Oruca tutulduk bugün

Sahurda başladı her şey... Gökyüzüne yükselerek yıldızlarla raks etmeyi düşündüğüm çok hoş bir anda tutuldum ona.

Kitaplarımın arasından yol almayı düşündüm önce. Çalışma masam kadar uzakta bir yanılgıydı gördüğüm. Evet, dünya demek ki bu kadar fâniydi.

Ruhumun enginliğine doğru seyreyledi hikayelerim. Yeşil bir aydınlık sarmaladı satırlarımın belini.

Anladım ki, ruhumun göklerinde yaşanmakta olan apaydınlık bir “Oruç Tutulması”ydı.

Kimsenin olmadığı sokağa bir göz atmak istedim sonra. Pencereyi açtım ve aniden sonsuzluğuna atladım caddenin.

Gerçekten de kimse yoktu. Gerçekten de cadde yoktu. Gerçekten de “ben” yoktum. “Gerçekten” başka  “gerçek” yoktu...

Gerçek sandıklarım cadde kadar boşmuş diye geçirdim içimden. Karanlık kadar ıssızmış varlığım oysa.

Yürüdüm bir kaç adım. Bir kaç uçuş, bir kaç koşuş, bir kaç asır, bir kaç kaçış... Yürüdüm bir kaç adım ilerideki sokak lambasının aydınlığına doğru.

Karanlıkta görünmeyen ben, şimdi lambanın etrafında uçuşan pervaneler kadar fark edebiliyordum papuçlarımı, gömleğimi, parmaklarımı...

Sonra üşüdüğümü fark etim. Zaman serindi. Saçlarım bile beyazlamıştı çünkü. Yıllar yağmıştı sonra hücrelerime. Sırılsıklam “yaşlanmıştım”

Evimin açık penceresine doğru bakmak istedim sokak lambasının altından. Olamazdı, bakılamazdı, anlaşılamazdı.

Onlarca evden, yüzlerce karaltı çıkıyordu sokağa doğru. Lambanın altından görebildim herşeyi. Yüzlerce karaltı caddedeydi şimdi.

Herkes sokak lambasının aydınlığına doğru koşacak diye düşündüm önce. Böyle olmadı. Karanlıkta kaldı insanların çoğu.

İki çocuk, üç hanımefendi, altı beyefendi karaltı yürüdü bana doğru. O sırada, “ışığın kaynağı ben değilim” diye hatırlattım gafletime.

Lambanın aydınlığına doğru yürüyorlardı gerçekte. Benim de hücrelerime kadar aydınlandığım lambanın aydınlığına...

Sonra aydınlandılar ruhlarına kadar. Diğerleri karanlıktaydı. Seslendik, çığlık attık, feryat ettik... Korkunç kahkahaların ardından çığlık atarak karanlığın oldular.

Şimdi dönüyorduk; kendimize... Şimdi dönüyorduk; pervaneler gibi... Şimdi dönüyorduk; aslımıza.

İsimler dönüyordu, biz isimler oluyorduk, isimlerle doluyorduk... Samanyolu caddesinde isimlerle ruh ruha dönüyorduk.

Hayy, Rahîm, Kayyum, Kadîr, Hakîm, Alîm, Ferd, Ehad, Rahman, Adl, Kuddüs gibi yüzlerce isim aydınlatıyordu varlığımızı şimdi.

Karanlıkta kalıp da karanlığın olanların anlayamayacağı kadar aydınlanmıştık. Şimdi on iki aydınlık lambaydık.

Evler geride kalmıştı, sevgililer, paralar, mallar, mülkler hepsi geride kalmıştı. İsimlerle aydınlanmıştık karanlık sokaklarımızda.

Ertesi gün sokağa çıkacak karaltıların aydınlığından kaçamayacağı kadar çoktuk şimdi. Aydınlığı çoğaltmıştık çok şükür.

Sonra iki çocuk, üç hanımefendi ve altı beyefendi aydınlık yürüdü bana doğru. Oruca tutulduk dediler hep bir ağızdan, orucun aydınlığına tutulduk.

Gülümsedim ve eve doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda seccadem sevinçle karşıladı beni. Uzunca bir zaman dertleştik sonra.

Ertesi gün her taraf daha bir aydınlıktı. Gözler, yüzler, alınlar daha bir aydınlıktı. Ne oluyor diye sorduklarında, uzakta beliren milyarlarca sokak lambasını gösterdim ve şöyle cevap verdim gülerek:

“Bu aydınlığın sebebi “Oruç Tutulması”dır kardeşim. Milyarlarca Müslüman oruca tutuldu bugün...” (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.