Kavgacılık

Acabâ bu hâl neden ileri geliyor? Şu millî hasletimizden söz ediyorum: geçimsizlik ve kavgacılık, neredeyse en belirgin özelliğimiz olup çıktı… Târîhle ilgilenen herkesin üzülerek okuduğu, okuyarak üzüldüğü; beylerimiz, hâkanlarımız, şâhlarımız, şehzâdelerimiz arasında kendimizi bildik bileli süren çekişmeler, itişmeler, döğüşmeler, savaşlar, kıtaller ne kadar çoktur! Hadi, yalnızca bu şahıslar arasında olsa idi, er meydanına çıkıp güreşirler mi, cenk ü cidâl ile kozlarını paylaşırlar mı; ne halleri varsa görsünler, derdik. Ama, maalesef, iş hiç öyle ferdî kalmazdı. Pek çok insan, inanarak veyâ inanmadan; rızâsıyla veyâ zorla bu kötü kavgaya katılırdı. Bir sabah namazından sonra, şafak sökmeden duâlarla, tekbîrlerle, iki taraf da aynı dînden, aynı dilden, aynı kavimlerden olmalarına rağmen, “Benim beyim senin beyini döver.” düşüncesiyle “Vur hâ, koluna kuvvet!” sadâlarıyla savlet ve dîndaşıyla, dildaşıyla, kardaşıyla mukàtele ederdi. Güneş batarken, binlerce can telef olur, binlerce beden sakatlanır, binlerce ocak söner, binlerce zulüm işlenmiş olurdu. Gàlibin hükmü, mağlûba diz çöktürürdü.

Asırlar asırları kovaladı. İnsanların görüş ve düşünceleri daha medenî, daha dîgergam, daha müsâmahalı hâle geldi. Ama itiş-kakış, kavga-döğüş ortadan kalkmadı. O zamanki beylerimizin yerini bu zamanda parti liderimiz, spor kulübümüz, ideolojik yandaşımız, meşrebî tarafdârımız vesâire aldı. Değişen şahıslar, değişmeyen çekişmeler. Evde, okulda, iş yerinde, kahvede, partide, stadyumda şöyle konuşa anlaşa; fikre ve söze saygılı insanların bir arada yaşayabilecekleri bir memleket pek uçuk-kaçık bir hayâl mi? Senin malın sana, benim düşüncem bana, beğenirsen al, beğenmezsen bırak!

Hasedin çâresi var. Hırsın dermânı var. Ama, isteyene; hatâsının farkında olana… Hatâsını savâb, huysuzluğunu yüksek seciye, geçimsizliğini uyumluluk zanneden insana ne yapılabilir ki? Toplu halde yaşamanın sağladığı pek çok fayda var. İnsanlar birbirine ayna olur. Maddî ve mânevî destekle ferdlerin ihtiyâcı giderilir. İtişen, kakışan kişiler faydalı ve güzel bir iş yapamazlar. Şahsiyetleri ve seciyeleri alçalır. Zarardan kurtulamazlar.

Başkalarının geçimsizliğinden kâr çıkaran tipler vardır. Onlar bilhassa böyle kavga-döğüş edenleri arar, bulur, teşvîk ederler. Fıtratları bozulmuştur. O yüzden başkalarının da kendileri gibi olmasını isterler. Huzûrdan huzûrsuz olurlar. Sulhtan râhatsızlık duyarlar. Kavgacıların seyrine bayılırlar. İster arenada, ister stadyumda, ister kongrede, ister mecliste, ister bütün vatan sathında; topluca kavga çıkması keyiflerine keyif katar. Zehirlemekten zevk alırlar. Onlar, en ufak bir münâkaşayı büyütmek için tırnaklarını birbirine sürterler. Kızıştırmak için yangına körükle müdâhale ederler. Üstelik, ara bulucu, ıslâh edici pozlarını da kimseye bırakmazlar.

İnsanlarımızdaki umûmî bir hastalık da şöyle ârâzlar gösterir: Kendilerinin fikirlerini desteklemeyen herkes sapıktır. Düşüncelerine katılmayanların hepsi hâindir. Aynı mescidde baş koysalar dahî, öbürleri münâfıktır, kâfirdir. Gruplarına müstağnî davrananlar satılmıştır. Bozguncu ve ajan sıfatı, otomatik ıstampalı damga gibidir: istediklerine ânında basılır. Beşeriyet îcâbından, eskiden birlikte hareket eden birisi, fikrini tashîh, tâdil, tebdîl etme cür’etini gösterirse, Hıristiyan olmadığı halde aforoz edilir. Bunlara ne cennette, ne ârafta yer bırakılır; paldır-küldür cehenneme yollanır!

Demokrasi, inanç, fikir ve hareket hürriyeti, değişim hakkı mangalda küldür. Yakıcı ateşten başka bir şey bulunmaz. O mangallar, o tandırlar, o ocaklar şahısları ile kàimdir. Varsalar, vardır; yoksalar, adem-i mutlaka mahkûmdur. Oturdukları makàmlar, en ayrılmaz kimyevî yapıştırıcılardan, en kavî fizîkî kaynaklardan daha güçlü vâsıtalarla şahıslarına perçinlenmiştir. Ayrılmaları gayr-i kàbildir. Ölüm bile onları ayıramaz; birlikte gömülmek, ba’sü ba’de’l-mevtte o koltukların üzerinde dirilmek isterler.

Haydi, bu durumda olanları kendi hallerine bırakalım. İlle de seyri gerekiyorsa, Hacıvat-Karagöz tarzında bakalım. Onların perdeyi yıkıp vîrân etmeleri sırasında bizler de taraf taraf olup birbirimizi kırıp dökmeyelim. Bilelim ki: parsayı ve perdeyi toplayıp gittiklerinde, yara-bere içinde kalan biz oluruz; onlar değil! Onlar bize gölge-hayâl göstererek zâten bu netîceye ulaşmak niyetindedirler. Onların bu oyunlarına âlet olmamak aklın îcâbıdır. Unutulmamalıdır ki, gözleri bağlı günlerce karanlıkta bekletilen döğüş horozları veyâ arenaya salınan boğanın âkıbeti, zevk-i sakîm sâhiplerini eğlendirdikten sonra telef edilmektir.

Âgâh olalım. İnsaflı olalım. İz’anlı olalım. Âkıbet-bîn olalım. Hâsılı: adam olalım!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum