Risale-i Nur’un gülümseten yüzü: Musa Yukarı

Risale-i Nur bağrında yüzlerce kahraman yetiştirmiştir. Hepsinde Bediüzzaman’ın en az bir güzel özelliği tecelli etmiştir. Kimisi Zübeyir Gündüzalp gibi düşündürmüş, kimisi Hasan Feyzi gibi ağlatmış, kimisi de Musa Yukarı gibi güldürmüştür. Mûsa Yukarı, 1930 yılında Denizli’nin Tavas İlçesinin Ovacık Köyünde dünyaya gelir.

Zeki ve başarılı bir çocuk olan Mûsa’yı öğretmenleri öğretmen okuluna yazdırmak ister. Fakat öğretmen olursa namazı bırakacağından endişelendiği için vazgeçer. Yıllar sonra fedakârlığının mükâfatını görecek, çağın öğretmeni Bediüzzaman’la tanışacak, Risale-i Nur okulundan mezun olarak Nur derslerinin aranan gönüllü öğretmeni olacak, kahvehaneden camiye, hastaneden hapishaneye her yeri okul bilip iman hakikatlerini anlatacaktır.

Musa ile Kadir Emirdağ’da Üstadı ziyaret etmek isterler. Öğle vakti Üstadın eşiğine varırlar. Musa’nın kalbi çarpmaya başlar. Heyecandan hiçbir şeyi görecek halde değildir. Tam kapıyı çalarken omzuna bir el çalınır. “Ben polisim.” Bu olmadı işte. Kaderde Sultanı göremeden eşiğinden dönmek de varmış…

Karakoldaki aramada Musa’nın üzerinden Ankara Nur Talebelerinin mektubu çıkar. Komiser yumuşak bir giriş yapar. “Oğlum bunu kim gönderdi?”

Musa bu durumlarda nasıl hareket edileceğini Ahmet Feyzi’den öğrenmiştir. “Bilmiyorum.” Komiserin canı sıkılır. “Bunların evinde Risale yakalayın; bunu nereden aldın diye sor. Adres verir. Baskın yaparsın. Adam iki sene evvel ölmüştür. Diri adam ismi vermez bunlar?” Komiserin dediği doğrudur. Feyzi, daha önce Musaların şahsında Nur Talebelerini bu gibi durumlar için uyarmıştır. “Bu kitabı kimden aldın?’ derlerse, yeni ölmüş bir Nur Talebesinin ismini verin” demiştir. Komiser insaflıdır. “Sizi bırakıyorum. Bir daha Hocaya giderseniz hapsettiririm.”

Karakoldan çıktıktan sonra tekrar Üstadın evine yönelirler. Bir polis vefalı çıkar, onları Üstadın Emirdağ’daki manevî temsilcisi Mehmet Çalışkan’a götürür. Mehmet, Musaları gördüğüne hem sevinir hem de şaşırır. “Akşam derste Zübeyir Ağabey duymuş. ‘İzmir’den iki Nurcu gelmiş’ diye aramış, ama bulamamış. Şimdi sizi ben götürsem, beni herkes tanıdığı için mahzurlu olur.”

Cümlesini tamamlamadan Musa devreye girer. “Biz Üstadın evini biliyoruz.”

Üstadın kapısına varırlar. Talebelerden birisi “Üstad kabul ederse haber gönderirim” der. Musa için tedirgin dakikalar başlar. Üstad ya kabul etmezse. Ya o kapıdan bir daha dönerse. Duâlara durur. Dudakları rüzgâra tutulmuş yaprak gibi titrer. Yarım saat sonra güzel haber gelir. Dünyalar Musa’nın olur. Kapının kilidi açılır. İçeri girerler. Huzura alınırlar. Yılların özlemi sona erer. Musa dünya gözüyle ilk defa Üstadı görmektedir. Üstad yorgun, yaşlı ve hastadır. Musa’ya ellerini uzatır. Ah bu eller sonbahara uğramış bir ağacın dalları gibi dünyaya veda etmeye hazırlanmaktadır. Merhaba demeden hoşça kal demek ha…

Ömrünün son baharını yaşayan o narin ellere uzanıp aşkla öper. Sonbahar kokan o eller Musa’ya baharlar bağışlar. Otuz yaşında yeniden doğmuş gibidir. Üstad acele etmektedir, kışta gelmiş baharda gidecektir. Baharı Zübeyir ruhlu fedakârlara emanet edecektir. Musa’da genç bir Zübeyir görür. “Seni Zübeyir’in yerine kabul ediyorum.”

Feyzi, Musaları Üstadın yüzüne uzun süre bakmamaları konusunda uyarmıştır. “Bizim gözler nâmahreme baktığı için, onlardan gelen günahlar göze sirayet eder. Üstada bakınca rahatsız eder.”

Musa, Feyzi’nin sözünü tutar. Üstada ömürlük bir bakıştan sonra gözlerini odanın içinde gezdirir. Duvardaki “Dost istersen Allah yeter” levhasına takılıp kalır. Üstadın kokusundan sonra billur sesi odayı doldurur. Dağ suyu akmaya başlar. Musa kalbini Üstada, dudağını oluğa dayar.

“Küfür ejderhasının bel kemiği kırılmıştır, artık küfür bir daha belini doğrultamaz, hiç müteessir olmayınız.”

Su biraz daha durulur.

“Risale-i Nur’un hocası Risale-i Nur’dur, yâni Risalelerde her şey vardır.”

Musa yarım saat dağ sularını kana kana içer. Yazın ortasında dağ rüzgârları esmektedir içinde. Artık rüzgârın başkalarını da serinletmesi gerekmektedir.

Üstad Kafkas Rüzgârı Zübeyir’e döner: “Bunlar masraf edip gelmişler, yol paralarını ver.” Mesaj alınmıştır, ayrılık vaktidir.

Musa o günden sonra Risalelerden aldığı feyzi zekâsı ve esprileriyle yoğurur. Köy, kasaba, kahvehane, hapishane demeden iman hakikatlerini anlatır. Herkesin halet-i ruhiyesine göre konuşmasını bilir. Gelebilecek eleştirileri ustalıkla, kırmadan savuşturur. Kendi ifadesiyle yaptığı, gıcırdayan kapıyı yağlayıp sesi kesmektir.

Hizmetle hapishanenin yolları sık sık kesişir. Hizmet ehli buna her zaman hazır olmalıdır. Musa da hazırlıklıdır. Abilerin tavsiyesiyle evde daima bir Risale bulundurur. Bu hizmete devam ediyorum mesajı ihtiva etmektedir. Diğerlerini saklar, bu da korku haram, tedbir vacip ilkesinin gereğidir. Bir gün Hâkim tehdit edince ‘Cezam idam da olsa oturduğunuz sandalye, masa şahit olsun ki ben Nurcuyum’ diyerek dünyaya restini çeker.

Dünyanın oyun ve oyalanma, asıl olanın Kur’ân olduğunu bilen Musa bereketli bir ömür yaşar. Birçok gencin iman hakikatleriyle buluşmasına vesile olur. Abdest tadındaki arı, Kur’ân tadındaki saf hayatı Yasin Sûresinin şerhi gibidir. 85 yaşında 8 Mayıs 2015 tarihinde Yasin Sûresi’ni okurken vefat eder. Yasinlerle Ayrancı Kabristanına uğurlanır. Allah rahmet etsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum