İlk insan konuşabiliyor muydu?

Hz. Âdem ve Hz. Havva Dili başlıklı çalışmamızda da açıkça ortaya koyduğumuz gibi bütün dinlere göre aslında başlangıçta tek bir dil vardı. Yani bütün insanlığın ortak ataları olan Hz. Âdem ve Havva’nın konuştukları bir dil vardı. Rabbimiz Hz. Âdem’i yaratmış, merhametiyle, hikmetiyle tecelli ederek onun eşi ve çocuklarıyla iletişimini tesadüflere bırakmamıştır.

Şu anda milyonlarca örneklerini gördüğümüz gibi, kedilerin, yunus balıklarının, sineklerin, kuşların, köpeklerin, ineklerin, keçilerin ve diğer bütün hayvanların doğuştan getirdikleri basit bir iletişim sistemleri vardır. Hz. Âdem bir mucize olarak diğer bütün özellikleriyle birlikte balçıktan yaratıldığı gibi, elbette o günün şartlarına uygun bir konuşma kabiliyetiyle de gönderilmiştir.

Hz. Âdem’in “konuşabilme” özelliğine sahip olması, kalbinin, aklının, beyninin, ayaklarının, gözlerinin, parmaklarının ve diğer bütün organlarının hiç yoktan yaratılmasından daha fazla şaşılacak bir durum değildir. Mesela, tekerlekleriyle, fren, pedal, gaz sistemleriyle üretilmiş bir araba elbette “seyahat” için üretilmiştir. Bunun gibi insanın da bütün özellikleri, mesela şuuru, ses telleri, dili, dişleri, dudakları, damağı, ciğerleri, solunum organları vb. hasseleri, “beyan çiçeğini açacak” yani “konuşmayı sağlayacak” şekilde tasarlanmıştır.

Bütün bu yardımcı organlar zaten yaratıldığı halde, ilk insanın bütün bu özellikleriyle birlikte “konuşamadığını” iddia etmek, imkansızdır. Yani durum, kimilerinin iddia ettiği gibi Allah tarafından beyne yeleştiren konuşma yeteneğinin yüzlerce ya da binlerce yıl sonra, insanın keşfiyle kuvveden hayata geçirilmesi gibi bir durum değildir. Hz. Âdem, ayetlerin şehadetinden anlaşılıyor ki, kesinlikle Allah’ın vahiyle talimi ve ilhami sevkiyle konuşmuştu:

“Derken Âdem Rabbinden kelimeler belleyip aldı.. O da Tevbesini kabul etdi. Çünkü tevbeyi en çok kabul eden, asıl esirgeyen odur”(Bakara 37)

Daha önceleri çeşitli platformlarda yayımlanan dille ilgili yazılarımızda da ortaya koyduğumuz gibi, bu ilk dil herhangi bir milletin ya da ulusun dili değildi. Zira milletlerin olmadığı, sadece Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın olduğu o dönemde, bir ya da birkaç milletten bahsetmek elbette imkânsızdır.

Elbette tüm milletlerin,  ırkların genetik özellikleri Hz. Âdem ve Havva’nın genlerinde temerküz etmişti. Daha sonra iç ve dış saiklerin de etkisiyle ama aslında planlı; programlı bir şekilde,  diğer bütün milletler de oluştu.  Bunun gibi bugün yeryüzünde konuşulan bütün lisanların genleri de Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın o günkü fıtri “dillerine” dayanmakta, o ilk dilden izler taşımaktadır.

Bütün diller aslında tek bir kökenden gelmektedir, dedik. Çünkü bunun mantığa en uygun olan görüş olduğunu biliyoruz. Ayrıca başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere bütün kutsal kitaplar dillerin Allah tarafından yaratıldığını bizlere öğretmektedir:

“Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere arzederek: “Eğer(iddiânızda) doğru kimseler iseniz, haydi şunların isimlerini bana bildirin!” buyurdu.” (Bakara 31)

 “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”

(Rum Suresi-22)

Tevrat’ta da dillerin Allah tarafından yaratıldığı ve geliştirildiği şöyle anlatılmaktadır:

Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman, Şinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim. Ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım. Ve Âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri Rab gördü ve dedi; İşte, bir kavmdirler ve onların bir dili var ve yapmaya niyet ettiklerinden hiç bir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.

(Musa’nın Birinci Kitabı, Bab 11, 1- 9)

Hem insan denilen varlık, çağdaş bilimin de kabul ettiği gibi tek bir atadan gelmişse,  insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden gelmiş olmalıdır. Bu dilin bir numunesini bebeklerin bebekçe konuşmalarında, daha bilimsel bir ifadeyle “babıldama” döneminde çıkardıkları seslerde görebiliyoruz.

