Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Üstad’ın adresi

Nasibimize iftar ve sahur programı sunuculuğu düşmüş. Şereftir. Nefesim yettikçe nöbetime devam edeceğim, bi-iznillah. Bu Ramazan biraz farklı bir nöbetteyim.

Benim konuklarım susuyor. İddiaları yok; ona buna etiket yapıştırmıyorlar. “İçimde bir ateş var, hiç sönmüyor, hep yakıyor yakıyor yakıyor!” diye inliyorlar. “Hep bekliyorum çıktığı kapıyı…” diyorlar da, “…belki döner diye” tamamlayamıyorlar. Ağızlarında cam kırıkları var; susunca nefessiz kalıyorlar, konuşunca kanıyorlar. “Kameralara konuşuyor” değiller; dillerini kalplerine bandırıyorlar. Canlı yayında olduklarını unutuyorlar. Kamerayı, mikrofonu hesaba katmıyorlar.

Kimi aslan parçası evladını bir gecenin karanlığında kaybetmiş; son bakışının hayaliyle avunuyor. Kimi bir yıldır eve dönmeyen babasını soran torununa teselli cümleleri kurmaya çalışıyor. Kimi eşinin son giydiği kanlı gömleğini yıkamadan saklıyor. Kimi kardeşinin en son başını koyduğu yastığı kokluyor uyanır uyanmaz. Tepeden tırnağa acemiler. Kederleri var.

Şehit yakınları onlar. Kurgusuz konuşuyoruz. Göz göze geldiğimiz anda başlıyor programımız, kameraların açılmasını beklemiyoruz. Kameralar kapandığında, söyleyeceklerimiz bitmiyor. Sıcacık kucaklaşıyoruz; nemli gözlerle birbirimize sarılıyoruz. Bir ömür beraber yürümeye söz veriyoruz. Vedalaş-a-mıyoruz!

Gecenin kalbinde, sahur sofralarının başında, bizi seyredenler sitem ediyor. Sofradaki yemeği unutuyorlarmış: “Boğazımızdan geçmiyor lokmalar!”

Onları dinlemekten memnunum. Seyircilerin iştahını kestiğim için seviniyorum. “Oh olsun!” diyor içim. Çünkü “profesyonel din dili”nden usandım. Çünkü içmediği suyu satanlardan utandım. Çünkü yüreğine dokundurmadığı acıları diline dolayanlara öfkeliyim. Çünkü kırık dökük de olsa, sahih sesler duymayı özledim. Çünkü vaaz vermekle görevlendirilenleri değil; insan hallerini vaaz diye duymak istedim.

Mahcup etmedi Allah. Umduğumu buldum. “Her insanın bir menkıbesi vardır” sözü doğrulandı. Kur’ân’ın unuttuğumuz iç seslerimizi kalbimize veren b/akışı açığa çıktı. Her insanî çırpınışın bir karşılığı varmış ayetlerde; şahit oldum, itminan buldum.

Misafirlerimden duyduğum iddia değil, itiraflar oldu. Kalbini unutanların hoyrat seslerini susturdum, bana kalbimi hatırlatanların onurlu sessizliğine kandım.

Bir kez daha gördüm ki Üstadım Bediüzzaman Said Nursî doğru yerde duruyor. Profesyonel din dili ile konuşmuyor bize. “Başka şeyler” söylüyor. Bedeli ödenmiş Sözler’i seslendiriyor.

Düşe kalka yürüyen, unutup hatırlayan, yanılıp özür dileyen bir insan olarak hakikatle yüzleşmenin kayıtlarını tuttu. Adeta tüm unvanlarından soyundu da, insanlığını varoluşun rüzgârına bıraktı. İçi acıdı. Solup giden güllere eseflendi. Dağ başı yalnızlığından ayetlerin göğüne uzandı. Hapishane penceresinden hüzünlü gelecekler gördü. Barla’nın saf köylülerine bahar dallarında yazılı diriliş müjdelerini okudu. Günün beş vaktinde yaşadığı kalbî kırgınlıkları duyumsadı, ümitlerini dillendirdi. İçinin sesine kulak kesildikçe, ayetlerin sesi satırlarında billurlaştı, yeniden çağıldadı. Kalbimize d/okundu vahyin taze akışı.

Bu yüzden olmalı. Evet, bu yüzden olmalı bu topraklarda Risale-i Nur’u profesyonellerin değil de, amatörlerin keşfetmesi. Bir marangozun tozlu yüzünde, bir çiftçinin nasırlı ellerinde, bir ayakkabı ustasının deri kokan kucağında, bir tır şoförünün parıldayan gözlerinde bulduk Risale-i Nur’u.

Şehit yakınları gibi acemi onlar da… Kalplerine akan o sıcak şeyin adını duyuruyorlar sevdiklerine. Dudaklarına taşan taze tefekkür rayihasını bulaştırmak istiyorlar temas ettiklerine. Heyecanlarını ölçüsüzce paylaşıyorlar, şefkatlerini çerçevesiz fısıldıyorlar. “Nitekim Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki…” diye söze girmeleri hep aşklarından, hep aşklarından…

Hayır, vaiz değiller. Bediüzzaman propagandacısı hiç değiller. “Konuşuyor” değil onlar; içlerini döküyorlar. Teorisyenlerin kendileri hakkındaki teorilerini doğrulamak zorunda olduklarını bilmiyorlar. Profesyonellerin havalı analizlerinde öğütülmeye gelmiyorlar. Herhangi bir örgütsel yapının hiyerarşisinde kendilerine yer aramıyorlar.

Kar taneleri gibi sessizce iniyorlar aramıza, bir dokunuşta eriyecek kadar kırılganlar ama şehri karşı konulmaz bir beyazlıkla kuşatıyorlar. İyi ediyorlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum