28 Şubat Galipleri: Mustafa Kocayaka, Mehmet Kırkıncı, Said Özdemir

28 Şubat denildiğinde bizim kuşağın kalbi sızlar.  Zira o güne kadar hakikat hiç bu kadar incitilmemişti. Zor günlerdi. Kendi gitti, sevapları kaldı. Dünya imtihan yeridir. Mümin hayatında imtihan hiç bitmez. Rabbimiz kullarını dünya kirlerinden arındırmak için 28 Şubatları vesile kılar. Müminin hayatında 28 Şubatlar hiç bitmez. Zira dünya rahat yeri değildir. Benim hayatımda zaman zaman 28 Şubatlar yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak da. Ben bunları çok fazla önemsemiyorum.

Şubat soğuktur. Havalar soğuyunca, artık soğuğa dayanamayacağını sevdiklerini huzuruna alır Rabbimiz. Değil mi ki O’nun oralar hep sıcaktır. Değil mi ki seveni sevgiliden başkası ısıtamaz.  Rabbimiz bu şubat da soğuya dayanamayacağını düşündüğü sevdiklerinden Rahime ve Said Özdemir ile Mehmet Kırkıncı’yı yanına. Onlar bir ateştiler. İnsanları ısıtıyorlardı. Şimdi Sevgiliye gittiler. Bu kışı cennette bahar içre geçirecekler. Artık Erzurum ve Ankara daha soğuk.

İki yıl önce manevi bir 28 Şubat yaşadığım, soğuktan titrediğim, gözyaşları ile ısınmaya çalıştığım günlerde beklemediğim bir anda Denizli’ye yerleşmek zorunda kaldım. Zahmetten sonra rahat olduğu gibi Şubat kışından sonra da Nisan baharı varmış. Denizli bana Nisan baharları gibi geldi. Buraya yerleştikten sonra kışları unuttum, baharı yaşamaya başladım. Şimdilerde 28 Şubat denilince o bildiğimiz 28 Şubat gelmiyor aklıma.

Bediüzzaman ve talebeleri 1943 yılında bir 28 Şubat yaşamışlar Denizli’de. 9 ay hapis yatmışlar. (Hayatlarından 28 Şubat hiç eksik olmamış. Menderes bile 1958 yılında 28 Şubat estirmiş Üstada ve talebelerine. Ankara’ya sokmamış.) Denizli Hapsindeyken şubat soğuklarını kırmak için Hesna Şener, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Mustafa Kocayaka seferber olmuşlar. Hesna hüsnünü, Hasan Feyzi ve Hafız Ali canını, adaşım Hafız Mustafa Kocayaka da malını yonga etmiş bu yolda.

Hasan Feyzi’nin kalbdaşı Hafız Mustafa’nın mezarı başında

İki yıldır üçte ikisi denizlerle çevrili dünyanın, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemin Denizli şehrindeyim. Bediüzzaman İbrahim Peygamberin davetine uyarak Urfa’ya ölmeye gelmiş. Ben de 3 yıl önce Bediüzzaman şairi Hasan Feyzi Yüreğil’in davetine icabet ederek Denizli’ye geldim. Şimdi şu seher vaktinde denizli ve feyizli insan Hasan Feyzi’nin kalbdaşı Hafız Mustafa’nın mezarı başındayım.

Denizli’ye gelinceye kadar adaşım Hafız Mustafa Hilmi Kocayaka’nın ismini duymamıştım.  O da Bediüzzaman’ın ismini duymamış Denizli’ye gelene kadar. Üstad ve talebeleri hapse girince maddi ve manevi olarak yardım etmiş, sahip çıkmış. Yaptığı hizmetlerin mükafatı olarak Üstad tarafından adını taşıdığı Hz. Mustafa’ya (s.a.v) gönderilmiş. Ravza ve Barla tadında adına yakışır şekilde yaşadığı hayatı 28 Şubat 1979 senesinde 86 yaşında son bulmuştur. Kabri Denizli Asri Mezarlığında Üstadımızın hakimesi Hesna Şener’in yanıbaşındadır. O gün bu gündür 28 Şubat denilince aklıma ilk gelen Hafız Mustafa ve 1943 yılındaki Denizli Hapsidir. O gün 28 Şubat yaşanmasa Hafız Mustafa gibi bir hakikat kahramanı nasıl ortaya çıkacaktı ki…

Allah Kuddüs’tür. Kusurlardan müberra, noksanlardan arınmıştır. Kuddüs olan Rabbimiz kendini sevdiren kullarını maddi ve manevi kirlerden arındırır.“Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever”. Taharet (temizlik) ilahi muhabbetin sebebidir. Kulları içinde en temiz, O’nu en çok seven ve O’nunda en çok sevdiği kişi Hz. Mustafa’dır.

Mustafa, tasaffi etmiş, saflaşmış, temizlenmiş demektir. Kuddüs isminin tecelli ettiği zat demektir. Hz. Mustafa (s.a.v.) gibi yaşayan herkesi Kuddüs olan Rabbimiz zamanın Mustafa’sı kılar.

Şimdilerde şehirler bina, insanlar zina, ayaklar hırs, eller hırsızlık, bedenler arsızlık, diller yalan, gözler haram, gönüller falan, filan ile kirlenmiş. Beşerin kirli eli her yere değmiş. Görüntü kirliliğine göz ve gönül kirliliği de eklenmiş. Şimdilerde bizi iffete, izzete, temizliğe, tevbeye, tahir ve tahirelere, Kuddüs ismini yaşamaya ve yaşatmaya çağıran Hz. Mustafa (s.a.v.) ve Hz.Hatice’lere (r.a.) o kadar ihtiyaç var ki.

Hz. Mustafa (s.a.v.) tahir, Hz. Hatice tahireydi

Onlar yengeli-dengeli bir hayat yaşadılar. Erkek Hz. Hatice (r.a.) gibi tahire bir yenge, kadın Hz. Mustafa (s.a.v.) gibi tahir bir denge bulduğunda Kuddüs ismi tecelli eder. Hayat huzura erer. Dünya cennete döner. Onlar birbirlerinin kevser havuzunu andıran kalblerinde yıkandılar. Tahir ve tahire oldular. Sen Hz. Mustafa (s.a.v.) gibi saf, berrak ve tahir olursan Hz. Hatice gibi “Tahire” bir kadın gelir seni bulur. Sevenler birbirinde Kuddüs’e, kemale ererler.

Hz. Mustafa (s.a.v.) kumru, Hz. Hatice (r.a.) kuddüs kuşudur

Kuddüs kuşunu “Kuddüs” diye diye zikrettiren kumrudur. Sevenler birbirinin kanatlarıdır.  Hangi kuş tek kanatla uçar. Hz. Mustafa (s.a.v.) olmasaydı o kuddüs kuşu “Tahire”nin bir kanadı kırık olmaz mıydı?

İnsan abdestle bedeni, tövbeyle kalbini temizler. Herşeyin başı temizliktir.Temizlik imanın yarısıdır. Bazen tamamıdır. Hz. Ömer (r.a.), kardeşi Hz Fatıma’nın (r.a.) kafasını kesebilecek kadar öfkeliyken, hakikate karşıysa boynu kıldan incedir. Hz. Fatıma (r.a.) Kur’an ile yıkanmıştır. Hz. Ömer (r.a.)  Kur’an okumak istediğinde Hz. Fatıma (r.a.) “önce temizlen” demiştir. Demek iman etmek, hakikatin künhüne ermek için önce “temiz” olmak gerekiyor.

İnsan dalga dalga Kur’an’daki esma ile çevrilmiştir. Esma ile büyür, azama erer, zirveye çıkar. Herkesin ism-i azamı farklıdır. Bazıları içinse her isim azamdır, büyüktür. Ama herkes için ferd, hayy, kayyum, hakem, adl ve kuddüs kocamandır.

Çevre temizliği: Kalb ve Kabir temizliği

“Çevre temizliği” denilince genelde okulun avlusu, askerin kışlası gelir aklımıza. Dünyası “dünya”dan ibaret olan için bu normaldir. Dünyası “ukba (ahiret)” olanınsa kalbi ve kabri akla gelir. Zaten insan kalpten ve kabirden ibaret değil midir? Şimdilerde “kalbim temiz” diyerek kabrinin temiz olduğunu ima edip pervasızca günahlarla kirlenmeyi sürdüren ne çok insan var “çevremizde”. Buna mukabil onları kanla “temizlemeye” kalkan, ölmeden önce kabre koyacak olan ne çok “çevreci, çevre temizlikçisi” var… Şimdiler de gerçek kuddüs işçilerine ne çok ihtiyaç var…

