Malik Binnebi’nin Türkçesi

Malik Binnebi yirminci yüzyılın önemli tanık ve şahitlerinden birisidir.  Peygamberler ümmetlerine şahitlik edeceklerdir. Müminler de insanlığa şahitlik edecektir.  Alimler ve aydınlar da çevrelerine ve asırlarına ve keza insanlara tanıklık edecektir.  Kendi ifadesiyle Malik Binnebi asrın şahitlerinden birisidir.  Onun hayatında hala aydınlanmamış boyutları vardır. Bunlardan birisi Türk asıllı olmasıdır. Ve bir ikinci özelliği de ana dili olan Türkçeye vukufiyetidir. Bunu da eş Şuruk gazetesine konuşan yeğeni Zeynep Miskalçi anlatıyor ve aktarıyor.  Malik Binnebi yirminci yüzyılın en önemli tanıklarından birisi olduğu gibi Zeynep Miskalci de dayısı Malik Binnebi’nin tanıklarından birisi olmuştur. Onun tanıklığı üzerinden bazı gizli kalmış sırlarına vakıf oluyoruz.   Benim dikkatimi çeken hususlardan birisi de yeğeninin ifadesiyle Malik Binnebi’nin Türkçe ile birlikte on dört dil bilmesidir.

Bu anlamda İngilizlerin deyimiyle ‘polyglot’ bir şahsiyet olmasıdır. Çok yönlü şahsiyetler olduğu gibi çok dilli şahsiyetler de var.  Yeğeni bilinenin aksine Malik Binnebi’nin fasih Arapçayı da bildiğini söylemektedir.  Halbuki, daha önce Mısır’da Savtu’l Arab gibi radyolara konuştuğunda fasih Arapçayı konuşmakta zorlandığı ifade edilmiştir. Yeğeni bunu yalanlıyor. Kur’an Mucizesi/ Fenomeni (Zahiretü’l Kur’aniyye)  gibi bir kitabı yazan şahsiyetin Arapçasının su götürmeyeceğini ileri sürmektedir.  Yeğen Zeynep Miskalci söylediklerinin hayal ürünü olmadığını ve gerçeğin kendisi olduğunu savunmaktadır.  Tanıklığına göre, Malik Binnebi Türkçe ve Arapçanın dışında elbette Fransızca onun yanında Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Farsça ve Portekizce de bilmektedir.  Muhammed Necip’le karşılaştığında Necip onun İngilizcesine hayran kalmıştır.  Yeğenlerine de dünya lisanlarını bilmelerini telkin edermiş.  Bu bize biraz da Ömer Okçu (Hekimoğlu İsmail) ağabeyin gençlere Arapça ve İngilizce öğrenmeyi tavsiye etmesini hatırlatıyor.   Yeğeni Zeynep Miskalci’nin Malik Binnebi'nin çok dilli olmasına tanıklığı yine de ihtiyatla değerlendirilmelidir.  Bu Malik Binnebi’nin değerini elbette ki düşürmez.  Malik Binnebi yirminci yüzyılın eşsiz mütefekkirlerinden birisidir.

Malik Binnebi’nin önemli özelliklerinden birisi de ittihad-ı İslam konusuna yoğunlaşmasıdır.  Bu husustaki duyarlılığı bütün hususları geçmiştir. İslam dünyasının makus talihinin böyle yenileceğine inanmıştır.  İslam Aleminin Yönü (Vüçhetü’l Alem el İslami) gibi kitaplarında İslam dünyasının kaderini ele almıştır. Bandung Konferansını değerlendirmiş ve Afro-Asya bileşiminden bahsetmiştir. Bugüne kadar hep Avrasya bileşimlerinden ve eşleştirmelerinden bahsedilmiştir.    Malik Binnebi ise İslam dünyası için Afro-Asya modelini veya bileşkesini esas model almıştır.  Zira İslam dünyasının merkezi Afro-Asya kıtasındadır.  Bediüzzaman’ın vurgusu da Asya merkezlidir. Daha doğrusu Bediüzzaman siyasi ve dini merkez olarak Asya’yı öne çıkartırken dinsizliğe ve komunizme karşı ise Hıristiyan ruhanilerle işbirliğine atıfta bulunmuştur. Hıristiyan ruhaniler birinci derecede Batı medeniyetini ve Avrupa kıtasını temsil etmezler. Buna karşı, Bediüzzaman  bahtiyar Alman milletinden ve İskandinav halkından ve ABD’den bahsetmiştir. Lakin bunu ittihad-ı İslam veya Asya gibi bir proje bağlamında  değil yardımlaşma ve işbirliği anlamında ele almıştır. İttihad-ı İslama alternatif olarak görmemiştir. 

ŞİİLİK VE MALİK BİNNEBİ

Elbette Malik Binnebi, İran devriminden evvel yaşamış ve vefat etmiştir. Dolayısıyla onu değerlendirmesi mümkün değildir. Bununla birlikte, bazı Şiilerle teması olmuştur. Binnebi ekolünün önemli temsilcilerinden olan ve teşeyyü ettiğine dair rivayetler olan Raşid bin İsa devrim üzerinden Şiilikten etkilenmiş ve ona intisap etmiştir. Hatta devrim sonrasında İran’a birlikte gittikleri Suriyeli Çerkezlerden Halis Çelebi adını vermeden Raşid bin İsa’yı İran devriminden tahkik etmeden etkilendiği için paylamakta ve adeta devrim karşısında galeyana geldiğini ve raksa geçtiğini ve amuda kalktığını söylemektedir.  Halbuki, Raşid bin İsa ile İran’a giden Halis Çelebi tam tersi bir intibaa ile geri dönmüştür.  İran’ın devrimle birlikte tarihi geçmişine döndüğünü görmüş veya öyle algılamıştır.  Bundan dolayı 1917’de İngilizlerin Bağdat’a girmeleriyle 2003’te Amerikalıların Bağdat’a girmeleri farklı sonuçlar doğurmuştur.  Zira, 1917 yılında İran’da Şiilikten ilham alan bir devrim sözkonusu değildir.  2003 yılında Amerikalıların Şiilerle birlikte Bağdat’a girmeleri ise adeta Şah İsmail’in Bağdat’a geri dönmesi gibi tesir icra etmiştir.  Mezhep asabiyetini taşımıştır.

Zeynep Miskalci dayısının sekterizm ve mezhepleri aşan genel bir yaklaşım benimsediğini ve herkesle görüştüğünü, Şiilikten etkilenmek bir yana Şiilerin kendisinden etkilendiğini, kitaplarını okuduklarını ve okuttuklarını söylemektedir.  Devrim öncesinde Sünni dünyaya daha kompleksiz bir biçimde yaklaşan ve açık olan Şiiler o dönemde Malik Binnebi’den etkilenmişlerdir.  Lübnanlı Sünni düşünür ve devlet adamlarından Ömer Kamil Miskavi  ‘kayıp imam’ olarak anılan Musa Sadr’ın Malik Binnebi’den etkilendiğini ve onun alem-u gayb ve şehadet kavramına sürekli olarak atıfta bulunduğunu ifade etmektedir.  Konferanslarında daima Malik Binnebi’ye atıfta bulunmaktadır.  Malik Binnebi, Cezayir’de Yüksek Eğitim Bakanı iken Lübnan’ı ziyaret eder ve Musa Sadr kendisine İran’ı ve oradaki ilmi havzalarını ziyaret etmesini teklif ve teşvik eder. 

İran’ı ziyaret etmese de onun fikirleri ve kitapları ilmi havzalarda elden ele dolaşmakta ve tedavül edilmektedir.  1973 yılında vefat ettiğinde Lübnan’daki Şii ilmi havzalar onun hakkında anma toplantıları düzenlerler. Musa Sadr onu yirminci yüzyılın en büyük ilim ve fikir önderlerinden biri olarak telakki etmektedir.   Malik Binnebi’nin bu ilgiden dolayı Şii sayılmasının saçma olduğunu ifade eden yeğeni Zeynep Miskalci onun yerine Musa Sadr’ın Sünni sayılması gerektiğini veya Sünni fikirlerden etkilendiğini söylemenin daha yerinde ve doğru olacağını ifade etmektedir.  Malik Binnebi’nin fitne çağında yaşamadığını ve onun döneminde Şii-Sünni ilişkilerinin bu kadar gergin olmadığını hatırlatıyor.  İran’ın devrimi ve bu yönde zaferi Sünni kesimde bazı istenmeyen akislere ve yansımalara neden olmuş ve  Muhammed Ticani Semavi ve Raşid bin İsa gibiler devrim üzerinden Şiilikten etkilenmişler ve dai derecesinde Şii de olmuşlardır. Buna mukabil, yine zafer sarhoşluğuyla birlikte İran, devrim ihracı adı altında Şiiliği yaymaya yeltenmiştir. Zaferi onu Şiiliğini Sünni dünyaya yayabileceği  kanaatine sevketmiştir.  Bu anlayış ve tutum  Şii-Sünni dünya arasındaki ihtilaf ve gerginlik hatlarını yeniden aktif hale getirmiştir.

Malik Binnebi büyük fikir devi olup geride muhteşem bir miras bırakmıştır. Yeğeni Zeynep Miskalci hala  yazma olarak duran birçok çalışmasından bahsetmektedir.  Cezayir, mirasına tam olarak sahip çıkamamıştır. Hizb-i Fransa olarak anılan mustağripler  veya ideolojik azınlık  tayfası veya küresel CHP veya Batılılaşmış elitler  onunla ve fikirleriyle kendi yurdunda savaşmışlardır. Onlar ideolojik savaş ajanları veya acentalarıdır. Malik Binnebi’nin bize bıraktığı en büyük miras ve beraberinde götürdüğü hasret İslam birliği ve ittihad-ı İslam’dır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum