Kuzey Işıkları İnebolu Nur Kahramanları

Herkesin bir hikâyesi vardır. Çağın tefsiri Risale-i Nur’da herkese hitap eden bir hikâye vardır. Benim hikâyem 1990 yılında Kırklareli’nde lise öğrenciyken bu kitaplarla tanışmamla başladı. Bediüzzaman isimli kahraman 50 yıl önce vefat ettiğinden rüyalar dışında görmem imkânsızdı. Oysa ben onu göremesem de onu gören gözleri görmek istiyordum. Fakat aradan geçen bunca zamandan sonra hâlâ onu görenlerden birinin yaşadığına ihtimal vermiyordum. 1996 yılında garip bir şekilde yolum İnebolu’ya düştü. O güne kadar Bediüzzaman’ın şehirlerinden haberdar değildim. Gençtim, şehirlerden çok insanlarla ilgiliydim. Bediüzzaman’ın İnebolu’ya geldiğini ve bu şehircikte onu görenler olduğunu bilmiyordum. Rasim Sürav isimli bir Nur Kahramanı vasıtasıyla Risale’lerde ismi sıkça zikredilen İbrahim Fakazlı ile tanıştım. İlk defa Bediüzzaman’ı gören bir göz görmüştüm; kendimi kaybetmiştim.

Fakazlı 84 yaşındaydı. Kabre yüzünü dönmüştü; ama gözleri konuşmaya devam ediyordu. Bizimle konuşmuyordu; sesindeki heyecandan bunu anlayabiliyorduk. Gözleri yılların yorgunluğu içinde bir sinema perdesi gibi resmigeçit yapıyordu. Kendini sonsuzluğa götürecek uzun bir yolculukta saklı vuslat anlarını tekrar tekrar yaşıyordu. Susarak, gözleriyle konuşuyordu. O gözler Üstad’la geçen günlerini İbrahimvari bir hazla anlatıyordu. Onun gözünden Bediüzzaman’ı görecek kadar derin değildim. Ama Bediüzzaman’ı ve İnebolu Nur Kahramanlarını anlatmak gerekiyordu. O gün İnebolu benim hikâyemin en önemli durağı oldu. Bediüzzaman’ı daha başka gözle görmeye başladım. Onun ve talebelerinin hayat hikâyelerine daha fazla odaklanmam gerektiğini anladım.

Bediüzzaman’ın hikâyesi 1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde başlar. Mardin, Van, İstanbul, Kostroma, Tiflis, Ankara, Burdur, Isparta, Barla, Kastamonu, Denizli, Emirdağ, Afyon ve Eskişehir’e uğradıktan sonra 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’da hikâyesini tamamlar. Yoksulluk, esaret, hapis, gözaltı ve takiplerle dolu çileli bir hayat sürer. Gittiği her yerde derin izler bırakır. Risale-i Nur adını verdiği külliyatı devşirir. Risale’ler, Bediüzzaman ağacının meyvesi olsa da gittiği her yerde o ağaca toprak, su, hava ve güneş taşıyan Ahmetler, Hüsrevler, Feyziler, Fakazlılar etrafında halelenir.

1936 yılının bahar aylarında Kastamonu’ya sürgün edilir. Uzun süre kimseyle görüştürülmez. Isparta ile de bağı kopmuştur. Bir süre sonra Çaycı Emin ve Mehmet Feyzi gibi fedakârlar etrafında toplanır. Namı civar beldelere de yayılır. İnebolu, Üstad’ın sesine ses veren en önemli beldelerden biri olur. Aslında bu durum şaşırtıcı değildir. Otuz yıl önce ekilen tohumların ağaç olup gün yüzüne çıkmasıdır. 1909 yılında bir heyetle İnebolu’ya uğrar. Kasabanın meşhur âlimlerinden Hacı Ziya Efendiyle camileri gezer. Yahya Paşa Camii şadırvanında abdest alırken yüzlerce insan toplanır; hürmet ve sevgiyle onu seyreder. Ziya Efendi halka “Ayıptır, çekilin” deyince, heyetten bir zat “Bırakın baksınlar. Bu zat bakılacak bir zattır” der.

Veda vakti gelir. Üstad vapura doğru hareket ederken caddenin iki tarafına dizilen halkı elini kalbine koyarak selâmlar. On yedi yaşındaki Ahmed Nazif Çelebi, Üstad’la ilk kez o gün karşılaşır. Selamlaşırlar. Bu selamlaşma otuz yıl sonra İnebolu’nun kapılarını Nazif eliyle Bediüzzaman’a açacaktır.

Kurtuluş Savaşı yıllarında İnebolu’da otuz bin kişi yaşamaktadır. Ankara’nın kırk bin nüfuslu olduğu hatırlandığında İnebolu’nun değeri daha iyi anlaşılacaktır. Önemli bir ticaret merkezi olan kasaba Kurtuluş Savaşında aktif rol oynar. İstanbul’dan gönderilen silahlar İnebolu üzerinden Anadolu’ya sevk edilir. Kasaba Yunanlılar tarafından işgal edilince Nazif ve arkadaşları kahramanca düşmana karşı koyarlar. Düşman gemilerini topa tutarlar. Yunan’ı Karadeniz’e dökerler. Yunanlılar gitmiştir gitmesine de yılanların gömleğini bırakıp gittikleri gibi Yunanlılar da menhus ruhlarını bırakıp gitmişlerdir. Bu sefer İnebolu ve Anadolu manevi bir işgale sahne olur. Deccaliyet ve Süfyaniyet kol gezer. Nazif ve arkadaşları bu kez Deccal’le mücadele edecek Mehdi’yi beklemeye başlar. At beslerler, kılıç bileylerler, dualar ederler.

Kılıçlar kına, elmas kalemler rahleye

1939 yılında Nazif kahvehanede soluklanırken bir sarhoş Kastamonu’da sürgün hayatı yaşayan bir ruh sultanından bahseder. O günlerde oğlu Selahâddin de Kastamonu’da Bediüzzaman isimli bir hocanın olduğunu, kendisine çok sıkıntı çektirildiğini, ağır baskı altında olduğunu duyduğunu söyleyince Nazif bahsedilen kişinin Üstad olduğunu anlar. Arkadaşlarıyla Kastamonu’ya giderek Üstad’ı ziyaret ederler. Bekledikleri kişinin Bediüzzaman olduğunu anlayınca Mehdi ordusuna katılırlar. Bediüzzaman ile hayatlarına yeni bir yön verirler. Zaman değişmiş, asır başkalaşmıştır. Artık Deccal’le mücadele kılıçla değil, kalemle olacaktır.

Kılıçları kınına koyarlar. Nazif Çelebi önderliğinde İnebolu’da muhteşem bir hizmet kervanı oluşur. Nur’un etrafında pervane olan bir avuç fedakâr çoluk çocuğuyla kervana katılır. Mekke dönemini hatırlatan zorlukların yaşandığı bir dönemde Sahabe saffetiyle hizmeti omuzlarlar. Ölüm, hapis, sürgün, tecrit ve ambargo tehditleri altında hizmet ederler. Kılıçtan daha keskin elmas kalemleri çıkarırlar. Eli kalem tutan kadın erkek, çoluk çocuk Risale yazar. Erkekler nur postacılığı yapar, diğer hizmetlere bakar. İstiklal Harbinde İnebolu’da Yunan gemilerini topa tutan Nazif ve arkadaşları yirmi sene sonra manevi bombalar olan Risale-i Nur’ları İnebolu Limanından Anadolu’ya sevk ederler. Anadolu’yu dinsizlik ve Komünizm’den korumaya çalışırlar.

Üstad Hazretleri her seferinde hizmetlerini takdir ettiğini söyler. Nur’un şefkat kahramanlarını ve masumlarını tebrik eder.

“Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip şüphesiz makbul olan dualarını isterim. Ve İnebolu'da ve civarında hem çok hanımların, hem küçük yavrularının Risale-i Nur'u yazmaya başlamalarını ve Kur'ân dersini çok mâsumların almasını bütün ruh u canımla tebrik ederiz.”[1]

Hizmetin insana ettiği güzellikler

İnebolu Kahramanları aşkla, şevkle, ihlâsla hizmet ederler. Hizmetin hemen her safhasında zor zamanlarda teselli veren güzel rüyalar görülür, harika haller hissedilir, latîf tevafuklar ve kerametler gerçekleşir. Kuşlar, yağmurlar Nur derslerine katılır. Değil mi ki bu hizmetin arkasında Allah ve Resulü vardır.

İman hizmetinin rahmeti gibi zahmeti de vardır. Yolları dikenlidir, taşlıdır. Akrabalarla, dostlarla, sevenlerle ters düşmek vardır. Açlık, baskı ve hapis vardır. İnebolu Kahramanlarının birçoğu bunları yaşar. 1943 yılının Ramazan ayında Nazif Çelebi, Selahâddin Çelebi, Ömer Lütfi Gedikoğlu, Gülcü Hüseyin (Hüseyin Kuru), Ziya Dilek, İbrahim Mırmır, İbrahim Fakazlı, Halil Enercan, Ahmet Köroğlu, İzzet Durgut, Mustafa Yelkenci, Zühtü İşeri tutuklanır. İki-üç ay kadar İnebolu, dokuz ay kadar Denizli Hapsinde kalırlar.

Küçük Isparta: İnebolu

Denizli Hapsinden sonra hizmet halkası genişler. Elle yazılan Risale’ler ihtiyacı karşılayamaz. Risale’leri matbaalarda bastırma imkânı da yoktur. İnebolu Kahramanları şartların değiştiğini görerek daha uygun hizmet metotları ararlar. 1944 yılında Selahâddin Çelebi İstanbul’da teksir makinesini görünce aranan kanın bulunduğu fark eder. Makinayı alarak İnebolu’ya getirir. Çok zor şartlarda, kelle koltukta, kefen boyunda Risale’leri çoğaltmaya başlarlar. Artık Nurlar “İnebolu Baskısı” ismini alır. Teksir edilen Risale’ler buradan Türkiye’ye yayılır. Bir buçuk yıl devam eden bu hizmetle İnebolu “Küçük Isparta” unvanını kazanır. Üstad İnebolu Kahramanlarının Nur hizmetinde bir ilki gerçekleştirmelerinden çok memnun olur.

Denizli Mahkemesinde beraat etmiş olmalarına rağmen sıkı takipten kurtulamazlar. Bilhassa Nazif ve Selahâddin Çelebi ile İbrahim Fakazlı Emniyet’in odağındadırlar. Nitekim 1948 yılında tutuklanarak Afyon Hapsinde altı ay yatarlar. Daha sonraki dönemlerde de İnebolu Kahramanlarının kısa süreli hapis hayatları olur. Fakat bütün sıkıntılara rağmen hizmeti sürdürürler. Ekilen tohumlar zamanla fidan olur. Nur halkasına yeni isimler eklene eklene bugüne kadar gelir. Bugün artık İnebolu’da ebedi bir bahar var; her yerde Nur’lar soluklanıyor.

İnebolu Kahramanları “o mühim mevkide (İnebolu), Âlem-i İslâm’ın şimal (kuzey) hududunda hizmet-i imaniyenin” kutbuydular. Kuzeyi, güneyi, doğuyu, batıyı aydınlatan Kuzey Işıklarıydılar. Vazifelerini yapıp dünya kutbundan ahiret kutbuna göç ettiler. Dünyadan götürdükleri ışıklarla cennette nurlar içinde, yetiştirdikleri nesilleri, bizleri seyrediyorlar. Ne mutlu onlara! Üstad gibi biz de, “…o küçük Isparta Kahramanlarına binler barekallah ve maşaallah ve veffakakümullah deriz. Bütün ruh u canımızla onları tebrik ederiz.” Mekânları cennet olsun. Âmin.

Allah ömür verirse İnebolu ile başladığımız Nur Kahramanları serisine Denizli, Barla, Isparta, Afyon, Emirdağ, Nazilli Nur Kahramanları şeklinde devam edeceğiz.

Kitabın bu aşamaya gelmesinde büyük katkısı olan İhsan Atasoy’a teşekkürü borç biliyorum.

kuzey.jpg

https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&filter_name=kuzey+%C4%B1%C5%9F%C4%B1klar%C4%B1

[1] Emirdağ Lâhikası, 84.Mektup.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum