Mehmet Ali BULUT

Mehmet Ali BULUT

Milliyetçilik şeytani bir buluştur

Zaman ve şartlar ve dahi yaşanmakta olan olaylar, şu açılım denilen şeyin ne kadar mübrem bir ihtiyaç haline geldiği bir kere daha gösterdi.

Anlaşılıyor ki, birileri sistemin ‘insanileşmesini’ istemiyor. Eski usul devam etsin diye nerede ise memleketi ateşe verecekler. Demek ki hükümetin yapmak istediği, en azından niyeti bakımından mühim ki, sistemden beslenenleri rahatsız etmeye başladı. Memleketi yangın yerine çevirdiler. Bilmiyorum aklıselim sahibi Kürtler, sistemin varlığını sürdürmek için Kürtleri nasıl kullandığının farkındalar mı?

Bakın açılımı en çok Kürt çocuklar üzerinden baltalıyorlar. Oysa açılıma karşı  çıkanlar, o çocukların heder olmasını ön görmüş bir sistemin devamını istiyorlar… 

Tabii sistemin devamını isteyenlerin sadece laikçi kesimler ve Ergenekoncular olduğunu söylemek ahmaklık olur. Hem belli bir kesim cidden devletin bekası konusunda endişelendiği için açılma karşı duruyor. 
Kendi halkıyla kavga eden bir sistem, bu coğrafyada en çok kimin işine geliyorsa hadiselerde onun parmağını da aramak lazım. Siyonist dünya teşkilatının, arz-ı mevut sınırları içine saydığı güneydoğu bölgesinin istikrarsızlığı için yapmayacağı iş yoktur. Tabii Ortadoğu’nun arka bahçeleri olmasını isteyen ülkeleri de unutmamak gerekir. Ergenekoncular, olsa olsa onların yerleşik uzantılarıdır. Fakat kendilerini ‘ulusalcı’ sanıyorlar. Ben yine de Kürt çocuklarını öyle küstahça kışkırtıp sokaklara itenlerin Ergenekonculardan ziyade, yabancılar olduğuna inanıyorum. Çünkü gösterilerin içine sıkıştırılmış niyet açık: Toplumsal çatışma! Türk-Kürt çatışması, pratikte en çok kimin işine gelir onlara bakmak gerekir. 

Şunu da bir not olarak tespit etmeliyim: Horoz dövüşü gibi birbirini didikleyen siyasetçilerin şu noktalara hiç bakmamaları, olup bitenlerden birbirini sorumlu tutmaları çok ilginç... Kimse akıl edemiyor mu ki, birileri bizi birbirimize düşürüyor. Bu kadar provokasyona rağmen bir ajan provokatörün yakalanmaması size tuhaf gelmiyor mu? 

YANLIŞLAR YANILGILAR

Kürt milliyetçiler, TC’nin, bir takım ‘Türkçü’ siyasetçilerin dayatmalarıyla kurulmuş, gayrı Türk unsurları da zorla Türkleştirmeyi gaye edinmiş bir ‘milli devlet’ sanıyorlar ve birinci dünya harbini ve istiklal savaşını birlikte yaptıkları Türk milleti tarafından ihanete uğradıklarını zannediyorlar. Yanılıyorlar. Çünkü TC, Türk milletinin projesi değildir. Evet, Milli Mücadele, milletin mücadelesidir. En azından Lozan Barış Antlaşması’nın ikinci faslına kadar. Ama sonra proje ta temelden –Haim Naom gibi dessasların da marifetleriyle- değişmiştir.  O dessas herif devreye girinceye kadar hiç kimse imparatorluk bakiyesinden bir ulus devlet çıkacağını beklemiyordu. Milli mücadeleyi yapanlar da dahil!
Nitekim, onlar halifeyi ve vatanı kurtaracaklarını sanıyorlardı! 

Türk milliyetçileri ise, kurgulanmış bir tarihin telkinleriyle, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, gerçekten homojen bir Türk kavmi yaratmak için yola çıktıklarını ve bu yüzden ‘ulusçu bir devlet’ inşa ettiklerini zannediyorlar.
Her ikisi de yanılıyor. Her iki tarafın da doğruları vardır ama yanlışları daha çok. Çünkü TC, (Bendeki TC imajı, içinden din çıkarılmış ve Türklere aitmiş gibi gösterilen mürtet bir anlayışı ve dünya görüşünün sembolüdür.) kurgulanmış bir sistemdir. Dindar, Allah yolunda cihadı kendi davası edinmiş bir kavmi, dinden soğutmak ve onu aslî görevinden; yani yeryüzünde şeytani yapılanmaları bertaraf etmek vazifesinden uzaklaştırmak için kurgulanmış bir yapı!

‘Manası alınmış’, kuru maddesi kalmış bir ‘Türk’ kavramı üzerine inşa edilmiş TC’nin hatalarını, Müslüman Türk halkına mal etmek ne kadar yanlış ise, rejimin yerleştirilmesi çabasıyla, Kürtlerin ötekileştirildiği gerçeğini görmezlikten gelmek de o kadar yanlıştır. 

Esasında Türk milliyetçilerinin, TC’yi, milliyetçi çabaların bir eseri görmeleri yanlıştır. Çünkü TC, Türk milletinin ihtiyaç, anlayış ve yaklaşımlarını benimseyerek değil, onun inancını dışlayan, kültürünü aşağılayan ve hatta medeniyetten yoksun sayan –bizi muasır medeni milletler seviyesine getirmek istedilerdi ya- bir anlayıştan doğmuştur. 
Tıpkı SSCB ve Çin gibi, TC de, var olan kültürü, izanı, anlayışı, ruhu yok ederek, yerine tanrı ve din ile ilgisi bulunmayan bir pagan kültür yaratma çabasının eseridir. İnkâr-ı ulûhiyet üzerine inşa edilmiştir. Acı olan da, bazı Türklerin, onu Türk milliyetçiliğinin bir başarısı zannetmeleridir. Oysa biraz tarih bilseler, görecekler ki, bu çağın en büyük Türkçüsü olan Nihal Atsız, birçok din âliminin çektiklerinden daha fazla çekmiştir bu rejimden. 
Rejim Türkçü veya milliyetçi olsaydı bunu yapar mıydı? Zaten bu tür şeyleri anlamakta ciddi sıkıntı çekiyorum. Alevilerin Atatürkçü ve CHP’li olmaları, Kürtlerin de Kemalist bir yapılanma olduğu gün gibi aşikâr olmuş DTP’yi ‘hak’ bilmeleri tuhaf bir paradoks. 

TC’nin, tıpkı komünist SSCB gibi, halkına rağmen yaratılmış despot ve tanrısız bir devlet düzeni olduğu gerçeği bilinmedikçe, bugün yaşanmakta olanlar anlaşılamaz. Nitekim Türkçüler, Kürtler için ‘bunların nesi var, hangi haktan mahrumlar ki baş kaldırıyorlar. Aslında bunlar hain” diyor, Kürtçüler de, ‘TC’ adına yapılmış tüm zulüm ve hataları Türk milletin marifeti ve müsaadesiyle yapılmış sanıyorlar. 

İLK TEŞHİS BEDİUZZAMAN’DAN…

Oysa Bediuzzaman ta işin başında rejimin tabiatını tespit etmiş ve haber vermiştir ki, bu rejim Türkçülüğü İslam’ın bazı meselelerine karşı kullanacak: “Garibdir hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyet'in ve Kur'an'ın elinde şeref-şiar, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyet'in bir kısım şeairine karşı istimal etmeğe (kullanmağa) çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. "Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor" diye rivayetlerden anlaşılıyor.” diyor.

Buna rağmen Kürtçüler, TC’nin işlediği şenaati, Müslüman Türk halkının marifeti olarak gösteriyorlar.
Hayır öyle değil. TC, bir inkâr-ı ulûhiyet projesidir. Tanrı kavramını, ‘vicdan’ denilen karanlık odaya hapsedip, insanı dünyevileştiren, ilahsızlaştıran bir süfyanist yapılanmadır. Komünist düzenden daha tehlikeli ve acımasız… Çünkü temellerini ‘inkâr’ kavramı üzerine inşa etmiştir. Muannit bir mürtet gibi, uyanık, müteyakkız ve suret-i haktan görünmüştür. O yüzden yeryüzünde inkâr-ı ulûhiyet fikrini esas alarak kurulmuş tüm düzenler kendisini tasfiye etmiş olmasına rağmen, TC hala direniyor. Yani bugün, rejiminin tabiatı bakımından ‘münkir’ olan yegâne devlet bizimkisi... Hakiki anlamda laik olsa ona münkir denmez. Bu devletin bir diyanet teşkilatının bulunuyor olması sizi yanıltmasın. 1950’li yıllardan itibaren isteyerek istemeyerek bazı alanlarda geri adım atmış olması da sizi aldatmasın. Onun tabiatı münkir ve cebirdir. Ve tahriptir.  

Bediuzzaman 5. Şua’da rejimin hakikatini şöyle dile getirir: 
“...azamî bir istibdad ve azamî bir zulüm ve azamî bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, azamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acib bir istibdad ki; -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale ederler. Zannederim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. (Yani, Abdülhamid’e saldırmışlar, manen daha sonra gelecek olan cumhuriyet istibdadını hissettikleri için) Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata(lı) bir cebhede hücum göstermişler. Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder…” 

İşte bunu görmezsek ne ‘açılımlar’a ihtiyaç duyarız ne de ‘açılım’ın ne anlama geldiğini biliriz. Nitekim bilmiyoruz. Çünkü TC kuruluştan itibaren, iki şeyi çok iyi kullanmıştır: Rüşvet-i mutlaka, istibdad-ı mutlak! 
Bütün yandaşlarını  rüşvetle beslemiştir (bugün bile onu şiddetle savununlar o rüşvetten beslenenlerdir, CHP dahil), muhaliflerini ise mutlak bir istibdat ile sindirmiştir. Bediuzzaman’a da rüşvet teklif edildi. Ankara’ya çağırılıp kendisine şark umum müfettişliği verildi. Bediuzzaman, yapılmakta olanların nereye varacağını görüp karşı çıkınca, yani rüşveti kabul etmeyince ona reva görülen, mutlak bir istibdat olmuştur. Bu her muhalife yapılmıştır. En küçük kriz ortamında askere olağanüstü yetki verip toplumu susturmuş ve sıkıntıların sürekli sumen altına süpürülmesine neden olmuştur. Kendini garantiye almak için, güya kendisi adına hareket ettiği Türk milletini bile harcayabiliyor; topluca öldürmeler, suikastler, terör, darbe, faili meçhuller, provokasyonlarla onu sindirebiliyor! 

Çünkü gerçek anlamda bir insani temele dayanmıyor. Toplumun hiçbir kesimiyle doğal bir illiyet bağı yok. Kendi yarattığı bir laik kesim dışında bir aidiyet oluşturabildiği bir kesim yok. O da halka tepeden bakmacı bir kesim. Adı ‘Türk’tür ama bu bir resimden ibarettir. Çünkü milletinin değerlerini benimsememiştir. İslam içinde geçen bin yıllık parlak tarihini yok saymıştır. Hatta onu görmezlikten gelebilmek için Hitit’i, Asur’u köken kabul etmeye çalışmıştır. İslam ile ilintisi yok etmek istemiştir ama muvaffak olamamıştır. 

Tiyniyette güya Alevi’dir ama onlara da sadık değildir. Çünkü Osmanlıyı tümüyle reddetmesine rağmen Alevilere karşı güvensizliğini sürdürmüştür. 

Yapısı güya demokrat bir cumhuriyettir ama uygulamada, ‘keyfî’ ‘küfrî’, ‘cebrî’ ve ‘askerî’dir. Ferdin devlet karşısında bir gramlık hakkı yoktur. Devlet, daha doğrusu rejim daima haklıdır. Halka karşı muamelesi keyfidir. Kanun, rejimin çıkarı neyi icap ettiriyorsa o yönde yorumlanır. Bunu küfre hizmet için yapar, halk için değil! Toplumda hoşnutsuzluk sezdiği zaman cebir uygular. Cebir sökmediği zaman askeri göreve çağırır. Askerin yapı içindeki asli görevi de doğal olarak sistemin devamını sağlamaktır, halkın bekasını değil… 

İşte bu yapı ile artık yürünmeyeceği gözlemlenmeye başlandı. Türkiye ya Rusya gibi kendi glastnostu’nu yaparak yen bir perestroyka ile yapısını ‘update’ edecek (güncelleyecek) ya da derin ve nerede duracağı belli olmayan Sırbistan gibi çalkantılara girecektir… 

Türkiye’nin önünde ciddi türbülanslar oluşmuş durumda. Bunu aklıselim sahibi herkes görebiliyor. O yüzden de toplum ekseriyeti diyor ki, ‘rejim acilen insanileştirilmeli!” Çok az -ama imkânları elinde tutan- bir kesim ise, ‘hayır böyle devam etsin’ diyor. Yani insanlarımız ölmeye devam etsin, sokaklarımız her gün yansın, genç kızlarımız diri diri yakılsın, bu milletin yoksul ve dindar ailelerinin ocağına her gün yeni ateşler düşsün. Sistemin zangoçlarına bir şey olmasın yeter…

Bu halin böyle gitmeyeceğini söyleyen herkese vatan haini gözüyle bakmak en kolaycı yoldur. Kimse acıyla ve çözüm yollarıyla yüzleşmek istemiyor. Oysa önünde sonunda olacak olanı öne almak belki de faturayı azaltır. 
Evet, bu rejim, önünde sonunda İslam ile barışmak zorundadır. Çünkü anasır-ı İslamiye olan şu halkları bir arada tutabilmenin yegâne vesilesi İslam milliyetidir. 

MİLLİYETÇİLİK  ŞEYTANİ BİR BULUŞTUR

Milliyetçilik, dünyayı sömürmek isteyen batılıların ortaya çıkardığı şeytani bir buluştur ve insanlık tabiatına aykırıdır. Zira millet kavramı, ırk anlamında ele alınıp sistemin temeline oturtulduğunda, otomatik olarak insanlık yekdiğerini yemekle beslenen gruplara ayrıştırılmış olur. Bu da fıtri değildir. Geçmiş asır, bir parça milliyet asrı olabilirdi. Bu asır artık onu kaldırmıyor. 

Devletler, 18. yüzyıla kadar meşruiyetlerini ırk veya milletten almamıştır. Bugün dahi sağlıklı temelleri olan ülkelerde esas işleyiş ırk temeline dayanmaz. Bunu net bir şekilde yapmak isteyen Almanya, İtalya ve İspanya, insanlık için yüz karası olacak hadiselere sahne oldular. Meşruiyeti bir ırka dayandırma geleneğini başlatan batı, geçtiğimiz asırda bunun bedelini ağır ödedi ve insanlığa büyük acılar yaşattı. İki cihan harbi, Mussolini ve Hitler rejimleri, Komünizm belası, hepsi bu aidiyet fikrinin millet esası üzerinde inşa edilmesiyle ortaya çıkmış belalardır.  Batı bugün bu belayı, toplumsal zemini yeni kriterler üzerine oturtmakla aşmış gibi görünüyor. Amerika zaten çok uluslu bir devlet... Biz neden, kurgusu bile bize ait olmayan bir yapıda ısrar edip kendimizi tüketelim. 

Milliyetçiliğin tarihi, bilemedin bir iki asırdır. İnsanlığın geçmişi ise yüzbin yıllara baliğ... Hem milli devlet fikri en çok bize zarar verdi. Koca bir imparatorluğumuzu yedi. Oysa Karahanlılar, Selçuklular, Harizmşahlar, Osmanlılar… hepsi Türk devleti idiler. Hiç birinde de aidiyet ve bağlılık millet tabanına oturmuyordu. ‘Ulus devlet’ değillerdi. Ama herkes biliyordu ki yöneten hanedan Türktür ve devlet geleneği Türk geleneğidir. Bu açıdan bakıldığında belki de önümüzdeki dönemlerde yeni bir aidiyet kültürü oluşturmamız gerekmektedir. 
İlla milliyet fikri aranacaksa da ‘islam milliyeti’ yeter de artar bile. Çünkü bütün dayatmalara rağmen, Türk devletleri içinde, sadece millilik vasfını öne çıkaran TC, bir aidiyet oluşturmada zafiyet yaşamıştır. Osmanlı hanedanı bile son ana kadar aidiyet fikri yaratmada başarılı olmuştur. Abdülhamit döneminde devlete ait simge ve sembollerin nasıl yeniden bir aidiyet oluşturmada kullanıldığı bilinmektedir. 
Türkiye’nin geleceği ile ilgili fikir beyan etmek niyetinde olanların şu meseleleri göz önünde bulundurmalı gerekir kanaatindeyim.

Haber 7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum