Mehmet Akif ve kahramanlık miti 

Kahramanlar milletlerin onlara ihtiyaçları olduğu zaman gelirler veya gönderilirler. Asrı saadet öncesi insanlık yüzyıllardan beri kainatı anlamlandıramama trajedisini çekiyor, bir kahraman bekliyordu. Allah arıları yasupsuz bırakmadığı gibi bunalan insanlığa da en büyük kahramanını Hz. Muhammed’i (asm) gönderiyordu. İşte onun geldiği, o kahramanların çeşmesi olan ve ondan güç aldıkları şahsı bir gece gönderiyordu. Mehmet Akif işte bu kahramanı anlatır Bir Gece isimli şiirinde.

Bir gece

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

O masum, İran hükümdarları olan Kisraları yenmiş, Bizans hükümdarları olan Kayserleri yerle bir etmişti. Bir nefeste insanlığı kurtaran varlığa ve insana anlam veren o kahramandı (asm). Zulmün karşısında susan aczi diriltti. Kureyşin zulme adanmış olan insanlık dışı tutumları Onunla sona erdi. Mekke’nin köleleri Müslüman oldu. Allah davasının eri olarak ortaya çıktılar. Zülüm Onunla sona erdi. Şeriatı alemlere rahmetti, dünya neye sahipse onun sayesindedir. Ona cemiyet ve fert borçludur sonsuza kadar, Ona bütün insanlık borçludur. Allah’ım bizi bu kahramanı herşeyi ile kabullenmiş olarak başka bir dünyada dirilt.

Her romancı, birçok ideolog, bütün akımlar bir kahraman üretmiş topluma sürmüşlerdir. Ana romanının kahramanı bir marksist sözde kahramandır. Zola’nın toprak romanındaki kahramanı bir sosyalisttir, güya kahramandır. Halide başta Handan daha sonra ise ideal kahraman olan musikişinas ve hafız Rabia’yı kahraman olarak seçmiştir ikincisi tutmuş bir kahramandır. 

Bir Mevlid gecesi için yazdığı şiirde bu İslam ümmetinin kahramanı peygamberin yaptıklarını anlatır. 

Zulmette kalan  zemin-i Şark’a 
Saçtın yeniden  sema sema nur
Bir feyz-i azim var ki sende 
Hayran ona bir sabah-ı mahmur
Ey leyl devam edip gideydin  
Ferdayı nura garkedeydin.

Bülbül şiirinde kahramanlar ile kazanılmış bir kahramanlar ülkesinin içine düştüğü durumu kahramanlarla dialog halinde anlatır. Ve kendini yargılar bülbül ile konuşmaları ile. Türk şiirinin büyük abidelerindendir. Bugün de bir bülbül şiiri yazmalı. Asırlarca herşeyi paylaşmış bir milletin aydınlarının kafası işgal altında dindarının bir kısmı devlet ve rical düşmanı, bir kısmı kaygısız. Asırlarca bayramlarda neşe her gün dinin şevkini yaşamış  millet yakılan mabedleri karşısında gözü yaşlı, kütüphaneleri ve okulları karşısında bedbin. Bir şiir yazacak adam yok, ne Akif kaldı, ne Mehmet Emin, ne de başkaları. Bu şiiri bugünü düşünerek okuyalım 

Unutmaki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir
Hayır matem senin hakkında değil, matem benim hakkım 
Asırlar var ki aydınlık nedir  hiç bilmez afakım 
Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda 
Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda 
Ne hüsrandır ki Şark’ın ben vefasız kansız evladı 
Serapa Garb’a çiğnettim de hak-i ecdadı 
Hayalimden geçerken şimdi fikrim herc ü merc oldu 
Selahattin-i Eyyübilerin Fatih’lerin yurdu 
Ne zillettir ki nakus inlesin beyninde Osman’ın 
Ezan sussun fezalardan silinsin yadı Mevla’nın
Ne hicrandır ki  , en şevketli bir mazi serab olsun
O kudretler  o safvetler harab olsun türab olsun
Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım hanın 
Şenaetlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın.

Çanakkale Şehitleri şiirinde kahramanlar yurdu olarak yaşamış Osmanlı ülkesini ele geçirmek için haçlı güruhları itleriyle birlikte akın etmişler şüheda yurduna. Akif saldırının safahatını ve savunmanın azametini ve Mehmetçiğin ruhu alisini anlatır. Asım’ın Nesli Çanakkale’de savaşan nesildir onları tebcil eder şair.

Asım‘ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek 
İşte  çiğnetmedi  namusunu çiğnetmeyecek
Kahraman vatanını savunan askerdir
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna  ya Rab  ne güneşler batıyor
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker 
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i 
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın 
Hercü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap 
Seni ancak ebediyetler eder istiab
Bu taşındır diyerek Kabe’yi diksem başına 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına 
Sonra gök kubbeyi alsam da rida namıyla 
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyla
 Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan
Sen bu avizenin altında  bürünmüş kanına 
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına 
Türbedarın gibi ta fevre kadar bekletsem 
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana 
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana 
Sen ki son ehli salibin kırarak savletini 
Şarkın en sevgili sultanı Selahattin’i 
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran 
Sen ki İslam’ı kuşatmış boğuyorken hüsran 
O demir çenberi göğsünde karıp parçaladın
Sen ki ruhunla  beraber gezer ecramı adın 
Sen ki  asara gömülsen taşacaksın Heyhat 
Sana gelmez bu ufuklar seni almaz bu cihat
Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber 
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Bir kahraman Hz. Ömer’dir. Kocakarı ile Ömer şiirinde Hz. Abbas Peygamberimizin (asm) amcası gördüğü olayı hikaye eder. Hz. Ömer mahalleleri dolaşmaya çıkmıştır. Bu esnada yaşlı bir kadının çocuklarına nevale pişirmektedir, ancak tencereden sadece taş sesleri gelmektedir. Çocuklar bekleşirken pişti pişecek diye onları oyalar, aslında pişen bir şey yoktur, yoksulluk gereği onları oyalayıp uyutacaktır. Hz. Ömer içeri dalar, sorar. Kadın iki gündür aç olduklarını söyler. Kadının kimsesi yoktur, bunlar torunlarıdır. Hz. Ömer emire söylemesini ister, kadın Ömer’e gıyabi beddua eder, “Ömer belasını dünyada isterim bulsun. Ben ve torunlarım aç iken Ömer nasıl uyur, işi çoksa kabul etmeseydi hilafeti. Civarındaki elemleri duymayan nasıl halife olur” der.

Hazreti Ömer Abbas ile birlikte imarete gider, yağ ile un alır gelirler. Hz. Ömer kendine söylenir ”Ömer Ömer nasıl aldın bu barı sırtına sen” der. Abbas “Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi idare edecek bu düştüğün marekeyi“ der. Hz. Ömer hastadır mecali yoktur, bitkin bir şekilde ihtiyarın evine varır, ateş yakar, çorba pişirir. “Yarın emarete gel teyze öğlen beni bul, Emir’e söyleriz elbette hayr olur memul” der. Öğlen sonrası imarete gider, ona aylık bağlanır. Ömer ona “şimdi affeyledin değil mi beni“ der. Kadın ise “böyle göster adaletini“ der. İşte bir kahraman insan Hz. Ömer.
Elli üç sene peygamberi görmek için koşuşturmuş bir siyahi Müslüman sonunda ravzaya varır. Onun sağ olacağını düşünmüştür ama vaka başka türlüdür. 

Azabı hecrine katlandım elli üç senedir
Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek
Çıkan yüreklere hüsran mı merhamet mi gerek
Demir nikabını kaldır mezar-ı pakinden 
Bu hasta ruhumu artık ayırma hakinden.

Bir an sonra Sudanlı dayanamaz zemine sarılır ve ölür. Yıkanır kefenlenir. Baki mezarlığına gömülür. Bedeni gitmiştir ama cavidan ruhu orada kalmıştır. Burada kahraman hem peygamber hem de yıllarca onu görmek için çabalayan ve çölü yaya gelen Sudanlı Müslümandır.

Hüsam Efendi Hoca, kahraman bir veli ve müstağni bir sofidir. Padişah onun şöhretini duymuştur etrafından. Ne kadar onunla görüşmek istemişse de Hoca görüşmeye yanaşmamıştır. Birgün Beşiktaş civarında görünür. Bu veli mesnevi hanı Abdülmecit ve erkanı aldırtmak istemişler, padişah selam eder, görüşmek istediğini belirtir. Şuracıkta saray dört adımlık yerdir. Hüsam Efendi Hoca;

Dinleyin sabırlı olun
Ben elli beş senedir teptiğim yegane yolun
Henüz sonundan uzakken tükendi gitti ömür
Tutupta bir geri döndüm mü yandığım gündür.

Ümeradan uzak duran yüksek ruhlu din adamlarının prototipidir Hüsam Efendi Hoca. Bu yüzden Akif onu edebiyatın ebedi yapan vadisine çekmiştir kalemi ile. Mit adamdır hoca Efendi.  

Ünlü müfessir Fahrettini Razi için de bir şiir yazmıştır. Elli altmış sene tahsil ile uğraşmış, hikmet ve marifetin gayetini aşmıştır. Dela ve fazıldır. İtiraf eder bu kadar tahsil ve fazilete rağmen hala anlaşılmaz binlerce hakikatın varlığını söyler. Halli istenen meail bitmez.

Asrında geçen bütün ilimler ona malumdur. Fıkıh, tefsir, mantık, matematik, tıp, astronomi, akaid hepsinde en üst noktada. İnsanın karı değildir bu kadar ilim. Ellerde hakimane yazılmış eserleri vardır. Sade ellerde değil hem de ezberdedir. Mefatihül Gayb’ı ebediyyete kadar şüphesiz kalacaktır. Öyle ki metni semavidir. Ahkamı nassı kati gibidir. Bir gün sevenlerinden biri onun ağladığını görür, o da otuz yıldır doğru sandığı bir hakikatın yanlış olduğunu anlamıştır ona ağlamaktadır. 

Akif’in mit adamlar galerisinin bir portresi de Hersekli Ari Hikmet Beydir. Bir sabah şair vahimesinin ciddi bir olay sezdiğini hisseder. Dışarı çıkar tedirgin yürür, bir gazeteciden bir İkdam gazetesi alır. Onda Arif Hikmet’in öldüğünü okur. Dehşetli bir haberdir, Arif Hikmet ölmüştür, eslafın defteri kapanmalıdır artık. O seleften halefe kıymetli bir emanettir. Yazık ki anlamayanların eline düşmüştü. Sefalet içinde hayatını ikmal etmiş bir kemal sahibidir. Süfeha hazreti mahvetmiştir. Ölmemişken ölmüş diye beklemişlerdir. Öyle eşsiz bir inciye kıymışlardır. Peygamber varisine böyle mi muamele edilir, ümmet utanmalıdır. Hüner ehline batı heykel dikiyor, biz ise mezar taşlarını sökeriz. Batıda fuzala  binlerle sayılmaktayken, kıymetleri ve kadirleri eksilmez, bizde ise yüz yılda bir adam yetişirken, o bile zerre kadar değer verilmeye layık görülmez. Bu mudur din yazık. Bizi gördükçe bütün insaniyet utansın, şark öleni bir unutma toprağına gömer, sonra onun adını ananı bile öldürür. Batıda bir fazilet ehli ölünce milletinin hatırlarında ikinci bir hayat bulur. Bizdeki faziletlilerin birçoğu batıya gidip orada neşir feyzi buluyor. Orada ebedi bir ömür sürüyor, size Şarkı da müşteşrikler batılı doğu ile uğraşan alimler öğretiyor. Bizdeki Şıkların görünen yüzü frenklere benzer, ama içini onlara benzetemezsin. Bize insan demek insanlığa iftiradır, doğru ama geldiğimiz silsile hayvandır. Daha sonra Hersekli’nin ilmi hakkında hakimane sözler söyler. Edebiyatımızın nadir portre ve manzum eleştirilerindendir. Ne yazık öğrenciye inmez, öğretim üyelerine de inmez bir metni metindir.
Bu milletin kahramanlarından biri de Süleyman Nazif’tir. Akif onun için bir manzume yazar. Orada Karabirgün isimli ateşin yazının yazarının ümitsizliğini eleştirir.

Ey tek karagün dostu bir hicranzede yurdun
Sen milletin alamını dünyaya duyurdun 
En korkulu günlerde o müdhiş kaleminle
Takdis ederiz namını ..Lakin beni dinler 
Azmin emelin heykeli ziruhu iken ,  dün
Bilmem ki bugün yese nasıl  oldu da düştün?

Şarkın ezeli fecri yakındır doğacaktır
Hiç bunca şehidin yatarak gövdesi yerde 
Derya gibi kan sine-i hilkatte tüter de 
Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide  Arşı 
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet  buna karşı ?
İsyan bize raci ise de bir böyle temaşa 
Sığmaz sanırım  adl-i ilahisine haşa 
İslamı evet tefrikalar kastı kavurdu
Kardeş bilerek bilmeyerek kardeşi vurdu
Can gitti vatan gitti bıçak dine dayandı
Lakin o zaman silkinerek birden uyandır
Bir gör ki bugün can da onun kan da onundur
Dünya da onun din de onun , şan da onundur
Bin parça olan vahdeti bağlarken uhuvvet
Görsen ezeli rabıta bir buldu ki kuvvet
Saldırsa da kırk ehl-i salib ordusu kol kol
Dörtyüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol.

Sultan Hanım Sultan Yalısında bir Mevlit okutacaktır. Saray hazırdır, rıhtımdaki taşlar İran halısıdır. Suda bitmiş çimenlik üzerinde sultan yalısı inşa edilmiştir. Sofralar mütenevvi nimetlerle dolu, ziyafetler verilir, namaz kılınır, mevlidhan beklenir. Hazret çok iyi mevlid icra etmekte ve ilahiler söylemektedir. Ama gecikmiştir. Hoca nihayet gelir, kim Said Paşa İmamı. Sultan hanım onun neden geç kaldığını sorar. Akşamdır yola düşmüştür gelmek için , yoluna bir yaşlı kadın çıkmıştır, azıcık dursana oğlum der, göğsün imanlıya benzer , sana bir hizmet var, ama reddetme ki zaten beni mahvetmiş ölüm, perişan bir anayım dağ gibi evlat gömdüm, kızımın canı için  bari bu kırkıncı gece , şöyle bir mevlid okutsam kendimce , nasıl etsem okuyan çok ama benim yufka elim, hocasın oğulelbet hadi oğlum gidelim, sen benim yavrumu şad etki rızaenlillah iki dünyada azizetsin Allah da seni .

Hatunun sözü divaneye döndürdü beni, ne saray kaldı hayalimde ne sultan ne filan , elin evladına yanmaz parasız kimse , çaresizdim sizi bekletmede beklettimse . Hoca der valide sultan beni ağlatma yeter, yeniden mevlid okursun bize dava da biter. Akif‘in kahramanlar zincirinden birsultan hanım ve bir mevlidhan.

Mehmet Akif sınıf farkı gözetmeksizin bir çok kahraman ruhlu insanla tarihen , dinen veya günlük hayat gereği dosttur. Elinde Sırat-ı Müstakim klişesi ile milleti kuvva-i milliye lehine hazırlayan dolaşıp cami cami , sokaksokak, şehir şehir onlara birlik ruhunu ve başarının esaslarını anlatan bir büyük insandır. Onun dostlarından biri de bir çatı tamircisi Seyfi Baba’dır. Bir gün eve uğradığında onun hasta olduğunu duyar hemen fener ve sopasını alır, evine yollanır. Sokakların pisliğini ve bakımsızlığını tasvir eder Zola , Mauppasant gibi. Sonunda ihtiyarın evine varır, kimsesi yoktur, .bir bardak sıcak yemek veren , bir bardak ıhlamur kaynatanı yoktur. Bu şiir onun ne kadar kahraman ruhlu , yoksul adamın da ne kadar kahraman biri olduğunu  gösterir. Onun ihtiyarla buluşmaanını şiirinden buraya aldık. Tıpkı hz  Ömer’in koca karının torunlarına çorba yapması gibi o da ihtiyara bakar ıhlamur kaynatır ve yanında sabahı eder. 

Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!
Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...
Hele dinlen azıcık anlaşılan yongunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...
Üşüyonsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu kasvet veriyon pek, baktım
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.

Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!

O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,
Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,

Şâir olsam yine tasvîri otur bence muhâl:
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba.

- Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık, şunu, bir...
- Sen otur, ben ararım...
- Olsa içerdik, iyidir...

Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,

Başladım kaynatarak vemeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

-Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.

-Mehmed Ağ'nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyon on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktamıyayım... Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.

Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyon iş diye, bilmem ne zaman

Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyonsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.

Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!

-Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

İhtiyar terliyedursun gömülüp yonganına...
Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,

Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yonulmuş da meğer.

ontalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.

Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyonmuş sâde!

O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi! (63)

Onun Vahdet şiiri de kahramanlar silsilesi olan ashabın dostluk ve insanlık anlayışını koyar ortaya . Bir savaş sırasında geçmiş vakayı büyük Akif anlatmıştır. 

Vahdet

Huzeyfetü’l-Adevî der ki:
Harb-i Yermûk’ün,
 
Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün.
İkindi üstü biraz gevşeyince sanki kıtâl,
Silâhı attım elimden, su yüklenip derhâl,
Mücâhidîn arasından açıldım imdâda,
Ağır yarayla uzaklarda kalmış efrâda.
 
Ne ma’rekeydi ki, çepçevre göğsü kandı yerin!
Hudâ’yâ kalbini açmış yatan bu gövdelerin,
Şehîdi çoksa da, gâzîsi hiç mi yok?.. Derken,
Derin bir inleme duydum… Fakat bu ses nerden?
Sırayla okşadığım sîneler bütün bî-rûh…
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecrûh.
Dedim; “Biraz su getirdim, içer misin versem?”
Gözüyle “Ver!” demek isterken arkadan bir elem,
Enîne başladı. Baktım nigâh-ı merhameti,
“Götür!” deyip bana îmâda ses gelen ciheti.
Ne yapsam içmeyecek, boştu, anladım, ibrâm;
O yükselen sese koştum ki Âs’ın oğlu Hişâm.
Görünce gölgemi birden kesildi nevhaları;
Su istiyordu garîbin dönüp duran nazarı.
İçirmek üzre eğildim, üçüncü bir kısa “âh!”,
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan nâgâh!
Hişâm’ı gör ki o hâlinde kaşlarıyla bana,
“Ben istemem hadi git ver,” diyordu, “haykırana.”
 
Epey zaman aradım âh eden o muhtazarı…
Yetiştim oh, kavuşmuştu Hakk’a son nazarı!
Hişâm’ı bâri bulaydım, dedim hemen döndüm,
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm!
Demek bir amcamın oğlunda vardı, varsa ümîd.
Koşup hizâsına geldim o kahraman da şehîd.
 
Şark’ın ki mefahir dolu, mazi-i kemâli,
Ya rab, ne onulmaz yaradır şimdiki hâli!
Şirazesi kopmuş gibi, manzume-i iman,
Yaprakları yırtık, sürünür yerde, perişan.
“Vahdet” mi şiarıydı? Görün şimdi gelin de:
Her parçası bir mel’abe eyyamın elinde!
Tarihine mev’üd-i ezelken “ebediyyet”,
Ey, tefrika zehriyle şaşırmış giden, ümmet!
“Nisyan”a çıkan yolda mı kaldın güm-rah?
La-havle ve la-kuvvete illah billah!
 
Hilvan 12 Kanunisani 1340 (Hilvan 12 Ocak 1924)
  
Akif’in Safahat isimli kitabı bir hazinedir. Namık Kemal, Yahya Kemal, Mehmet Akif eserlerinde kahramanlıklar ve kahramanları vitrinlerine koyarlar. Onların ne olduğu sevdikleri ve ruhları ile empati kurdukları bu kahramanlardan ileri gelir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.