Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Kalben buğzetmek ne anlama gelir

Birisi ve ya bir şey hakkında gizli olarak kalben nefret etmek ve gizli düşmanlık etmek anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerimde “Bağd┠şeklinde geçer ve “buğzları dillerinden taşmakta” (Âl-i İmran, 3:118) “Bizimle olan ahit ve misaklarını unutanların kalplerine kıyamete kadar buğz ve düşmanlık bıraktık” (Mâide, 5:14, 64) “Şeytan içki ve kumarla aranızda kin ve düşmanlık sokar” (Mâide, 5:91) “Allah’a inanmayan ve putlara tapanlarla mü’minlerin arasında Allah’a inanana kadar buğz ve düşmanlık vardır” (Mümtahine, 60:4) ifadeleri ile geçmektedir.

Buğz, Müslümanlar ve insanlar arasında kötü huylardan sayılmakla beraber, imansızlığa, kötülüklere ve bunların sebepleri olan nefs-i emarenin kötü arzularına, şeytana ve insanı kötülüğe iten içki, kumar, tembellik ve atalete karşı buğz etmek ve bu kötü vasıflara düşman olmak ve onları düşman bilmek güzel huy olarak kabul edilmiştir.
İnsanlara karşı buğz etmek, insanları kalben sevmemek ve onlara düşman olmak, düşmanlık hisleri taşımak sevgi ve muhabbet hislerini zayıflatır, aralarında soğukluğa ve iletişimin kopmasına sebep olur. Gerçekte ise insanlar arasında sevgi ve bağlılığı devam ettirmek, insanlığın gereği olan ünsiyeti devam ettirmek gerekir.

İslam’da kin ve nefret, düşmanlık ve adavet şahsa değil vasfadır. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” ibadettir. Allah’ın kullarına şefkat ve merhametle muamele etmek esastır. Mü’min ve muvahhit olan iyi insanlara sevgi ve muhabbet zaten Allah hesabınadır ve ibadettir. Günahkâr ve inkârcılara karşı da acımak ve imanlarına, salahlarına dua etmek ve kurtuluşu için yardımcı olmak, şefkat ve merhametle muamele etmek esastır ve imanın gereğidir. Nitekim peygamberimiz (sav) “Birbirinize kin ve düşmanlık doğuracak davranışlarda bulunmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize darılıp sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!” (Buhari, Edeb, 57-58; Müslim, Birr, 24-28; Ebu Davud, Edeb, 47) buyururken sadece Müslümanları kast etmemiş ve “Ey Allah’ın kulları!” hitabı ile tüm insanları kastetmiştir.

Peygamberimiz (sav) “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek imanın gereğidir ve alametlerindendir” (Buhari, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 2) buyururken “Allah için” demesinin hikmeti “Allah’ın istediği şekilde” demektir. Yoksa Allah’ın istemediği düşmanlığı Allah için göstermek elbette Allah için olmaz ve Allah’ı memnun ve razı etmez.
Müslüman insanlar arasında kin ve nefret tohumları ekmez. Bu sebeple asla insanlara düşman olmaz ve hiçbir insana karşı düşmanca davranmaz. İnsan hürmete, şefkate ve saygıya değer muhterem ve en mükemmel varlık olarak yaratılmıştır. Toplumda saygı ve sevgi esastır. “Allah için sevmek” tüm insanlığı ve insanları sevmektir. “Allah için buğzetmek” ise insanların arasını açan, insanları düşmanlığa, kin ve nefrete sürükleyen kötülüklere ve kötü vasıflara ve bunları insanlar arasında yaymaya çalışan şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşıdır ki bunlar sadece inananların değil, tüm insanlığın ortak düşmanlarıdırlar.

Müslüman Allah rızasını aramalı ve daima ölçülü olmalıdır. Nitekim peygamberimiz (sav) “Sevdiğini ölçülü sev, bir gün aranız açılabilir; buğz ettiğine de aşırıya gitme ki, bir gün dost olabilirsin” (Tirmizi, Birr, 60) buyururken ideal olan sevgiyi esas alanları değil, toplumda mevcut olan düşmanlığın ortadan kalkması için bir yol ve yöntem, ölçü ve metot göstermiştir. 

Kötülüğü Önlemenin Yolu:        
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücü yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışsın. Buna da gücü yetmezse kalben buğzedin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78; Tirmizi, Fiten, 11; Nesai, İman, 17; İbn-i Mace, Fiten, 20) İslam bilginleri hadisini izahını yaparken peygamberimizin toplumun her sınıfına hitap ettiğini dikkatlerimize sunarlar. Hadisi de buna göre izah ederler. Bu durumda “elle düzeltmek devletin, askerin ve polisin vazifesidir. Dille düzeltmek eğitimle, öğretmen ve din adamlarının grevidir. Kalben buğz etmek de halkın vazifesidir” demişlerdir. 

Buğz etmek kötülüğü işleyenlere düşmanca davranmak ve kalben o insandan nefret etmek anlamına gelebildiği için genellikle düşmanca davranmak olarak yorumlanmaktadır. Bu ise sevgiyi esas alan dinimizin diğer prensipleri ile çelişir gözükmektedir. Kavga eden gençlerin bir kısmı peygamberimizin “elle kötülüğü önleyiniz” hadisini uyguladıklarını söylerken, bir kısım akrabalar arasında düşmanlığın da kalben buğz etmek için olduğunu söylemektedirler. Hâlbuki işin doğrusu böyle değildir.

Dinimizde kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek ve böylece kötülüğe engel olmak esastır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin. (Hucurat, 49:10) Kötülüğü iyiliğin en güzeli ile karşılık vererek defedin. Böylece bakarsınız ki aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluverir. (Fussilet, 41:34) Zaten takva sahibi mü’minler de bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir” (Âl-i İmran, 3:134) burmaktadır.

Bu ayetler ışığında baktığımız zaman kötülüğü önleme ve iyilik yapma ile kalben buğz etmenin arasını te’lif etmek gereği ortaya çıkmaktadır. Bu gerçeği ortaya koymak için Bediüzzaman’a müracaat etmemiz gerekir. Bediüzzaman Said Nursi bu konuda “Uhuvvet Risalesi”ni telif etmiştir. Bediüzzaman bize birkaç temel ölçü vermektedir:

Birincisi: İnsanın kendi fikri ve düşüncesi ölçü olamaz. Başkasının fikri, düşüncesi ve davranışını kendi ölçüleri ile yoruma tabi tuttuğu zaman yanılması kaçınılmazdır.

İkincisi: Her doğruyu her yerde söylemek, her hakkı her yerde konuşmak doğru değildir. Toplumda farklı anlayışlar ve sebebini bilemeyeceğimiz davranışlar vardır. Bu durumda bir yerde doğru olan ve bireye bakan yönü ile verilen hüküm bir başka durumda yanlış olabilir. Temel sebebe inmeden verilen her hüküm insanı yanıltabilir.

Üçüncüsü: Düşmanlık duygusu fıtratta vardır ve veriliş amacı mü’mine adavet etmek değildir. Her şeyden önce nefsimize, şeytana, küfre ve zulme düşman olmak içindir. Muhabbet sıfatı sevilmeye layık bir duygu olduğu gibi, düşmanlık duygusu da kendisinden nefret edilmesi gereken bir haslettir. Öyle ise düşmanlık sıfatına düşman olmak gerekir. Bize hasım olan ve bizimle uğraşanlara düşmanca davranmak yanlıştır. Bu yangına körükle gitmek demektir. Bu durumda ise düşmanlık daha da artacaktır. Mü’min kerim olmak ve daima ikram etmekle mükelleftir.
Çünkü insanlar ikram ile birbirlerine yaklaşırlar. Fena bir adama iyisin, iyisin desen iyi olur. İyi adama fenasın fenasın dersen fena olur. Öyle ise Kur’an-ı Kerimde yüce Allah’ın “İyi insanlar boş sözler ve çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler” (Furkan, 25:72) sözüne kulak vermelidir. Yine mü’min kendisine zarar verenlere ve kötülüğü dokunanlara iyilikle karşılık vermeyi ve affetmeyi Allah istemektedir. “Eğer siz kendinize kötü davrananları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, Allah da sizleri bağışlar. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir” (Teğabün, 64:14) buyurur. (Mektubat, 2001, s. 255-256)

İslam, insanlar arasında sevgi ve muhabbeti esas alır. Mü’min kalbi her türlü düşmanlık, kin, haset ve fesattan arınmış bir kalptir. İslam selamet, emniyet, güven, esenlik ve barış anlamındadır. İslam dinin gereğini yapan insanın da öyle olması gerekir. Mü’minin de görevi barış, esenlik ve sevgi tesis etmektir. . Her şey Allah’ın sanatı ve eseri olduğundan Allah için sevilmelidir.

Peygamberimize (sav) “İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?” diye sorulunca “Senin başkalarına yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir” (Ebu Davud, Edeb, 142) buyurmuşlardır.
Sevgi ve muhabbet kâinatın mayesi ve varlık sebebidir. Ancak her şey ölçülü olmalıdır. Ölçüsüz her şey zararlıdır. Güzellik ölçüdedir. “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” de ölçülü ve hak edene olunca güzeldir. Her şey Allah’ın sanatı ve eseri olduğundan Allah için sevilmelidir. Allah için buğz ise Allah’ın ayet-i kübrası ve en mükemmel sanatı olduğu için insana yönelik olmaz. İnsanın kötü olan sıfatlarına ve kötü duygularınadır. Bunun için mü’min kötü ahlak sahibine acır ve onun ıslahına çalışır. Dolayısıyla buğz ve düşmanlık, küfür, şirk ve onlardan kaynaklanan ahlaksız vasıflaradır.

Yüce Allah insanı kerim olarak yaratmıştır. (İsra, 17:70) Bunun için peygamberimiz (sav) bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkmış, sebebini soranlara da “O bir insandır” (Nesai, Cenâiz, 46) buyurmuşlardır. Peygamberimizin insana olan sevgisi ve saygısı bu derece yücedir.
Peygamberimizden (sav) dersini alan Bediüzzaman bunun için “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” demektedir. Mevlana ve Yunus Emre gibi İslam’dan dersini alan büyüklerin “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmelerinin” ve insan sevgisinin sebebi de budur.

Hoşgörünün Sınırı ve Ölçüsü:
Hoşgörünün sınırını da iyi belirlemek gerekir. İnsana hoşgörü ile, küfre, harama, düşmanlığa ve tahribata karşı hoşgörü karıştırılmamalıdır. Küfrü, tahribatı kendisine sıfat edinmiş ve onunla anılır hale gelmiş olanlara da hoşgörü ile yaklaşılamaz. Bunun için Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi küfrü ile iftihar edenlere karşı hoşgörülü yaklaşım sıfatları olan küfrü ve zulmü hoş görmek anlamına gelir.

Ebu Cehil cehalet ve kabalığın babası anlamındadır. Hayatını İslamiyet ve peygamberimizin (sav) düşmanı olarak geçirmiştir. “Bu ümmetin Firavunu olduğu” peygamberimizin (sav) dili ile sabittir. Hal böyle iken peygamberimiz (sav) Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan ve İslama büyük hizmetlerde bulunan oğlu İkrime’nin yanında aleyhine konuşulmasına İkrime rencide olmasın diye müsaade etmemiştir. “Babalarını kınamak ve haklarında lüzumsuz söz söylemek suretiyle çocuklarını rencide etmeyiniz” (Hakîm, Müstedrek, 3:241; Kenzu’l-Ummal, 13:540–541) buyurmuşlardır. Ancak bu durum Ebu Cehile sevgi göstermek anlamına gelmez. Burada Müslüman olan İkrime’nin (ra) hatırı söz konusudur. 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz kavminiz, mallarınız, evleriniz size Allah'tan ve O'nun elçisinden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevgili/ gönül bağlayıcı geliyorsa o zaman Allah’ın hükmü gelene kadar bekleyin. Allah öyle fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez." (Tevbe, 9:24)

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tutarak onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise onların sevgilerinden daha fazladır. Keşke o zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının şiddetini bu günden anlayabilselerdi.” (Bakara, 2:165) “Şüphesiz iman edip Salih amel işleyenlerin kalplerine Rahman olan Allah sevgi yaratacaktır” (Meryem, 19:96) buyrulur. Bu ayetlerde yüce Allah dünyaya, faniyata ait olanların sevgiye layık olmadığını belirtir.

Mü’minler her şeyleri yönden Allah rızasını esas alırlar. Bundan dolayı Allah için sever ve Allah için buğz ederler. Nitekim yüce Allah “Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerden anneleri, babaları, oğulları, kardeşleri ve yakın akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düşman olanları sevdiklerini ve dostluk kurduklarını göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve yerleştirmiş, ayrıca kendi katından bir ruh ile onları desteklemiştir. İşte bu vasıflara sahip olanları Allah içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacak ve onlar orada ebedi kalacaklardır. Onlar Allah’tan razı olmuş ve Allah da onlardan hoşnut olmuştur. Şunu iyi bilin ki gerçekten kurtuluşa erenler işte bu vasıflara sahip Allah’ın hizbinden olan kimselerdir” (Mücadele, 58:22) buyurur.

Allah için sevginin içinde küfre ve zulme ve bunların sahiplerine sevgi olmadığı gibi hoş görmek de yoktur. Çünkü İslam fıkhında temel kural şudur: “Zulme rıza zulüm ve küfre rıza küfürdür.” Bunun için zalimler ve küfürde ısrar eden ve inkârda direnerek hak ve hakikati imha için çalışanlara sevgi gösterilemeyeceği gibi hoşgörü ile de bakılamaz. Yüce Allah değil zulmü, zulme biraz meyledenleri bile dehşetli azap ile tehdit etmektedir. “Zulmedenlere hafifçe meylederseniz cehennemin dehşetli azabına uğrarlar” (Hud, 11:113) buyurmaktadır. 

Yine Yüce Allah Kur’anda mü’minlere şöyle buyurur: “Ey Resulüm de ki: benim Rabbim yalnızca doğru olanın yapılmasını emretmiştir ve kulluğunuzu göstermek üzere giriştiğiniz her türlü eylemde bütün varlığınızı ortaya koymanızı ve içten bir inançla yalnız ve sadece O’na bağlanarak Kendisine yalvarıp yakarmanızı ister. Başlangıçta nasıl sizi yaratan o’ysa döneceğiniz yer de O’nun huzurudur. Sizden bazılarınızı doğru yola yönelterek hidayete erdirecek, ama bazılarınız için de doğru yoldan sapmak kaçınılmaz olacaktır. Çünkü bakın o sapkınlar Allah’ı bırakıp Şeytanları sevgi ile bağlanılan dost edineceklerdir; hem de böylelikle doğru yolu bulmuş olduklarını sanacaklardır.” (’raf, 7:29-30)

Yüce Allah’n bir adı da “Aduvv” dür. Allah kâfirlerin düşmanıdır. Kur’an-ı Kerim “Kim Allah’a meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e, Mikail’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır” (Bakara, 2:98) buyurulur. Hadislerde peygamberimiz (sav) “Allah’ın en çok buğzettiği varlık imandan sonra küfre giren kimsedir. (Celalettin Suyuti, Camiü’s-Sağir, (1996-İstanbul) 1:39) Allah’ın en çok gadab ettiği kimse düşmanlıkta aşırıya gidendir. (Buhari, Ahkam, 34) Kullar içinde Allah’ın en çok buğzettiği kimse kılık-kıyafeti amelinden daha hayırlı olan kimsedir. Peygamberler gibi giyinir ama günahkâr zalimler gibi davranır” (Camiu’s-Sağir, 1:39) buyrulmaktadır. Bu hadis-i şeriflerde de mü’minin imanı sevmesi, küfür ve düşmanlığı sevmemesi ve onlardan nefret etmesi gerektiği anlatılmaktadır.

Mü’minler Arasında Sevgi Esastır:
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Rahmanın halis kullarının vasıflarını sayarken “O takva sahipleri öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah bu suretle iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran, 3:134) Yine başka bir ayette “Rahmanın kulları yakışıksız sözlerle karşılaştıkları zaman da vakar ile geçip giderler” (Furkan, 25:72) buyurur.
Mü’minler birbirlerini Allah için severler. Bir menfaat karşılığı sevmezler. Böyle olunca menfaatini bulamayınca sevgisinde bir noksanlık olmaz. Kendisine haksızlık da yapılsa bunu affeder ve kusuruna nazar-ı müsamaha ile bakar ve bakmalıdır. Ancak haksız bir duruma düşerse ve bilerek veya bilmeyerek yanlış bir yola girerse ona yardımı o haksızlıktan kurtarmak ve yanlış yoldan çevirmek tarzında olur ve olmalıdır. Yanlış yapan ve yanlış yolda giden birine “iyi yapıyorsun” demek ona ihanettir. Sonucunu bilsin veya bilmesin yanlışta ısrar edene “Allah için nasihat eder. Nasihatini esirgemez ve kurtuluşu için dua eder.” Ancak kendisini de yanlışa çekmeye çalışırsa ondan uzak durur. Şahsına değil, yanlışına buğz eder. Yani yanlışı yanlış bilir ve ondan kalben, lisanen ve bedenen kaçar. Günahı, haksızlığı, adaveti sevmez ve onlardan nefret eder.

İslam dininde kardeşliğin, arkadaşlığın ve dostluğun büyük önemi vardır. Ancak bu dostluk ve kardeşlik yanlışa müsamaha etmeyi gerektirmez; bilakis gerçek dost dostunu yanlıştan koruyan ve ona hak yolda yardımcı olandır. İnsan için üç şey çok değerlidir. Birincisi sapmaya yüz tutunca doğrultacak arkadaş. İkincisi helal rızk. Üçüncüsü ise yanlışlarını affettiren cemaatle namaz kılmaktır. Ama ne var ki ahir zamanda bu üç şey çok az bulunur. Peygamberimiz (sav) de “Ahir zamanda helal rızk ile samimi arkadaş çok az bulunur” buyurmuşlardır. 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Haşr, 49:9) buyurarak Ensarı bu güzel davranışlarından dolayı övmüştür.

Peygamber Efendimiz (sav) de: "Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olmazsınız" (Müslim, İman, 30-31) buyurmuşlardır. Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise: “Kendisinde şu üç huy bulunan kimse imanın tadını alır: Allah ve Resulünü her şeyden fazla sevmesi, Mü’min kardeşlerini yalnız Allah rızası için sevmesi, tekrar küfre düşmekten ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi hoşlanmaması” (Buhari, İman, 9; Müslim, İman, 28) buyurmuştur.
Allah-u Taala bir ayet-i kerimede: "Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin.” (Enfal, 8:1)
"Mü'minler ancak kardeştir. O halde iki kardeşinizin arasını barıştırın" (Hucurat, 49: 10) buyurmuştur.

İmansızlar ve Münafıklar ile Münasebetler:
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Ehl-i kitap ile ilgili olarak “Ey iman edenler! Kendi dışınızdaki insanları sırdaş edinmeyiniz. Çünkü sizin sıkıntıya düşmenizi isterler ve size fenalık etmekten asla geri durmazlar. Onların kin ve düşmanlıklarını ağızlarından dökülen sözler ile anlaşılmaktadır. Onların kalplerinde sakladıkları düşmanlıkları ise daha büyüktür. Siz onları sevesiniz ama onlar sizi sevmezler. Sizler onların inanmalarını istesiniz, onlar ise sizin küfre dönmenizi isterler. Sizler bütün kitaplara inanırsınız onlar ise size inandık derler ama kendi başlarına kaldıklarında size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Ey Resulüm sen de ki: ‘Kinlerinizle kahrolun!’ Şüphesiz Allah kalplerinden geçeni bilir ve size bunu açıklar. Size bir iyilik dokunsa bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse bu da onları sevindirir. Sizler şayet sabreder de onların şerlerinden korunursanız onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Allah da onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır” (Âl-i İmran, 3:118–120 Ayrıca bakınız: Maide, 5:14, 64, 91) buyurarak Müslümanlığa düşman olanlardan sakınmalarını inananlara tavsiye etmektedir. 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde küfre düşman olmayı emretmektedir. “Dinde zorlama yoktur. Hak ve batıl, doğruluk ve yalancılık birbirinden ayrılmıştır. Kim şeytan ve Allah’tan başka tapılan ve mabud ittihaz edilen şeyleri reddederek Tevhid inancı ile Allah’a gerçek manda inanırsa o kopmaz sağlam bir ipe yapışmıştır. Allah her şeyi bilir ve her arzuyu ve ihtiyacı işitir. Allah iman ile kendisine bağlananların velisi ve dostudur. İnananları zulmetten aydınlığa çıkarır. İnkârcıların dostu ise tâğuttur; onları aydınlıktan ve nurdan karanlığa götürür. İşte onlar cehennemliktir ve ebedi orada kalacaklardır.” (Bakara, 2:256-257)

Bu ayette imanın makbul olması için Allah’tan başka ibadete layık olmadığının bilinmesi ve onların reddedilmesi şartı getirilmektedir. Hem tağuta ibadet hem de Allah’a ibadet beraber olmayacağı açıkça ifade edilmektedir. Dolayısıyla dinimizde önce küfürden, şeytandan ve insanı imandan uzaklaştıran her nevi azgınlıktan nefret edilmesi sonra Allah’a tam bir ihlâs ile ibadet edilmesi istenmektedir. Mü’minlere düşmanlık, kin ve nefret ise kesinlikle yasaklanmaktadır. Nitekim Fetih suresinde sahabelerin güzel vasıflarına atıf yapılırken sahabelerin “kâfirlere karşı şiddetli ve kendi aralarında merhametli olmaları” (Fetih, 48:29) ilk zikredilen ve övülen vasıflarını teşkil etmektedir.

Peygamberimiz (sav) “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek imanın alametidir” (Buhari, İman, 1; Ebu Davut, Sünnet, 2) buyurur. Tabii ki burada buğz küfre ve küfürden kaynaklanan kötü huylara ve bunları kendisine sıfat olarak alanlaradır. Sevgi ise islama, imana ve imandan kaynaklana bilumum güzel vasıflara ve bu vasıflar ile tavsif edilenleredir. Bu ise kuvvetli bir imanın alametidir. Müslümanlar arasındaki münasebetleri tanzim ederken buğza, kine ve düşmanlığa asla yer vermemiş ve bunu yasaklamıştır. “Birbirinize kin duyacak davranışlarda bulunmayın. Birbirinize haset etmeyin ve birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun” (Buhari, Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 24, 28; Ebu Davut, Edep, 47) buyurur.

Sonuç:
Kalben buğz etmek, günah işleyene değil, günaha buğz etmek demektir. Allah’ın birliğini kabul ve kalben tasdik ederek iman edenler ayet ile sabittir ki Allah’ın dostları ve velileridirler. Kim bir veliye düşmanlık ederse Allah onun hasmı olur. Bu durumda bir mü’min ne derece günah işlemiş olursa olsun ona kin ve adavet caiz değildir.
Ebu Derda (ra) “Kardeşinize sövmeyiniz, sizi onun durumuna düşürmekten koruyan Allah’a hamd ediniz. Kardeşinize buğz da etmeyiniz ancak onun ameline buğz ediniz” diyerek bize bu konuda güzel bir ölçü vermiştir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bütün bunlardan dolayı “Husumet ve adavetin vakti bitti. Muhabbete en layık şey muhabbet, husumete en layık sıfat husumettir” (Hutbe-i Şamiye, 1996, s. 57) demiştir.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.