Bilhassa “b”,  “p”, “c”, “t”, “m”,  “v”, “k”, “g”,  “d”,  “a”,  “ı”,  “h”,  “e” sesleri gibi sesler 1-2 yaş dönemi bebeklerin de fıtri olarak çıkardıkları seslerdir. Bu hakikat, insanın doğumundan itibaren çıkarttığı sesler itibariyle de konuşmaya meyilli yaratıldığını gösterir. Hatta bilim adamları bebeklerin ağlama sırasında çıkardıkları farklı ses tonlarıyla bile farklı farklı isteklerini dile getirdiklerini ortaya koymuşlardır. Pediatri Uzmanı Şükran Yıldırım bu bulguları bizler için şöyle derlemiş:

Acı çektiğinde: Keskin bir feryat, nefes almadan devam eden kısa periyot bir çığlık, içe doğru çekilerek ağlama.
Acıktığında: Düşen ve yükselen ses tonuyla kısa ağlama. Bebekler parmaklarını emer, yanaklarına vurur, annesi tarafından kucağa alınıncaya kadar bu ağlamasını kesmez.
Yorulduğunda: Uykusu geldiği zaman yumuşak şekilde, tıpkı şarkı söyler gibi ritmik bir şekilde ağlar.
Sıkıldığında: Yankı yapan bir ses tonu. Bu durumda ağlamasını kucağa alınıncaya kadar kesmez.
Rahatsız olduğunda: Huysuz ve aksi bir ses tonu. Bu ağlama türünde bebeğin altını ıslattığı, üşüdüğü, terlediği mesajları alınabilir.

Muhtemelen ilk insan ve onun yanındakiler bebeklerin babıldama döneminde çıkardıkları seslerden müteşekkil bir dili konuşuyorlardı. Çünkü bu dil onlara yeterliydi. Hatta Adem, Havva, Kabil, Habil isimlerinin bile o dönemdeki kelime türetme ve ses özelliklerini yansıtan orjinale yakın kelimeler olduklarını düşünebiliriz.

O günkü bu ilk dil temel bir dil gibi görünse de bütün dünya dillerini de içinde barındıran çekirdek bir dildi.   İşte bir kısmı bugün halen konuşulmakta olan binlerce farklı dil, aslında tek bir kökenden yani “İlk İnsanlık Dilinden” kopup başkalaşan dillerdir. İlk insanlık dili ise içerdiği sesler itibariyle basit gözükse de içinde barındırdığı mantıklılık,  düzenlilik bakımından oldukça mükemmeldi. Bu dil çekirdek bir dildi. Bütün dünya dillerinin genetik özelliklerini içinde barındıran çekirdek bir dil.

O dilin içindeki planlar,  kodlamalar iç ve dış etkenlerle etkileşime geçtiği andan itibaren planlı bir şekilde yeni diller oluşturulmaya başlanacaktı. Yani bu dilin yaratılması eşitli şartlara bağlanmıştı. Bu dillerin değişimi,  başkalaşmasını tetikleyecek şartlar ise önceden zaten Sonsuz bir Şuur tarafından öngörülmüştü. Aynen tabiattaki,  kâinattaki düzenin bir büyük patlamayla aniden başlatılarak evrenin bugünkü düzenli şekline gelmesinin de bir planın varlığını göstermesi gibi, kainat sisteminin seslerden oluşan bir parçası olan dillerin düzenli bir şekilde gelişmesi de bu dillerin planlı bir şekilde,  belli kurallar dâhilinde geliştiğini göstermekteydi.  Kâinat sistemindeki varlıklar, olaylar, süreçler ve kanunlar, Rabbimizin isimlerinin, sıfatlarının tecellisiyle var olduğuna göre lisanların yani dillerin de var oluşu, Kelam, Hakim, Alim, Mübin, İrade gibi ilâhi isim ve sıfatların yansımalarının fıtri bir neticesidir.

Günümüzdeki küreselleşme çalışmaları,  İslam dünyasındaki ittihad arayışları, tek bir ortak dile,  tek bir ortak devlete doğru gidiş meyli,  aslında “tek bir ümmet olunduğu, tek bir dilin konuşulduğu” bir “başlangıç dönemine dönüş” hamlesidir.

Bir alabalık nasıl ki, derenin akış yönünün tersine yüzmek pahasına,  doğduğu anavatanına,  kökenine dönmek zorunda olduğunu hisseder ve o köken mevkiine döner. Bunun gibi de insanlık,  aslında her şeyin ortak olduğu o ilk insanlık günlerinin,  kendi şuuraltına genetiksel olarak kayıtlı hülyasına doğru koşmaktadır. . Bu kayıt, bizzat Rabbimiz tarafından şuurlara yerleştirilmiş bir kabiliyettir.

Muhtemeldir ki bu ilk dil, saf, tertemiz, düzenli, düşünceleri en etkili şekilde dile getirmeye yarayan Cennette de konuşulacak üstün özelliklerde bir dildi. Arapça gibi vahiy dili olarak geliştirilmiş ve yaratılmış diller, muhtemelen o mükemmel Cennet dilinin bu dünya şartlarındaki perdelerden geçmiş mükemmel numuneleridir.

Evet cennet dillerinden birisi ve belki de en birincisi hadislerde geçtiği gibi Arapça’dır. Ama nasıl ki, bu dünyadaki elma, çilek, muz, su, ağaç, toprak gibi kusurlu varlıklar, ahiretteki asıllarının binlerce perdeden geçmiş gölgeleriyse, bu dünyada konuşulan Arapça da ahiretteki o mükemmel dilden haber veren, ancak o dilin diğer bütün diller gibi bu dünya şartlarına uygun bir şekilde binlerce perdeden geçmiş en parlak bir numunesidir. Allâhu a’lem, Türkçe, Farsça gibi bütün dünya dilleri de, Ahirette konuşulan o saf, mükemmel ve yeterli dilin farklı mertebelerde tecelli eden gölgeleri ve numuneleridir, diyebiliriz.

Son olarak, Bütün dünya dillerinin “ortak mantıki ruha” sahip olduğunu kanıtlayan bir kaç deneyden bahsedeceğim sizlere. Bildiğimiz gibi, bebekler (doğdukları zaman), çiçekler ve hayvanlar, insanların dillerini bilmezler. Fakat bu canlılar, mucizevî bir şekilde farklı farklı dilleri konuşsalar da, onların farklı dilleri anladığını, dolayısıyla konuşulan dilin mantıki ruhunu sezinlediklerini göreceğiz.

Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Larry Sherwitz’in bir araştırmasından bahsedeceğim. Bu bilim insanı, 600 erkekle yaptığı konuşmaları bir kasete kaydetmiş. Bu konuşmaları yapanların kaç kez “beni” “bana” “ben” “benim” gibi benlik ifade eden sözleri kullandığını saptamış. Sonunda görmüş ki, bu kelimeleri daha çok kullanan erkekler daha çok kalp hastası olma riskini taşıyor. Demek ki kalp gibi akılsız bir varlık bile insanların konuşmalarının mantıki ruhunu sezinleyebilmektedir.

Cansız bazı varlıkların bile insanların farklı farklı konuşmalarına farklı moleküler tepkide bulunduklarını ispatlayan bir deneyi sizlere anlatalım. Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto on yılı aşkındır sürdürdüğü deneyler sonucunda cansız, akılsız su maddesinin konuşulanları anladığını ortaya koymuş. Emoto’nun deneyinin sonucunda şu anlaşılmış; su molekülleri bir insan duyarlılığına sahip. Bu deneyi yaparken Dr. Emoto maddelerin kendine özgü birer manyetik alanları olduğu gerçeğinden yola çıkmış. Üstelik Emoto yaptığı deney sonucunda ortaya çıkan sonuçları birebir fotoğraflayabilmiş.

Su moleküllerinin bulunduğu kabın yanında farklı içerikleri olan konuşmalar yapmışlar. Mikroskopla yapılan inceleme sonucunda bu su moleküllerinin her sesin içeriğine göre şekil değiştirdiğini fark etmiş. Kötü sözler içeren konuşmaların yapılması suyun çok zararlı bir molekül yapısına dönüşmesini sağlayabiliyormuş. Bunun aksine suyun yanında iyilik, sevgi, dua içeren sözlerin konuşulması da su moleküllerinin olumlu yönde başkalaşmasına etki ediyormuş. Su molekülleri  ve bilhassa zemzem suyunun molekülleri güzel sözlere muhatap olduklarında daha düzenli ve güzel bir kristal yapıya dönüşüyor.

Bu deneyler de gösteriyor ki, dünyadaki bütün dillerin ortak bir mantıki ruhu vardır. Biz bu tek dünya dilinin zamanla farklı elbiseler giyerek farklılaştığını sansak da, aslında bu dil Çinli için de, İngiliz için de, Arap için de, Türk için de aynıdır.

Bu dil, Allah’ın yarattığı, ilk olarak Hz. Âdem ve Havva’nın konuştukları ve bütün dünya dillerinin, ruhu, çekirdeği olan “İnsanlık Dilidir”

Bebeklerin ağlama ve babıldamalarında, cümle vurgularında, duygularda, düşüncelerde ortak ve benzer kelimelerde, sayılarda, alfabelerde, jestlerde, mimiklerde ve pek çok gramer yapısında yaşamaya devam eden bu “Ortak Dil”in izleri, başlangıçtaki o “Tek Ümmet” dönemini bizlere fısıldamakta ve bizleri yeniden “birliğe” davet etmektedir:

Hâlbuki insanlar ancak tek bir ümmetti; sonra ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbin tarafından önceden(söylenmiş) bir söz olmasaydı (cezâları hemen gelir ve) üzerinde ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında, aralarında elbette (çoktan) hüküm verilmiş olurdu.”(Yunus 19) (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum