Üniversiteli gençler muhabbet seminerinde buluştu

Üniversiteli gençler muhabbet seminerinde buluştu

Diyarbakır Kültür Merkezi(DKM) tarafından hazırlanan üniversite seminerinde bu hafta Telhan Vural “Muhabbet” konusunu işledi. Seminer notları şöyle:

1-Muhabbet ve ilgili kavramlar

Şefkat: Karşılıksız bir muhabbettir ücret istemiyor. Hz. Yakup’un (a.s) Hz. Yusuf’a (a.s) karşı olan muhabbetidir. Şefkat halistir mukabele istemiyor. “Bir zat şefkat ettiği evladı münasebetiyle, bütün yavrulara, zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık gösterir.

Aşk: ise mukabele ister maşukundan başka kimsenin kalbinde yer bulmasını istemez çünkü sadece bir şeye vardır. Ancak aşkı mecaziyi aşkı hakikiye çevirsen mana hâsıl olmuş olur oda biraz zordur ileriki konularda değineceğiz.

Muhabbet: sevgi, dostluk manalarına gelir. Sonra tasavvufta bu sevgi mürşidini canından malında çok sevmek gibi yani ‘’fena fiş’-şeyh’’olmak anlamında kullanılır.

Risale-i nur’da şöyle ifade edilmektedir; Muhabbet şu kâinatın bir sebebi vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. Mesela kâinatın yaratılış sebebine baktığımızda yine muhabbet vardır.

Her cemal ve kemal sahibinin kendi cemal ve kemalini görmek göstermek ister. Bu kaideyle Allah insanlara muhabbet denen bir duygu vermiş ve o duygu vasıtasıyla sevmek sevilmek istemiş. Çünki cemal, bizzât sevilir. Zîcemal ve cemal, kendi kendini sever. Hem hüsündür, hem muhabbettir. Kemal dahi, bizzât mahbubdur, sebebsiz olarak sevilir. Hem muhibdir, hem mahbubdur. Yani Allah cemal ve kemalini göstermiş ve onlara karşı muhabbet etmemizi istiyor. Yani muhabbet olmasaydı Allah cemal ve kemalini göstermeyecekti diye düşünüyorum.

Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Ben şöyle anlıyorum hakikaten insan kâinata baktığı zaman müthiş bir bağlantıları var. Nasıl yani baktığımızda güneş adeta insanlar üşümesin yada onları göreyim dercesine hem muhabbetini parlak bir şekilde doğmasıyla gösteriyor hem bir sürü fayda sağlıyor. Meyvelere baktığımızda aynı şekilde insanların yüzüne gülerek adeta kendilerini sevdiriyorlar ve tavuğun yavrusu için başını ite kaptırdığı gibi biz insanlar aç kalmasınlar diye başını açlığa kaptırıyor ve kendilerini feda ediyorlar. Sonra kâinat içerisinde yine aynı şekilde bir bağlantı görebiliyoruz. Bitkilerin olgunlaşması için güneş ışığını karşılıksız bir şekilde veriyor, bitkiler hayvanlara kendilerini feda ediyorlar ve birbirleriyle o kadar güzel bir dayanışma içerisindeler ki her biri diğerinin imdadına muhabbetle koşmaktadır arı insanlar için gecesini gündüzüne katıyor yeter ki onlara bal yapsın diye, bulut kurak topraklara rahmet oluyor susamışların ihtiyaçlarını görüyor vs. örnekleri çoğaltabiliriz.

Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. Yani nur olmasa zulmete kalırız ve her yer kapkaranlık olur ne bir şeyden lezzet alırız ne Allah’ın yaratığı güzelliklere karşı bir tefekkür edebiliriz nede çoğu nimetten faydalanabiliriz yani hepsi karanlıkta kalır. Aynen öyle de kâinatın nur-u muhabbeti çıkarırsan aradaki bütün bağlantılar kopar ve adeta bir insandan hayatı çektiğiniz gibi nasıl ki vefat ediyorsa kâinatta öylece vefat edecektir ve bütün mahlûkatların aralarındaki bağlar kopardı Yani her birimiz birer robot gibi gezerdik ne bir şeyden lezzet alır nede iştiyakımız olurdu. Dolayısıyla kimse üzerine düşeni yapmak istemezdi ve yaşamanın bir anlamı kalmazdı. En önemlisi de Allah‘la aramızdaki muhabbet ve Peygamberimizle(a.s.m) aramızdaki muhabbet bağı kopardı ve her şey manasız kalırdı.

Örneğin: annenin evlatlarına karşı bir sevgisi yok insanların diğer mahlûkatta karşı muhabbeti yok yani bu şekilde düşünürsek muhabbet olmasaydı yaratılanlarda israf olurdu ve bütün o güzellikler Allah’ın isim ve sıfatları da haşa yukarıda ifade ettiğim gibi manasız kalırdı diye düşünüyorum. Çünkü bizim bunlara karşı iştahımızı oluşturan onlara karşı olan muhabbetimizdir. Toplumlara baktığımızda yine onları bir arada toplayan muhabbettir. Bir toplumda ne zamanki bir çözülme görülürse bilin ki aradaki muhabbet sekteye uğramıştır. Asr-ı saadette baktığımızda hepsinin kalbi sanki bir kalpmış gibi Resul-i Ekrem (a.s.m) muhabbet besliyor ve birbirleri için yine aynı bu sevgi bağı kuvvetleniyor. Ve buda bir olmalarını sağlıyor. Aynı şekilde bu sevgi bağı bir ailede ne kadar sağlamsa huzurları birlikleri o nispette artıyor.

2-Fani Olana Muhabbet

İnsana fıtratı itibarıyla mevcudata karşı cami bir muhabbet kabiliyeti verilmiştir. İnsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir.

Yani kalbindeki muhabbet bütün kâinatla bir bağlantı içerisindedir. Nefsine hoş gelen neyi bulsa seviyor onlara malik olmaya çalışıyor. O benimdir şu benimdir. Gözünü hiçbir şey doldurmuyor yani dünyayı versen bana mı demeden yutar. Ve buda onu dünyaya kaşı azim bir hırs yapmasına sebebiyet verir. İşte o hırs ve sahiplenme duygusu ile

Dünyayı seviyor, evlatlarını seviyor, kardeşlerini seviyor, evini, emanettir dediği malını, gençliğini ve ona verilmiş bütün nimetlere karşı yüksek bir muhabbet besliyor. Ancak birde bakıyor ki hiçbiri kararında kalmıyor durmuyorlar gidiyorlar. Tabi doğal olarak bu gidişler durmamalar elem veriyor firaktan azap oluyor. Çok sevdiği gençliği yerini ihtiyarlığa bırakıyor hüsnü sûretini sevdiği refika-i hayatının hüsnü yerini çirkinliğe bırakıyor. Çok sevdiği ve bütün duygularıyla muhabbetini hissetiği makamı başkasının eline giriyor. Ve aciptir ki kimseyle bu sevgisini paylaşamıyor çünkü sadece kendisinde olmasını istiyor. Ancak olmasını istediği her şeyi zahiren ademe gidiyor. Mesela birini fani olan yani sadece kendisine bakan cihetiyle muhabbet ederse başka hiç kimsenin sevmesini istemez hatta kıskanır. Örneğin biri bir adamı zenginliği için sevse bir başkasının onunla arkadaşlık kurmasına dahi tahammül edemiyor bu kardeşi veya sevdiği biri olsa dahi. Çünkü bunu kendi mefaatine tehlike olarak görüyor.  Ve kendisinin faniye muhabbet etiği gibi fena olanında ona aynı derecede muhabbet etmesini ister. Şairler sanatçılar bunu öyleleri adına çok güzel bir şekilde ifade ediyor. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, maşukundan şikâyet eder. Bu şikâyetlerin temelinde maşukundan karşılık görmemesinden kaynaklanıyor.

Hatta bazen kendilerine ve sevdiği kişiye çok büyük zararlarda verebiliyor. Nitekim haberlerde sıkça rastlıyoruz işte bugün şurada filankes sevdiği birini öldürdü vs. örnekleri vardır.

Yani karşılıksız değildir çünkü sevdiği şey onun zıddını söylese üzülüyor küsüyor. Ayrıca bütün muhabbeti masivaya karşı olduğundan çok dar kapsamlı oluyor. Yani insan zamanla her şeyi kendisine ait olduğunu zannediyor. Örneğin bu benim evim şu benim arabam gibi verilen nimete karşı şükür yerine gurur yapıyor. ve hep onda kalacakmış havasına kapılıyor Allah’ın malik-ül mülk olduğunu unutuyor. Elinden çıktığı gün hayata kaşı bir isyan bayrağını açıyor ve hayatı verene karşı yine aynı şekilde maazallah isyan edebiliyor. Ve edenlerde vardır işte Allah’ım neydi günahım veya bula bula benimi buldun gibi işte kadere sataşanlar hep fani muhabbetten kaynaklı sıkıntılardır. Mesela maddi olarak servetini kaybeden bir insan hemen bunalıma giriyor ve hayatın sanki onun için bitiğini zannediyor. Çünkü sadece malı mülkü evlatları için yaşadığını düşünüyor ve uğruna yaşadığı her şey yavaş yavaş  o mal mülk çocuk  elinden çıkıyor. Aynen öylede dünyevi sevgilerin sonuçları da bunun gibi ya maşukuna isyana ya yalnızlığa mahkûm ya da derin bir firak üzüntüsü içerisinde bırakıyor. Yani çok sevdiğin malın mülkün seni tanımıyor. Hatta giderken sana danışmadan sormadan arkasına bakmadan gidiyor. Aman ben bu kişinin evladıydım gençliğiydim malıydım demiyor. Giderken beni bırakıp nereye gidiyorsun demeye bile fırsatın olmuyor. Sadece arkasından bakmak kalıyor ona altıncı sözdeki mağrur adamın yaptığı gibi muharebe zamanında hiçbir şeyini muhafaza edemiyor. Sonra sağa sola sataşıyor. İşte hep bu mecazi muhabbetler değil mi ki koca adamları basit ve fani şeylere köle yapan. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakikî'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir. Farz edelim cumhurbaşkanı seni sarayına davet ediyor ikramlar ihsanlar ediyor seni çok güzel bir şekilde ağırlıyor sen ise orada ki servis yapan görevlilere dalkavukluk ediyorsun ve her şeyi onlara veriyorsun teşekkürleri taktirleri hatta cumhurbaşkanını unutuyorsun ne kadar ayıp ve yanlış bir davranış olur. Yada cumhurbaşkanın görev verdiği bir memurun onun emrine kulak asmayıp menfaati için çalışsa cumhurbaşkanı bunu duyduğu gibi cezayı verir. Yani öylede insan ayine-i samed olan kalbindeki muhabbeti bu servisçiler ve hizmetkârlar hükmünde olan şeylere verirse bundan bin kat daha ayıp olur ve Allah’a karşı edepsizlik olmuş olur. Ve sana verilen muhabbet etme görevini kötüye kullandığın için cezaya da müstehak olursun.

3-Hakiki Muhabbet ve Ulaşma Yolları

Muhabbet, çendan ihtiyarî değil. Fakat ihtiyar ile, muhabbetin yüzü, bir mahbubdan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ: Bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü, mecazî mahbubdan hakikî mahbuba çevrilebilir.

Mesela meyvelere baktığımızda gerçekten ihtiyarımız dışında olan bir muhabbet besliyoruz seviyoruz hani canım çekti dediğimiz şey. Ben zorla şu meyveyi seveceğim diyen hiç kimse göremesin. Yada insanın annesine, babasına, kardeşlerine vs. sevdiği şeylerin zorlama bir sevginin sonucu olmadığı görüyoruz. E bu muhabbet olması kaçınılmaz oluyor ancak yukarıda gördüğümüz kadarıyla çok sağlıklı bir muhabbete değil. Çünkü sevdiğin her şey gidiyor sürekli hareket halindedir. Peki, ne yapacağız sevmemeye çalışsak da olmuyor canımız çekiyor çünkü. Elbette muhabbet besleyeceğiz zaten beslemekte zorundayız çünkü ihtiyarımız dışında olan bir duygu ancak sevdiğimiz her şeyin fani olduğunu biliyoruz ancak o kadar ülfet peyda etmiş ki farkına bile varmıyoruz Kur’an-ı Kerimle ve risale-i nurlarla ve bunu baki bir muhabbete çevirmenin yolarını arıyoruz birden risale-i nur imdadımıza koşuyor evet istediğin muhabbet çeşidi var diyor çünkü bitmeyen bir muhabbet arıyoruz ya. Ta'dad ettiğin sevdiklerini, sevme demiyoruz. Belki onları Cenab-ı Hakk'ın hesabına ve onun muhabbeti namına sev, deriz. Meselâ: Leziz taamları, güzel meyveleri, Cenab-ı Hakk'ın ihsanı ve o Rahman-ı Rahîm'in in'amı cihetinde sevmek, "Rahman" ve "Mün'im" isimlerini sevmektir, hem manevî bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren; meşru dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane, müteşekkirane yemektir.

Peder ve valideni seni terbiye ettikleri için ve sana yaratıcının kim olduğunu öğrettikleri için seversen Allah için olur. Yine evlatlarını Allah’ın birer hediyeleri nazarıyla baksan ve Allah’ın emanetleri olduğu bilinciyle sevsen buda Allah adına olmuş olur. Çünkü musibet zamanında başlarına bir şey geldiklerinde Allah’ın mumlukları olduğunu bilmek lazım ve sabır göstermek gerekiyor. Hem dostlarını da aynı şekilde Allah’a dost olmaları cihetiyle sevsen Allah hesabına olur.  Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymetdar ve en şirin cemali ise; ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaîfe, latife mahlukun hukuk-u hürmeti, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda bîçare hakkını kaybeder.

İşte bütün bunlara ve daha fazlasına Allah namına sevsen hem bu dünyadaki elemlerden firaklardan kurtulur rahatlarsın hem ahirete hadsiz faydalarını göreceksin. Yoksa bu dünyada sana fayda sağlamadığı gibi aksine elem veriyor ahirete dahi ceza olup başına bela edeceksin. Çünki zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلاَ بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ{٢٨}

Şimdi bunun yollarına bakalım, yani bu muhabbete nasıl ulaşacağız? Cenab-ı Hakk'ın masivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur. Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar. Nasıl ki şükür ve tefekkür yani sebepler vasıtasıyla Allah’ı bulmak gibi durumlarda eserden yola çıkıp incelemeler yapıyoruz ve bu şekilde müessiri buluyor ve  tahkiki imanı elde ediyorsak, yani aşağıdan yukarıya olsa  şüphelere karşı  daha sağlıklı asıl mal sahibine ulaşmakta daha kolay bir yoldur.  Muhabbete bu tam tersi işliyor yani yukarıdan aşağıya olması gerekiyor. Önce Allah’ı sonra Allah’ın sevdiği her şeyi sevmek daha kolay olur. Burada mahlûkata dağıtığı sevgi, eksiklik değil bilakis kemalat getirir. İsteğin kadar sev eksilmez tam aksine bereketlenir ve güneş parlak ve çok kapsayıcı olur.

Diğeri ise aşağıdan yukarıya doğru olur. Yani önce masivayı ve mahlûkatı sever, sonra Allah’a muhabbet etmeye doğru gitmeye çalışır. Giderken, çok zorluklarla karşılaşır çünkü kuvvetli bir masivaya denk gelse aşmama ve geçememe riski çok büyüktür. Yada ona takılıp onda boğulma tehlikesi var. Sevdiğimiz mahlûkat çok fazla olunca kesrete kaybolma ve boğulma kaçınılmaz olur. Hele ki bu ahir zamanda daha da zorlaşmıştır çünkü maddi şeylere karşı muhabbetimiz o kadar artmış ki neredeyse bütün hayatımız buna göre şekilleniyor.

Bu yüzden aşağıdan yukarıya muhabbet tarzı güvenli ve sağlam değildir. Herkesin kavi ve aşılamaz sebebi farklı olabilir, kimisi için bir mal mülk sevgisi, kimisi için gençlik ve şehvet olur, kimisi için mecazi bir aşk, kimisi şan ve şöhret, kimisi için evlatları, kimisi eşi vb. çok masiva sayılabilir Bu fani muhabbetlerde takılıp baki muhabbete layık olan Allah’a bizi ulaştırmayabilir. Velev ki olsa bile o kadar badireler geçmiş olacaksın ki bu sefer her biri birer yara bırakır ve yine safi bir muhabbet olmaz eksik kalır Çünkü kalbinde her biri yer edinmiş olacak.

İnşallah bizim sevgimiz yukarıda aşağıya doğru olur yani helal dairesinde her şeyi Allah için sevebiliriz. Ki bunun göstergesi ve gerçekliği sünnet-i seniyyeden geçer. Nitekim Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır; اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰه  Meali: De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin. Peygamber (a.s.m) elimizden geldiği kadarıyla uyarsak inşallah bu muhabbetimiz baki bir muhabbete dönüşür.

dkm4-002.jpgdkm3-002.jpgdkm1-004.jpgdkm2-005.jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.