İnsan kalbinden, kendinden, ferdinden, “Ferd” isminden başlar temizlenmeye. İnsan dediğin kinle, kanla kirlenir. Kinle, kanla temizlik olmaz. Tövbeyle, istiğfarla, kendini herkesten çok günahkâr bilmekle temizlenir insan. Temizlendikçe Hayy’a varır. Hayatına hayat katar. Yeniden doğmuş gibi olur. Ezele döner. Ezele vardıkça ebedileşerek Kayyum varır. Kâinatta söz ve hikmet sahibi haline gelir. Kâinatla bütünlük arz eder. Eskiden kefenin birine kendini, diğerine kâinatı koyarken bu sefer adalet terazisinde kendini tartar hale gelir. kefenin birine kefeni diğerine kainatı koyar. Adl isminin güzelliklerini yaşar. Nihayet arınır. Kuddüs ismine vasıl olur. Değil mi ki kefen her kefede ağır basar.

Arınma fertten başlar. Kemale erdikçe Kuddüs olan Allah’a varılır. Demek temiz olmadan Kuddüs olunmaz. Kuddüs olan Kuddüs kuşuna döner. Âlemde Kuddüs’e eren sesini haram işitmemiş her âleme işittirir. Cennet kuşlarından birine döner. Cennette ruhlar kuşların kanatlarında gezerler. Cennet ruhlu kuşlarsa bu dünyada gezer. Bediüzzaman onlardan birisidir. Kuddüs ismi tecelli etmiştir. Kuddüs, kumru, serçe, bülbül yakın arkadaşları, Kuddüs ruhlu Hafız Mustafa’lar can yoldaşlarıdır.

Bediüzzaman kuddüs kuşları ile çevre temizliği yapıyor

Kuddüs kuşunun dostu Bediüzzaman Eskişehir Hapsinde kirli bir ortamda, nurlu ferd, hayy, kayyum, hakem, adl ve kuddüs isimlerini lem’alem’a yazmıştır.  Denizli Hapsinde kuddüs ruhlu Hafız Mustafaların kalbinde Onbirinci Şua Risalesini yazmıştır.  Sözlerle, Mektuplarla, Lem’alar’la başladığı çevre temizliğini nihayet Şualarla kemale erdirmiştir. Risalelerle kendini sigaya, kalpleri temize çekmiştir.

Kuddüs mahlukatta tesbihle, insanda istiğfarla tecelli eder. Kuddüs kuşu Kuddüs ismini zikrederek, kumru "Sübhane Rabbiy-el-e'la" diye inleyerek, kurbağa "Sübhane Rabbiy-el-Kuddüs" diyerek, sinekler abdest alarak, sivrisinekler kirli kanı emerek Kuddüs ismine ayna olur.

Ekmek açlara, su susuzlara, tövbe günahkârlara, istiğfar çocuk safiyetindeki günahsız kullara nimettir. İnsan bedeni fabrika gibi işler. Fabrikada faaliyetin boyutuna ve arıtma tesisinin kapasitesine göre “kir” değiştiği gibi insanda da günahın boyutuna, tövbe ve istiğfarının çokluğuna ve çocukluğuna göre değişir. Gerçekte insanı “korkutan”, “kokutan”, “kirleten” günahlardır. Kuddüs isminin tecelli ettiği insanlar kuddüs kuşları gibi daima temizdir. Sivrisinekler kan davası güder. Kanı kirlilerin peşinden gider. Eli kana bulaşmamış, kanına kir, kalbine kin karışmamışlara musallat olmazlar. Hz. Mustafa (s.a.v.) gibi yaşayanlara, O’nun neslinden gelenlerin kanına küfür ve günah kiri karışmaz.  Onlara sinek musallat olmaz. İşte Hz. Ali, Hz. Geylani, Bediüzzaman (kuddüs-i sırrıhu). Kuddüse mazhar olan Bediüzzaman gibi kutsi olur, sırlara erer; olmazsa kirli olur, bataklığa düşer.

Hamam böceklerinin “hamam sefası” yaptığı, sivri sineklerin “zevkü sefa içinde yaşadığı”, kara sineklerin kana kana kan içtiği, “içiyoruz, içiyoruz / her gece başka bir eğlence” diye naralar attığı pislikten geçilmeyen Denizli Hapsinde kendilerine musallat olmadıkları Hafız Ali ve Mehmet  Feyzi gibi çiçek insanlar vardı. Sinekler böcek gibi, arılar çiçek gibi yaşayanların peşindedir. Ne mutlu bal olanlara. Demek insan çiçek ve çocuk safiyetinde yaşasa kir bulaşmayacak, sinekler kin tutmayacak.

Yağmur, Kuddüs’ün ince işçisidir

Arzda içi kavrulup tövbe ve istiğfar eden birinin kevser kıvamındaki kalbinin kâsesinden bulutlar arşa yükselir. Arşta yağmura dönüşüp damla damla arza düşer. Temizlik arzda başlar, arşta son bulur. Kuddüs’ün kıymeti bilinmezse yağmur yerine başımıza taş yağar. Düşen taşlaşmış kalbimizdir, kalbtaşımızdır.

Yağmur arıdır, durudur. Arzlıları yıkar. Aşk, âşık erkek ve kadının arzdan arşa yükselen duasıdır.  Gözlerin buğusu ruhlar âlemine gönderilir. Dualar semavat aleminden çocuk olarak dünyaya gönderilir. Damla deryaya dönmüştür. Çocuk yağmur gibi yağmıştır anne-babanın arzına. Çocuk da yağmur gibi arıdır, durudur. Anne-babanın arşıdır. Anne- babayı yıkar. /Kıyıya, “kıyılarımıza” vuran Aylan bebek denizi de, dünyayı temizlemedi mi? / Tövbe ve istiğfar yağmur gibi yıkar. Tövbe çocukluğa dönmektir. Tövbe edip arınan hiç günah işlememiş gibidir.

Namaz kalbleri temize çekmektir

Yağmur ile arz, çocuk ile anne-baba arınır. Abdestle bedenimizi, niyazla dilimizi, namazla kendimizi “temize çekeriz”. Namaz günde beş kez tövbe ırmağında yıkanmaktır.  Bir insan 1 ay yıkanmasa kokudan yanında durulmaz. Peki, bir vakit namaz kılmadığında nasıl yanında durulabilir ki… Bir gece dişini misvaklamadan/ temizlemeden yatanın “nefes kokusu” çekilmez. Peki, dilini tövbe ve istiğfar ile misvaklamadan yatanın “nefis kokusu” nasıl çekilir? Kimse halleriyle Kuddüs ismini zikretmeyen birinin “ağız kokusunu” çekemez.

Çocuk bir ay yıkanmasa bile yine çocuğa özel güzel bir kokusu vardır. Anne sütü dışında gıdalar almaya başladığı andan itibaren güzelliğini yitirmeye başlar. Semavi iken arzileşir. İlk günlerde günde belki 20 defa altını ıslatırken idrarı renksiz ve kokusuz olduğu halde idrarını tutmayı öğrendiği andan itibaren koyulaşır, kokusu artar. İnsan da öyle değil midir? Semavi gıdalar olan dua, tazarru, niyaz ile beslendiği zaman reyyan gibi kokarken, arzi gıdalarla beslendiklerinde üzerlerindeki koku ağırlaşır. Nasıl ki idrar çocuğun vücudunda ne kadar uzun kalırsa kokusu ve rengi o kadar ağırlaşırsa, insan da beden, kalb, manevi ve cismani varlıklarının içine giren günah, isyan gibi “kirleri” tövbe etmeyerek ne kadar çok içinde tutarsa o kadar kötü kokar.

Namazda, niyazda gözü olmayanın Rabbin katında “naz”ı olur mu hiç?

Su, toprak, ateş ve hava Kuddüs isminin mertebeleridir. İnsanı merhale merhale arındırır. İnsan dünyaya hammadde olarak gönderilmiştir. Mamul madde oluncaya kadar rafineden geçecektir. Kul, su ile abdest alır, temizlenir. Bulamazsa toprakla teyemmüm yapar. Namazda, niyazda gözü olmayanın Rabbin katında “naz”ı olur mu hiç? Su ve toprakla temizlenmeyeni artık “teneşir paklar”. Kara toprak “aklar”. Günah çok, isyan sık ise kabrin eleği de yetmez. Cehennem ateşinde eritilerek temizlenir.  Tarlada buğday artığı anızları yakmak isterken kendini yakan insanları hatırla. Dünyada ateşle oynayan, günahla yatıp, kalkan o kadar çok insan vardır ki.

Niçin severiz çocukları? Günahsız oldukları için değil mi? Hz. Mustafa (s.a.v.) gibi sevdiğimiz insanları da çocuk safiyetinde temiz ve günahsız oldukları için severiz.

Kuddüs ismi Peygamberimiz ve çocuklardan sonra en çok meleklerde tecelli etmiştir. Onlar günahsızdır. Nuranidir. Nur kir tutar mı hiç…

Ormanlarda milyonlarca hayvan var ama tertemiz. Şehirlerde milyonlarca insan var ama sokaklar pislikten geçilmiyor. Çünkü insan dışındaki varlıklar her daim abdest ve namazdadır. Kurtlardan kuşlara her şey temizlik memurlarıdır. Sözleşmeli falan değildir. Kadroludur. Tam kadro çalışırlar. İşi astıkları görülmemiştir. “Hastayım” diye rapor alıp da gelmemezlik etmezler. Şehirdeki insanlar kirlenmiş. Ne Kuddüs ismini, ne de Kuddüs kuşlarının zikrini işitmezler. Ne kadar bağırırsan bağır, kulaklar kirliyse duymazlar. Ne çok kirlenmişiz. Toplu kuş ölümleri yaşanıyor çağımızda. Bizim Allah bilmez, peygamber takmaz hallerimiz karşısında üzülüyorlar. Kahırlarından ölüyorlar.

İnsanı ya Ravza ya da mezar paklar

Mezar ile ravza kardeştir. Kalbi tahir olanın mezarı ravza, hem de ravza-i muhattharadır. Asırlardır milyonlarca insan arınmak, tahir olmak için Ravza’ya, Kuddüs isminin en güzel tecelli ettiği Hz. Mustafa’ya (s.a.v.) koşuyor. O (s.a.v.) misafirlerini zemzem ile yıkamakta, kalplerini pamuk gibi yumuşatmakta, ruhlara pamuktan kaleler, Pamukkaleler, Pamukkalpler inşa etmekte.

Bereketli ve bol suları olduğu için Denizli şehrine bu isim verilmiş. Gerçekte deniz yok. Ama feyizli insan çok. Denizli yerine “Feyizli” dense yeridir. Denizli’yi “denizli ve feyizli” yapan Hasan Feyzi, Hesna, Hafız Ali, nihayet Hafız Mustafa’dır. Denizli’de Pamukkale’yi Pamukkale yapan travertenlerdir. Traverten denilen kayalar üzerinden asırlardır kaynak suları akmaktadır. Kayalar üzerinde biriken tortular pamuktan bir kale, “Pamukkale” olmuştur. Dünyanın dört bir tarafından insan arınmak ve şifa bulmak için buraya gelir.

Kocayakalı Hafız Mustafa arınmak için gâh Pamukkale’ye, gâh Emirdağ’a, gah Ravza’ya gider. Bir gün hasret ağır basar. Yollara vurur kendini. Kuddüs kuşu misali uçarak Emirdağ’a varır. Bediüzzaman’ın kuşlardan misafirleri vardır. Kuddüs kuşu ile bir saat bakışmışlardır. Ceylan (Çalışkan) içeri girer: Ben bu gece gördüm ki, Hâfız Ali’nin kardeşi yanımıza gelmiş… Bediüzzaman: Hâfız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek… Aynı günde, iki saat sonra çocuk (Ceylan): Hâfız Mustafa geldi, der. Hafız Mustafa müjdeler getirmiştir. Bediüzzaman çok sevinir. Asay-ı Musa Risalesini verir.“Hicaz’a götür” der.

Yine yollara düşer Hafız Mustafa.  Yeşil kundaklar içre, bebek safiyetinde ebedi uykusunu uyuyan tertemiz Hz. Mustafa’nın (s.a.v.) Ravza’sına Denizli Hapsinde yazılan Asa-ı Musa Risalesini koyar. Bediüzzaman’ın selamı söyler. Asâ-yı Mûsa ve Ravza arasında, Hz. Mustafa (s.a.v.) ile Hz. Bediüzzaman arasında bir daha yıkanır, durulanır.

Şimdi ben şu seher vaktinde adını taşıdığım Hafız Mustafa’nın mezarı başında arınmaya çalışıyorum. Sesim başında zikreden Kuddüs kuşlarının zikirlerine karışıyor. Ağlıyorum. Ağlayarak arınıyorum.

Hafız Mustafa!

Bu Şubat soğuğunda Mehmet Kırkıncı ile oğlunun ve üstadının adını taşıyan Said Özdemir’i yanına gönderdik. Bizdeki misafirlikleri bitti. Emaneti ehline, sana ve üstadına teslim ettik. Biz bakamadık, siz onlara iyi bakın. Hepinizin ruhlarına Fatiha…

hafiz_mustafakocakaya.jpg

Hafız Mustafa Kocayaka

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum