“İslamcılık” kavramı nedir? “Cihad ruhu” Nerededir?

“İslamcılık” kavramı nedir? “Cihad ruhu” Nerededir?

Son günlerde gündeme gelen “İslamcılık” tartışmasında işin felsefi teorisi ile pratikteki karşılığını bulmada çelişkiler yumağı örülüyor.

İslamafobya dalgasının kasıtlı husumet havasının etkisiyle yazılanlarla öz eleştiride ölçüyü kaçıranların verdiği mesaj zihinleri karıştırıyor.

Asıl üzücü olan “düşmanların attığı taşlardan ziyade dostların attığı gül” derler ya…Bazı dostların yazdıkları da bu türden..

Niyet sorgulamak kimsenin hakkı da haddi de değildir. Amma…

“İslamcılık” konusunda yazılanlar ağırlıklı olarak niyet okuma kabilinden…

 

Burada genellemeden hüküm çıkarmak yerine bahse konu olan her olayı kendi şartları içinde değerlendirmek gerekiyor. Bağdat’taki dükkancının hatasını İstanbul’daki bakkala fatura etmek gibi. Bazı yazanlar/yazarlar konuya çözüm yerine çatışmayı körüklemeye hizmet ediyor.

 

Kavrama dikkat!... Öyle böyle sıradan bir konu değil…  ”İnsaniyet-i Kübra olan İslâmiyet”i ilgilendiren bir konu bu.

İnananlar için en büyük vazife olan “İlay-ı kelimetullah” var işin içinde.

Her Müslüman için farz olan cihad vazifesi var.

Bu zamanın cihad şekli metodu her kes için farklı olabilir. Ölçüyü metodu tartışmaktan öte geçip genelleme ile sanki cihad suçmuş gibi bir anlam ortaya çıkabiliyor. Hem de suçlamanın kendisinin inananlar tarafında olduğunu bildiğimiz kalemlerden sadır olması düşündürücüdür… Hele hele ilahiyat alanında akademik formasyona sahip bazı medyatik kişilerin beyanları külliyen tahrip hesabına geçer

 

Dini cemaatler, sosyal gruplar bu rüzgârın etkisinde kalarak pasifize edilmek isteniyor sanki... Belki farkındalar veya değiller… Her halûkârda mazur değiller…

Topyekun saldırının versiyonu olarak gündeme getirilen “İslamcılık”ın olumsuz takdiminde “Biz değiliz onlar” der gibi savunma konumuna geçmek de ayrıca başka bir yanlışlıktır.

İslamcılığı dini siyasete veya dünyevi menfaatlere alet edilmesi yanlış olduğunda hemfikiriz.

 

Yani dinin ticareti olamaz. Rant ve menfaat aracı da yapılamaz. Anlaştık…

Bediüzzaman Said Nursi, bırakın dünya menfaatini, “iman hizmetini maddi ve manevi terakkiyatıma, cehennemden kurtulmaklığına dahi alet etmekten men edildim” diyor. Halbuki şahsi kemalat herkesin meşru hakkıdır.

 

Siyasilerin beyanlarında yer alan dinin ve kutsal kavramların alet edilmesi zaten en avam sıradan insanların kalp gözü ile anlaşılabilir bir çarpıklıktır.

“Amelinizde rızay-ı ilâhi olmalı” sırrına uygunluk esastır ihlas için.

Her dini faaliyeti “İslamcı” demesinler diye hiç bir şey yapmamak daha büyük yanlışlık değil mi?

“Emr-i bil mağruf nehy-i anil münker” vazifesinin gereği nasıl yerine getirilecek?

“Bir kötülüğü elinle veya dilinle veya olmadı kalbinle buğz etmek..” sürecinde imanın en zayıf derecesi sadece “buğz” kademesinde kalması iman-ı tahkiki ile nasıl izah edilir?

İman hayata nasıl hayat olacak? Tahkiki imanın sosyal hayatta bir karşılığı/tezahürü yok mu?

 

“İslamcılık için Müslüman olmak şart değil” diyen, pratik örneği olmayan nazariyeden hüküm çıkaranların hangi akla hizmet etiğini anlamak mümkün değil. Nesebi belirsiz bir söz.

 

Biraz daha genelden özele inecek olursak din adına İslam adına her söz, beyan, faaliyeti dini siyasete alet etmek cümlesinden değerlendirilemez.

Dini siyasete alet edenler olabilir. Din adına cihad ediyorum derken metot yanlışı yapanlar da vardır. Örneğin canlı bombaların asla cihadla âlakası yoktur. İslam diniyle de âlâkası yoktur. El Kaide gibi batılı gizli servislerin taşeronu/maniplasyonu gayr-i meşru yapıları nasıl Müslümanların davranışları içinde ele alabilirsiniz?

 

Marjinal örnekler genelleyerek Müslümanların gerek ülke gerekse küresel ölçekte yanlışlara karşı tavrını duruşunu zayıflatan, kararlığına engel olan beyanların çıkış noktasına dikkat lazımdır. Nereden üfürülüyor acaba?

 

28 Şubat sürecinde ve önceki darbelerin hedefinde, açıkça din ve dindarlar olduğu ortadadır. Hal böyle iken -sebebi anlaşılamayan- tavır ve duruşun önünü kesen beyanlar olmuştur.

 

Sözde yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede meşruiyet sınırları içinde milyonlar meydanda olmalıydı. Bu konuda dini cemaatlerin ve kanaat önderlerinin sorumluluğu vardır. Darbe süreçlerinde bazı dini gruplar, din adına siyaset yapanlar sebat, metanet, duruş sınavında sınıfta kalmışlardır.

 

Şartların elverişli olduğunda ölçüsüz desteksiz yüksekten atanlar da tatlı su mücahitleridir. İhtilal zamanlarında tam siper arazidirler. O zamanlar da pasif gördükleri Risale-i Nur talebeleri dalgakıran vazifesi görmüşlerdir.

“Neme lazım başkası düşünsün istibdadın yadigârıdır” sözüne uygun pasif davranış dini cemaat ve grupların eksikliğidir. Bunu bir öz eleştiri olarak not düşüyorum.

 

Cemaatlerin ve sosyal gruplar siyasi tavır ortaya koyarken gizi açık beyanda bulunurken sosyal hadiselere tavır koyma konusunda nötr kalmaları özeleştiri yapılmaya açık bir konudur. Dini cemaatler, dini siyasete alet etmemeyi ölçü kabul ederken, siyasi görüş açıklamakta bir beis görmezken, sosyal konularda ortaya konulması gereken tavır belirlemede neden çekimser kalırlar?

Bu yetmiyor gibi “İslamcı” damgası yemeyelim diye tam siper arazi konumuna girmelerine ne demeli? 

Milletvekili kadro pazarlıkları yapmak, bürokraside kadro talep etmek daha mı âhlaki? Çelişki değil mi? Reelde durum herkesin malumu.

 

Hakka hizmet edenlerin hedefi de vasıtası da hak olmalıdır. Bu ölçüler içinde cihad ruhunu, imana Kur’an’a, İslâm’a hizmet etmenin motoru olacak motivasyonu köreltecek kurşunu kendi ayağına sıkan beyanların farkında olmamız lazım.

 

Din umumun malıdır. Din adına yapılan ve söylenen her söze ön yargı ile dini siyasete alet ediyor demeden “Delil ve akibete bakılır, mihenge vurulur. Kimin sözü altın çıktıysa alınır. Bakır çıkmışsa iade edilir.”

Hali hazırda mihenge vuran yok. Külliyen din ticareti gibi itham dine hizmeti baltalıyor.

Sivil toplum anlayışı zaten gelişmemişken, filizlenmeden üstüne basmak gibi genelleme suçlamalar içinde yer alanlara itibar etmiyoruz.

 

Demokratik bir ülkede meşru, makul ve yasal sınırlar içinde yaşayan, kendini Müslüman kabul eden özellikle dini bir gruba mensup olanlar “İlay-ı kelimetullah” için imkânları elverdiği ölçüde gereken her hizmeti yapmaktan çekinmemelidir. Cemaat ruhu, şahs-ı mânevi gücü, uhuvvet, muhabbet, ittihad, tesanüt sırrı tam anlamıyla gösterilmelidir. Kim ne derse desin “Amelinizde rızayı ilahi olmalı, o razı olduktan sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. O razı olduktan ve hikmeti iktiza ederse halklara da kabul ettirir.” (20. Lem’a İhlas Risalesi)

 

Siyasi iktidarın; evveliyatında din adına siyasi bir gelenekten gelmesinin şu konjonktürde dini siyasete alet diyor suçlamasına karşı nötr kalma lüksü yoktur. Meşru yolla iktidara gelmiştir. Her türlü sosyal talebe cevap vermek zorunda olduğu gibi dini taleplere de cevap vermek durumundadır.

Özellikle din ve vicdan hürriyeti zeminini temin etmek iktidarın birinci vazifesidir. Hiçbir mazereti de geçerli değildir.

 

Sonuç olarak “İslamcılık” terim ve kavram olarak dini; siyasete, ticarete, makama, menfaate alet edilmek olarak anlaşılıyorsa kabul edilemez.

Ancak söylemlerin ve eylemlerin içinde dini çağrıştıran unsurlar olan her faaliyet olumsuz olarak değerlendirilemez.

Cihad ruhu canlı ve heyecanı kalmalı. Karşı cepheye geçip köşesinden ahkâm kesen kompleksli, sureti haktan görünen entelijansiyeleri protesto ediyorum. Diyeceğim bundan ibaret.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum