Gülay PINARBAŞI

Gülay PINARBAŞI

Türkiye’de yaşanan İslam ahlâkı

Türkiye'nin neresine giderseniz gidin her köyünde mükemmel ağırlanırsınız. Ülkemizin misafirperverliğinin ünü tüm dünyaya yayılmıştır. Sadece bu ahlakı görüp yaşamak için yurtdışından gelen turistler bulunmaktadır. Çoğu turist de sırf bu nedenle ülkemize kalıcı olarak yerleşmekte, kendi vatanlarına bir daha geri dönmemektedirler. Bizim milletimiz yüzyıllardır İslam'ın güzel ruhu ile bütünleşmiştir. Kuran ahlakı tüm tavırlarına yansımıştır. Türkiye'nin bu durumu diğer İslam ülkelerine de örnek teşkil etmektedir. Türklerin şefkate, merhamete, sevgiye, dostluğa, yardımseverliğe, kardeşliğe çok önem vermeleri İslam anlayışının bir gereğidir.

İslam ahlakının yayılmasına engel olmak isteyen insanların hayatlarına baktığınızda materyalist yaşamın üzerlerinde nasıl bir yıkıcı etki oluşturduğunu çok açık görebiliyoruz. Allah inancı ile kalbi dolu olan bir kişinin herhangi bir olaydan üzüntüye kapılması, korkması, sinirlenmesi gibi hisler yaşadığı görülmez. Çünkü yaşamına kendisinin üzerinde çok büyük bir gücün, Yüce Allah'ın hakim olduğunu bilir. Allah tarafından sevilen ve korunan bir Müslümanın, yaşadığı hayat boyunca sevinç ve iman mutluluğunun dışında başka bir duygu yaşaması mümkün değildir. Materyalist bir yaşamda iç dünyanın daimi stresli olduğu, korkularla kaplı, ince hesapların yapıldığı, kafanın içten pazarlıklarla dolu olduğu, zifiri karanlık bir dünya oluşur. Bu ruh hali kişiyi yıpratır, ruh sağlığını da fazlasıyla bozar. Ruhi açıdan zayıf olan bu kişiler , başka insanlara karşı da sevgisiz ve soğuk olurlar. Onlardan güzel bir mimik, nezaket, takdir görmek veya mağdur durumdayken yardım görmek neredeyse imkansızdır.

Milletimizin şefkati ve insaniyeti ile tanınan bir ülke olmasının nedeni materyalist bir hayattan uzak olmasıdır. Halkımız muhafazakarlık karşıtı yapılan her türlü çaba ve provokasyona rağmen manevi köklerinden kopartılamamıştır. Bu kökler Osmanlı İmparatorluğunu da aşıp Selçuklulara dayanacak kadar eskidir.

Said Nursi Türklerin yaşadığı iman coşkusuna inanan ve bu özelliklerinden dolayı özel bir kaderleri olduğunu belirtmiştir. Bu görüşünde en büyük dayanağı Peygamberimiz (s.a.v)'in hadisleridir. Bediüzzaman, Müslüman Türk Milletinin manevi şahsiyetine olan inancını şöyle dile getirmiştir:

"Allahü Zülcelal Hazretleri, Kuran-ı Kerim'de öyle bir kavim göndereceğim ki onlar Allah'ı, Allah'ta onları sever" buyurmuştur (Maide Suresi, 54). Ben de bu beyan-ı İlahi karşısında düşündüm. Bu kavmin bin yıldan beri Alem-i İslam'ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım."

Peygamberimiz (s.a.v), Türkler hakkında şöyle buyurmuşlardır;

"Ey Ali ! Sizler Beni Asfar (Rumlarla) çarpışacaksınız. Oysa sizden sonra onlarla asıl çarpışacak ( bir millet ) "İSLAMIN YÜZ AKLARI" uluları gelir. Onlar öyle kimselerdir ki Allah yolunda mücadele etmekten; ne bir kınayanın kınamasından ve ne de onlarn dedikodusundan aska çekinmezler" ( İbn Kesir )

Halkımız, Peygamberimizin (s.a.v)'in sevdiği bir millet olmanın haklı gururunu yaşamalı, bu sevginin asıl nedeni olan Kuran ahlakına sıkı sıkıya sarılmalı ve hükmedenlerin hakimi olan Yüce Allah'ın yeryüzüne salih kullarını hakim kılacağını unutmamalıdır:

"Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık." (Enbiya Suresi, 105)

Milli Gazete

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum