Gezi Parkı olayları ya da savruk bilinç

Çilesi çekilmeden kazanılan şey içselleştirilemez.  Fedakarlıklar ve gayretler,  zaten yapılması gereken yükümlülükler olarak görülmeye başlandığında,  şükür/teşekkür melekesi, yerini nankörlüğe bırakır. Bireylerden oluşmayan toplumlar birbirlerine, terakki ve ilerlemenin öncelikli şartlarından biri olan teşrik-i mesaiyle değil;  göbek bağıyla bağlıdırlar. Bu bir çeşit asalaklık durumudur da haddizatında. Ne iman, ne ahlak ne aksiyon düzeyinde ferdiyetini kazanamamış kişiler, başkalarının üretimleriyle beslenirler. Lakin bu beslenme de; özümsemeden ziyade, yalnızca his düzeyinde yaşanan ve alternatifiyle hemen değişmeye/dönüşmeye elverişli olan bir kaypak zeminde var eder kendisini.  İşte bu zemin ne halka teşekkürün ne de hakka şükrün, kendine bir inşa ve varlık imkanı bulamayan alandır. Bu alan a’dan z’ye, olumlu/olumsuz her şeyi birbiriyle örtmeye, unutmaya ve dönüştürmeye açık bir imaj alanıdır.

Bu toprağın insanına, kendisini  kendi asli kimliği üzerinden inşa edecek bir zemin imkanı ve arayışı çabası, geçmişimizle bağımızı kesen bir milat anlayışı yoluyla bertaraf edildi. Toplum o günden bugüne bir sürü savrulmalar yaşadı. Ne salt etnisite üzerinden bir tanım, ne modernleşme ülküsü ne de kıblesini –tamamen mazisini red ve inkar üzerinden- doğudan batıya çevir(t)me gayretleri, sayılan kavramların hiçbirisinin kendi kodları üzerinden inşasını mümkün kılmadı.

Lakin Devlet erkini elinde bulunduran despot ve muktedir bir azınlık, ihdas etmeye çalıştığı bu toplumu biçimlendirme çabalarıyla toplumu kendi ülkülerine yar edemeseler de, halkın bilinç genetiğine işlemiş üst kimlikleri üzerinde de mutasyona sebep oldular.

Genetik mutasyonların sebep olduğu biyolojik karmaşa ve bozukluklara benzer şekilde, toplumun ahlak bilinç düzeyinde de karmaşalar/ eklemleme zaafları baş gösterdi. Milliyet üzerinden din kurma çabaları, kapitalizm yahut sosyalizme göre tanzim edilmeye çalışan islam tanımları yahut da hayatın hayatı olan dini, bir bilim olarak sosyolojinin makyevelist bir algıyla kabul ettiği “muhafazakarlığa” hapsetmeleri.vs

Hasılı, bu savrulmalar “ortaya karışık”  bir “savruk bilinci” netice verdi.  Bu savruk bilincin nerelere geldiğinin aslında çok da berrak bir tezahürü için önce bir iki dakikalık aşağıdaki linki izleyelim; sonra yazıya kaldığımız yerden devam edelim
 http://www.milliyet.tv/nevidyo/video-izle/Ideoloji-karmasasi-yasayan-cocuk-ZYvNlWVEwE1M.html

Videodaki genci müstehzi bir tavırla izleyenlere hemen hatırlatayım: Çok azımız müstesna; çoğumuz itibariyle yaşadığımız bu savruk bilinç hali videodaki gençten çok da farklı değil aslında! Yalnızca bu hal-i pürmelali biraz daha his ve duygu ölçeğinde biraz da entelektüelize etmekten ibaret yaptığımız…

Ne “dindar ama Kemalist”in, ne “sosyalist Müslüman”ın, ne kaç kez Asya ve Avrupa’yı herc ü merc eden Moğol ve Mançur kabilelerine İslamiyetin düsturlarına rağmen toz kondurmayan “türklük merkezli Müslümanlığın” yukardaki garabetten hiç mi hiç farkı yoktur!

Gezi Parkı olayları ise bu savruk bilinç halinin en son ve müşahhas örneğiydi.  Özellikle bulunduğum şehirde izlediğim gösterilerin figüranlarının eylem biçimleri, söylemleri hatta başkaldırı araçları hüzünlü bir tebessüm bıraktı avurtlarımda…

Örneğin, direnişin son günlerinde konuşan bir eylemci, farklı düşüncelerin ortak başkaldırısı olarak tanımladığı gösterilere devam edilmesi gerektiğini anlatırken, arkadaşımla birbirimize bakıp bizi şaşırtan ve hiçbir tepki de almayan şu cümleyi serdedebiliyordu:

“Ben aslında çoğulcu demokrasiye de karşıyım!” Ya da demek istediği şekliyle “Tüm diktalara karşıyım; Kendi diktama ulaşıncaya kadar!”

“Amerikan uşağı” olarak gördükleri mevcut hükümete gezi parkı eylemi üzerinden tepki verenlerin kılık kıyafetinden tutun; ellerindeki telefonlara varıncaya kadar kullandıkları araçlar ve söylem biçimleri ne de büyük bir çelişkiyi içinde barındırıyordu. Onyıllardır Amerika’nın siyasal uşaklığını yapmış ve bugün bu ülkeyi kaosun ve anarşinin beşiği güçsüz bir ülke gibi göstermeye çalışan uluslararası bazı kanallara prim vermenin, bu toprakları emperyalist güçlerden kurtarma mücadelesiyle bağını bir türlü kuramadım. Gece yarısı telefon ederek düne kadar selamlaşıp gezi parkı olayları sürecinde kendisine soğuk davranan arkadaşlarının şokunu üstünden atamayan ve 1 saate yakın benimle hüznünü paylaşan arkadaşımın defaatle sorduğu “Bizim bağlarımız bu kadar mı pamuk ipliğine bağlı!” sorusunun cevabı, bu savruk bilinçten haber vermiyor muydu sahi?

Amerika’da yaşayan ve kendi facebook sayfası üzerinden AB’ye fiili olarak adım atması gerektiğine dair çağrıda bulunanlar mı bu ülkenin hak ve özgürlüğünün savunucusuydu; yoksa önceki ihtilallere benzer bir “Orduyu göreve çağırma” fikriyle ancak -sözüm ona- ülkenin mamur olabileceğini! düşünenler mi!?

Hasılı, bugün gezi parkı vesilesiyle açığa çıkan, dün başka hesaplarla gerçekleştirilmeye çalışan bir siyasal dikta rejiminin semerelerinden başka bir şey değildir. Bu toprağın insanını kendi asli kimliğinden koparmaya çalışmış ve bunun için her türlü kişisel, kamusal araçları bu uğurda kullanmaya çalışmış ve şimdi mazide kalmış bir dikta rejiminin zihinsel kalıntılarının tezahüründen ibarettir olanlar. Bir savruk bilinç tablosudur. Ve eğer birileri mesul tutulacaksa, bu kişiler, dışarıdan ihraç kavram ve düşünce biçimleriyle, bu toprağın insanının asli kimlik ve kodlarını mutasyona uğratmış diktatörler ve dikta yanlıları olmalıdır.

Ey mazinin derin derelerinde yokluğa mahkûm olmuş müstebitler ve o meş’um ruhu hala hayatta tutmaya çalışanlar!

Ey kemalist ruh, bu sizin eseriniz…(Osman)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum