Ah zihni denetim altına alabilsek!

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (43)

İnsan komple bir varlık. Muhteşem bir beyin; öylesine kiakıl, hayal, hafıza, irade, zihin ve daha birçok işlevleriyle kâinatın her tarafıyla bağlantı kurabiliyor. İnsanın kalbiysebütün bu duyguların sultanı olma şerefine layıkve olup bitenler karşısındaki duruşuyla hepsinden daha temkinli. Öyle olup bitenlere balıklamasına dalmıyor; kendini tatmin etmeyen şeylere fazla itibar etmiyor.

İnsanda var olan bu değerlerin birbiriyle ilişkisi de hat safhada. Kesin çizgilerle birini diğerlerinden ayırt etmekse çok zor; bilim adamları bu tür değerlerimiz hakkında bilgi verirken “bu budur bu da şudur” diye kesin bilgi ileri süremiyorlar.

Ama biz hayatımızda çokça karşılaştığımız kalp ile zihin fonksiyonları üzerinde az da olsa durarak bilgi vermeye çalışacağız.

Kalp, iman mahallidir. Yaradan’ı ilk önce arayan bu muhteşem organımızdır. Kendine bir nokta-i istinat ve bir nokta-i istimdat edinmek zorundadır. Ona her zaman dayanacak ve her zaman ondan yardım alacak bir kuvvet;hemsağlam bir aidiyet ve hem de sarsılmaz bir güven! Kalbin sonsuzluğa varan arayışına ancak sonsuzluk karşılık verebilir. Seven bir organımız olarak kalp, severken de sonsuz olanı daha bir başka sever. Geçici olan şeylerden göz göre göre asla hoşlanmaz. Bir an kendini geçici şeylere kaptırsa da bu onun sonsuz olanı henüz bulamamasından kaynaklanmaktadır.

Kalp, öylesine bir organımızdır ki arzuları çoktur ve buna karşılık kendisinin hiç bağdaşmayacağı soğuk olan şeylerin de tam ortasındadır. Giderilmesi gereken bu temel ihtiyaç,kendisine bir ikilem de yaşatır. Sevdikleriyle bu ihtiyacı gideremezse bu kez sevmediği şeylerin tuzağına düşme ihtimali büyüktür.Çünkü kalp birini sevmeli ve biriyle bu konudaki doyumunu gidermelidir. Bunun için kalp sürekli bakım ister; özellikle kendi kabiliyetiyle uyumlu bir özen.

Olumlu ya da olumsuz her türlü konuşmaların olduğu merkez olan zihin, doğrudan olmasa da dolaylı kalple ilişkilidir. Kalp onun konuşmalarına hepten duyarsız kalamaz. Önlem alınmadığı takdirde bu konuşmaların etkisinde kalır ve onun da razı olmadığı bir girdabın içine sürüklenebilir. Kalbin zihnin tuzağına düşmemesi için önlem alacak olan biziz. Bu da kalbin ve zihnin nasıl çalıştığına ilişkin bilgiye bağlıdır. 

Az da olsa beynimizdeki değerlerimiz hakkında bildiklerimiz, onların işlevlerini göz önünde bulundurmakla yakından ilgilidir.Yani onlar, işlevlik durumlarına göre az çok bilinebilirler. Akıl, hafıza, hayal gibi değerlerin yanında karmaşa bir bütün olan zihin, alıcı ve verici özelliğiylesanki bir depo gibidir. Deneyimler, her tür bilgiler, imge ve simgelerle lebalep doludur. Özellikle önyargılarıyla onu denetim altına almak ise çok zor. Sürekli konuşan, daldan dala atlayan ve çok şeyleri çağrıştıran bir özelliği var. Ona engel olunmazsa zincirlemeli bir gevezeliğin içine girer de bizi huzursuz edebilir.

Zihnin girdileri çoktur; önce aile, sonra yakın çevre, okul ve dünya… Bilinçli ve bilinçsiz elde ettiklerimiz zihin depomuzda saklanır. Duyduklarımızdan ve gördüklerimizden etkilenir; düşüncelerimizi de kaydeder, bir teyp, bir hafıza gibi. Zamanla bunlar, bilinçli ve bilinçsiz, üstelik davet edilmeden yine gündeme gelirler.  

Zihin tamamen açıktır. Anlayacağımız açıp kapama düğmesi yoktur. Zihnimiz çok şeylerle doludur ve başka duygularımızın özellikle kalp ve aklımızın işlevsizliğinde o sürekli konuşur, konudan konuya geçer, daldan dala atlayarak uykularımızı kaçırır. O denli gevezelikleri var ki bizi yorar da. Aklımızın analiz-senteze giremediği ve kalbimizin doğruları tam özümseyemediği anlarda, zihnimiz daha da meydanı boş bulur, öteden beriden taşıdığı düşünce kırıntılarıyla aklı da kalbi de şaşırtır. Temelden mahrum bir akıl ve doğru ile tatmin olmayan bir kalp, zihnin mantıksız da olsa gevezeliklerine sonunda yenik düşerler. Yani akıl ve kalp, bu kez zihnin buyruğu altına girer. Oysa zihin akla da kalbe de bir hizmetçidir, hizmetçi olmalıdır, efendi konumunda asla değildir. 

Bediüzzaman,Lemaat’ta “İmanın yeri kalptir; dimağ ise oluyor ma’kes-i nur-u iman.” diyerek, beynin yansıma yeri olan zihnin bir ayna olması gerektiğine işaret eder. Zihin kalbin bu yanına ve aklın analizine ayna olduğu takdirde kalp ile aklın emrine girerek disipline oluyor. Zihin, kalp ile akılla da alışveriş içindedir; kalbin ve aklın doğruları zihnin köşe taşlarıdır aslında. Böyle bir alışveriş içinde olan zihinden zarar gelmez.

Ama bunun tersi de olabilir. Şayet zihin, başına buyruk olursa, asıl görevi sürekli konuşma olduğu için, doğru da olmasa deposunda olanları servis edecek. Yine Bediüzzaman yukarıdaki pasajın devamında “Dimağda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalp içine girmese, sarsılmaz iman, vicdan.” demek suretiyle de zihnin ileri sürdüğü şeylerin kalbe ilişkin olmadığına işaret etmektedir. Zihnimizde olan her şey bizim akıl ve kalpten kaynaklanmıyor. Zihinde çok şeyler var ki ne kalp ne de akılla hiçbir ilişkisi yoktur; üstelik bizim hiç istemediklerimiz.

Buna göre özellikle son derece duygusal olan insanlara musallat olan vesveselerin bir temel dayanaktan yoksun oldukları açıktır. Bunlar zihnin gevezelikleri olarak sayıp dikkate alınmazlarsa, zarar vermezler ve zamanla bizden uzaklaşıp giderler. Ancak önemsendiklerinde kalbe de bulaşabilir ve aklı da şaşırtabilirler. Özellikle imana ilişkin vesveselerin kulak verildikleri takdirde zararları çok büyüktür; kalbe girer ve kronik bir hastalığa sebep olurlar.

Bize en çok zarar veren vesvese denilen aslı astarı olmayan konuşmalar olunca bunu biraz açmada yarar var. Bediüzzaman bu konuyu çok detaylı işler Yirmi BirinciSöz’de. Özetle şeytan şüpheyi önce kalbe atmaya çalışır. Kalp öyle her şeyi ölçüp tartmadan almadığı için bunu kabul etmez. Ama düşünce ya da fikir kırıntısı olarak zihinde serseri mayın gibi kalır. Bu kez bu düşünce kırıntısını zihin şeytanın da telkiniyle sürekli tekrar etmeye başlar. Zihnin bu gevezeliği durdurulmazsa kalbi de aklı da bu konuşma bombardımanına muhatap kılar. Kalp ya da akıl, bu konuşmalara karşı direnç gösterip asılsız olduklarını ortaya koyamazsa, ikisi deşüpheye düşer. Onlar bu şüpheyi tekrar eder hale gelirler. Oysa “vesvese” olarak nitelenen bu konuşmaların hiçbir temelleri yoktur.

Bediüzzaman bu gibi şüphelerin kalbe yakın olan “lümme-i şeytaniye”den geldiğini söyler. Bir başka yerde bu tür konuşmalardan “tedayi-i efkâr” denilen çağrışımlar olarak söz eder. Bu iki terim de zihnin bu tür konuşmalarıyla örtüşür.Bütün bunları önümüze servis yapan zihnimizdir. Zira zihin beynin bir organı, bir fonksiyonudur. Zihindeki vesveseler ya da gelişi güzel konuşmalar, kalbin ve aklın kabul etmediği şeyler oldukları için bizim değillerdir. Dolayısıyla bu çağrışımlar nedeniyle de bir sorumluluk altına girmiş olmuyoruz. 

Duyguların denetçisi biziz. Zihnimizi susturmasını bilmeliyiz. Zihnimizi yok edemeyiz ama disipline alabiliriz; istediğimizde onu susturabiliriz. Yoksa zihin bizi köle edinir; onu saatlerce hatta günlerce dinlemek zorunda kalırız. Kendi kendine konuşan insanlar az değildir. Bunların kalpleri ve akılları da tutsak olmuş; zihinlerinin ve hayallerinin tutsağı. Oysa fikir üreten organlarımız akıl ve kalbimizdir. Bu iki organımızın onaylamadığı düşüncelerin hiçbir dayanağı yoktur.

İşte büyük kafalar zihinlerinin bu boş konuşmalarından kurtulmak için ciddi gayret sarf etmişlerdir. Saatlerce sessiz kalabilenlerin bu düzeyi elde etmeleri kolay olmamıştır. Bu da gelişi güzel konuşmaların denetim altına almakla sağlanır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum