyoruz. Özel sektörün eğitim sahasına girmesi ile işleri daha iyi yapma arayışı, iyileri taklitle kötüyü terk etme süreci olan rekabet başlayacaktır. Evet rekabet hangi sektörde dışlanmışsa o sektörün atalete, verimsizliğe mahkûm olduğunu biliyoruz.

Peki neden eğitimi rekabete açamıyoruz? Korkumuz nedir? Türkiye'nin eğitim sisteminin rekabete açık olmaması düşündürücü değil mi? Daha düne kadar bu korkunun kaynağı “derin güçlerin” hakimiyeti idi. Bu ülkenin insanı doğru bir eğitimle buluşmasın ve düşünebilen, üreten, sorun çözebilen ve buluş yapabilen, kişilikli nesiller yetişmesi bu eğitim(sizlik)le engellenmişti. Peki bugün bu yapıyı devam ettirmenin bir mantığı ve anlamı var mı?

Başbakanımız gibi Milli Eğitim Bakanımız da “Dersaneleri kaldıracağız ve Dersanelerin Özel Okullar haline gelmesini sağlayacağız” sözlerini yüksek sesle dillendiriyorlar. Dersaneler, eğitime her alanda hakim vaziyetteki “merkezi sınavların” bir sonucu.. Eğitimdeki bozulmanın sebebi ve kaynağı dersaneler değiller. Liselerin misyonu sadece üniversiteye hazırlamak olunca bu görevi dersaneler daha iyi yaptığından, dersanelere bir akın söz konusu oluyor. Görmüyor muyuz ki Fen Liseleri gibi “sözde” en gözde liselerimize olan yönelme bile onların iyi dersanecilik yapmasından kaynaklanıyor. Yoksa “iyi bir lise” eğitimi verdiğinden dolayı değil. Öncelikle okulların neden dersaneleştiği araştırılmalıdır.

Peki niçin bu kadar açık eğitim gerçeklerini göremiyoruz? Anlaşılıyor ki eğitim dünyamızda korkunç yanılgı ve yanlışlıklar hükmediyor. Bu yanlış bakış açısı, tekelci ve devletçi yapı devam ettikçe, Özel Okulların gelişemeyeceği gerçeğini de farkedilmesini engelliyor. Sağlıkta, Ekonomide, özellikle ülkeye hakim Derin Güçlerin ortaya çıkarılmasında önemli atılımlar oldu. Benzer atılımların Eğitim Dünyamızda da olmasını beklerdik.. Örneğin eğitim problemi deyince tekelci sisteme nasıl daha iyi bir renk kazandırabileceğimizi tartışıyoruz. Bu iyi niyetli de olsa beyhude bir çaba olmaktan öteye gitmiyor. 4+4+4 eğitim sisteminde öğrencinin-velinin tercih yelpazesi biraz genişletilebiliyor. Bununla beraber, devlet tekeli aynen devam ediyor. Görüntüde Lise için Açık Öğretim imkanı var ama soru ve müfredatı değerlendirme tamamıyla devletin elinde. MEB-devlet patron olmaya devam ettikçe, eğitim hantal ve gelişmeye kapalı mevcut devlet tahakkümü altında varlığını sürdürdükçe gelişimini nasıl sağlayacağını kimse dert etmiyor.

Özel okulların yaygınlaşmasını sağlayacak büyük bir alt yapı olduğu halde, neden bu sahada gelişme olmamaktadır? Araştırsaydık, Özel sektörün eğitime girmesini sağlayacak şartların teşekkül etmediğini görecektik. Rekabet ortamı kaldırıldığında kalite yarışı da olmamaktadır. Eğer araştırsaydık, devlet özel okullara destek vermeyerek özel eğitimin önünü kapattığı gerçeği ile de karşılaşırdık. Öğrenci başına, devlet okullarındaki maliyetin hiç olmazsa yarısı kadar da olsa bir destek sağlanabilirdi. Böylece gelir seviyesi düşük olanlar da özel okullara çocuğunu gönderebilirdi. Sonra burs vb imkanları oluşturarak fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirler alınabilirdi.

Güvensizlik üzerine kurulu, kendi İnsanından korkan ürkek yapı devam ettikçe Toplumdaki dinamikliği eğitime ve gelişime aktarmak mümkün değil elbette. Sendikalar ve sivil kuruluşların çoğu da, devletin eğitim-öğretim faaliyetlerindeki tekeline karşı mücadele etmesi gerekirken, tam tersine devlet müdahalesinin kendi ideolojik arzularına göre olmasını talebi içindeler ve gerçek eğitim sorunlarını dillendirmenin, eğitimi özgürleştirmeye yönelik çabaların çok çok uzağında kalıyorlar.

Evet nasıl ekonomide özelleştirme savunuluyor ve özel sektörün pek çok işi devletten daha iyi yaptığını görüyorsak, eğitimde de -gerçek anlamda- özelleştirmenin önünü açmak durumundayız. Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesinde, eğitim sektörünün çalışanlarının statüsünde konum değiştirmedikçe yapılanlar kozmetik değişiklikler olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Devlet sadece bazı dersleri tüm eğitim kurumlarında zorunlu tutabilir. Örneğin kendi tarih, kültür ve medeniyetimize ait derslerle birlikte Türkçe mecburi ders olabilir. Avrupa’da nasıl ki, Latince mecburi bir ders ise, bizde de örneğin Osmanlıca dersi mecbur tutulan derslerden olabilir. Ancak bunların dışındaki derslerin muhtevasını ve süresini, içinde suç unsuru barındırmadıkça özel okulların belirlemesine izin verilmelidir.

Müfredat belirleme ve ders kitabı yazma işinin Tübitak’a devredileceği haberlerini alıyoruz. Bunun hayırlı bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz. Tekelin kırılması adına önemli bir gelişme görüyoruz. Umuyoruz ki, kendi programını kendi belirleyen tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen ve niteleyen okulların açılmasına izin verilmeye başlanır. Bu şekilde vatandaşın sağduyusuna güvenen bir devlet profili ortaya çıkar. Korumacılık ve güvensizlikle artık bir yere varamayacağımızı göreceğimiz günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Okulların birbirleri ile rekabet etmelerinin yolu böylece açılması ile iyinin kötüyü kovacağı gerçeğinden yola çıkarak iyi eğitim veren, çocukları başarılı bir şekilde geleceğe hazırlayan kurumlar bu mücadelede ayakta kalacaktır. Dünya ile rekabet edebilen eğitim kurumlarını ancak böyle oluşturabiliriz. Kaldı ki ülkemizin Dünyaya açıldığı, gözlerin Türkiye’ye çevrildiği şu dönemde bu vizyonsuz eğitim yapısı ile dışarıdan öğrenci çekemeyeceğimiz açıktır.

Hiç bir aile çocuğunu geleceğe hazırlayamayan bu rekabetçi dünya şartlarında varlığını sürdüremeyen bir okula göndermek istemez. Bugün için büyük rağbet gören okulların yarın aynı rağbeti göreceklerinin hiçbir garantisinin olmadığını da bilmek gerekir.

Önü Açılan İmam Hatip Liseleri ve Meslek Liseleri

Şimdi de “Katsayının” kaldırılması ile statüsü değişen Meslek liseleri ve İmam Hatip liselerinin yeni dönemde Lise eğitimi içindeki yerlerini ve geleceklerini kısaca irdeleyelim. Lise eğitiminin fiilen bittiği şu ortamda lise eğitimi olarak İmam Hatip Liseleri öğrenci için iyi bir alternatif olabilir. Aslında İmam Hatip Liseleri, Meslek lisesinden ziyade Liseye benzeyen bir yapısı var. İmam Hatip Liselerinde, medeniyetimize ve kültürümüze ait bazı temel derslerin yer alması bu Liselere olan ilgiyi artırıyor. Bu derslerin içi biraz daha doldurulabilse, sosyal ve uygulama yönleri geliştirilebilse, ideal liseler halini alabilir ve öğrenciye daha güçlü bir kişilik kazandırabilir İmam Hatip Liseleri... Bir de bu liselerin önünün açılması için eğitimin “karma” yapısı ve “başörtüsü” problemi olmaması gerekir. Bunun için de okul idarecilerinin herşeyi “merkezden” bekleme kolaycılığı yerine, “insiyatif” kullanmaları beklenir. Bilelim ki namuslu ve doğru iş yapanlar, en az yanlış iş yapanlar kadar cesur ve müteşebbis olabilmelidir.

Hem Meslek Liselerinin hem de İmam hatip Liselerinin ülke için ve geleceğimiz için ne kadar önemli olduğu şuradan belli ki, getirilen katsayı uygulaması ile iki lise türü birlikte ölüme mahkum edilmişti. 28 Şubat Müdahalesinin en önemli yaptığı bir tahribat buydu. Şimdi bu liselerin yeniden diriltilmesinin zamanı geldi.

Diğer yandan Kız Meslek Liselerine yoğun talep dikkat çekmektedir. Bu okullar, karma eğitimin meydana getirdiği yozlaşmaya ve verimsizliğe karşı iyi bir çözüm olarak görünüyor. Kız öğrencilerinin fıtratlarına uygun bir mesleği öğrenme ortamı ve imkanı sunması ile iyi bir alternatif olabilir Kız Meslek Liseleri. Bakanlık ve yetkililerin, bu okulların özellikle karma eğitimin olumsuzluklarına karşı çözüm sunması ve bir meslek öğretmesi itibarı ile var olan büyük talebi görmediği kanaati yaygın. Gözlemlediğim kadarı ile belirlenen kontenjanların üç dört katı talepler söz konusudur bu okullara. Kalabalık sınıfları ve zayıf-yetersiz atölye ve uygulama alanları ile misyonunu yeterince gerçekleştirememektedir bu Liseler. İmam Hatip Liseleri gibi Kız Meslek Liselerinin de adetlerinin artırılması ve özellikle buralarda mesleki uygulamaların güçlendirilmesi kısa vadede yapılması gerekenlerdendir.

Açık Öğretim Liselerinin Açtığı İmkanlar

Liselerin ahlaki yozlaşmanın mekanı haline gelmesi ve üstelik hayata ve geleceğe dair iyi ve faydalı şeyler verememesi karşısında aileler Açık Öğretim Liselerini iyi bir alternatif olarak görüyorlar. Açık Öğretim Lisesinin içini dolduracak ve Lise eğitiminin olumsuzluklarından kurtaracak bazı formüller geliştiriyorlar. Şimdi ülkemiz insanın bulduğu çözümlerden birisini nazara vermeye çalışacağım.

Çeşitli özel kurumların kurs niteliğinde sürdürdükleri faaliyetlerde Açık Öğretim Lisesine kayıtlı olan öğrenciler için üstelik en az üç tür eğitim birlikte sunuluyor: (1) Açık öğretim lisesi sınavlarından başarılı olmak için lise eğitimi, (2) temel ahlaki - manevi değerler eğitimi yanında bazı mesleki ders ve uygulamalar-entelektüel becerileri kazanma kurs ve eğitimleri, (3) Üniversite Giriş Sınavına hazırlık eğitimi. Genelde yatılı olarak sürdürülen bu eğitimler akşam ve sabah etütleri şeklinde de eğitim devam ettiğinden, öğrenci vakitlerini rehber öğretmenler eşliğinde daha verimli geçirmekte ve yaşayarak öğrenme imkanı bulmaktadır. Bu eğitim süreci, gezi, gözlem, kitap okuma gibi sosyal ve kültürel aktiviteleri de içine alıyor. Entelektüel faaliyetler, spor ve sanat faaliyetleri liselerde olduğu gibi buralarda “sözde” kalmıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta bu kurslardan mezun olanların fevkalade yüksek puanlarla istediği üniversite bölümlerine gidebiliyor olmalarıdır. Üstelik bu eğitimi bir çok öğrenci 2.5 veya 3 yılda tamamlayabiliyor. Bu kurs eğitimlerini cazip hale getiren bir başka nokta, masraflar dışında kâr amacı güdülmemesi vesilesi ile eğitim masraflarının çoğu aile için ulaşılabilir makul bir düzeyde kalmasıdır.

Peki bu modeli daha ileri götürmek için Devlet nasıl bir katkıda bulunabilir? Örneğin Liselerin laboratuar ve uygulama alanları bu amaçlarla boş saatlerinde kullandırılabilir. Böylece çoğu Liselerde atıl vaziyette duran imkanlar değerlendirilmiş olacaktır. Devlete yük olmadan fedakarlıklarla yapılan bu tür faaliyetlere, kolaylıkların sağlanması aslında Devletin başta gelen görevleri arasında değil midir?

4+4+4 kanun tasarısı tartışılırken, Ortaokul öğretimleri için de Açık Öğretim imkanı verilmesi gündemde idi. Sonra, sanıyorum malum çevrelerin mevhum gerekçeleri karşısında yetkililer geri adım attılar. Eğer Ortaokul eğitimi için de Açık öğretim imkanı verilirse, daha genç yaşlarda, öğrencilerin şuur altı kirlenmelere maruz kalmadığı erken dönemlerde bu eğitimin başlaması ile geleceğimizi emanet edeceğimiz idealist ve başarılı gençleri yetiştirmemiz ve geleceğimizi kurtarmamız mümkün hale gelecektir.

Ülkemizde hazırlık dersaneleri gibi kursların yaygınlığına bakılırsa, Açık Öğretim ülkemizde çok daha yaygın ve kazandırıcı bir lise dönemi halini alabilir. Bu tür kursu alan öğrenciler için çeşitli burs vs destek imkanları oluşturulabilir. Lise eğitiminin zorunlu hale getirildiği yeni dönemde böyle teşvik ve alternatif kaynaklara yönelmediğimiz takdirde 4+4+4 yapılanmasını sağlıklı ve doğru bir şekilde hayata geçirmek zor olacaktır. Açık öğretimlerin desteklenmesi ve güçlendirilmesi halinde, özellikle bir işte çalışanlar (örneğin ziraat ve tarım sektöründe, yada maddi ihtiyaç gerekçeleri ile çırak vs olarak çalışanlar, yahutta kendi işinde çalışmak zorunda olanlar) için de kolayca eğitim görme imkanları doğacaktır.

Bu çerçevede yapılması gerekenler; Açık Öğretim Lisesi eğitimi yapan özel kurs faaliyetlerinin ölçme değerlendirmeleri kabul görür hale gelmesi ve vereceği sertifikalara resmen tanınırlık sağlanmasıdır. Özel kurumların ölçme ve değerlendirmelerine güvenilmediği (çünkü güvensizlik bir hastalığımız) yada yeterli görülmediği takdirde bunun da çok kolay bir çözümü var: Her il ve ilçede devletin Lise Okulları ayrıyeten ek olarak sözlü - yazılı-uygulamalı ölçme-değerlendirmeler yapabilir (sınavlar test tipinde olmamalı). Belki de en iyi çözüm, diğer lise ve ortaokullar için olduğu kadar Açık Öğretim Lisesi mezunları için de yurt dışında adına Bakolarya denilen “Bitirme-olgunluk sınavları”nın hayata geçirilmesi ve uygulanmasıdır.

Sonuç olarak, Bakanlık ve Yetkililer, Yeni Eğitim Reformlarında sözünü ettiğimiz özel kurumlar yanında şimdiye kadar pek de adam yerine konulmayan Özel okullar, Dersaneler ve Özel kurs yetkililerinin de tecrübelerini dikkat alarak ve onları da çözüme ortak ederek doğru ve isabetli yapılanmalar oluşturabilir. Kendi yapımıza uygun çözümler üretebilir.

Özetlersek Açık Öğretimlerin toplumda kabul görmesinin önemli nedenleri var. Ahlaki kaygılar ve eğitimin verimsizliği başta olmak üzere, okullarda şiddet olayları, uyuşturucu gibi bağımlılıklar, eğitimin inançsızlığa-ateizme alet edilmesi, okul mekanlarının uygunsuzluğu, çocukların yeterli şefkat ve ilgi görememesi bunlardan bazıları.

Devlet Açık Öğretim gibi uygulamaları kolaylaştırarak ve destek vererek insanımızın önünü açabilir. Özel sektörün eğitime katkısını artıracak tedbirler alabilir. Ülkemizde dersaneciliğin yaygınlığını da dikkate alırsak, özel sektörün daha faydalı eğitimlerin içine çekilmesi bir devlet politikası haline getirilebilir/getirilmelidir. Ayrıca özel lise ve özellikle meslek liselerinin kurulması ve çeşitlenmesi için teşvikler artırılabilir. Böylece eğitim yapay ve zorlama düzleminden kurtarılarak istekle yapılan özel sektörün ve ailelerin isteyerek katkıda bulunduğu zemine çekilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.