Hawking’in ‘ölümü’-3 / Cennet nerededir?

Bedüzzaman’ın Haşir risalesi diğer taraftan ‘akıl bu yolda gidemez, sadece iman ederiz’ diyen bir iman yaklaşımına karşı imanın evrenselliğine dayanarak ve akıl ve matematik bir yaklaşımla ispatlanabileceği, yani evrensel bir zorunluluk olduğunu göstermek biçiminde de büyük bir meydan okumadır.

Haşrin kesinliği gibi, Cennet ve cehennem, hem bilgisel, hem bilimsel hem de matematiksel bir zorunluluktur. Bu çalışmada Bediüzzaman, bir evrensel gerçeklik olarak (bunu ifade etmek için iki kere iki dört eder derecesinde denmiştir) cennet ve cehennemin varlığını ve zorunluluğunu göstermiştir.

Bir şeyin ispatı matematiksel olarak zorunluluğunu göstermektir (ki ispat için bu yeterlidir), bunun fiziksel karşılıklarını bulmak başka bir süreçtir.

Bediüzzaman ‘haşir risalesi’nde öncelikli ispatını yapmıştır, hatta bunun fiziksel karşılıklarını da ortaya koymuştur. Mesela dünyanın merkezindeki ateşin bildiğimiz ateşten 200 bin derece yüksekliği (ki cehennem ateşi bu şekilde tarif edilir) yerin kendi cehennemini sakladığını göstermesi; veya soğukluğun yakıcılığı örnekliğiyle, cehennemin bir azap biçimi olarak bildirilen aşırı soğukluğun yakmasını fiziksel olarak görünmesi, ayrıca dünyanın yıllık hareketi sonucu ortaya çıkan eliptik bölgenin bir cehennem ve cennet meydanı çizdiği ve dünyanın yıllık birikiminin buraya boşaldığı, böylece cehennem zakkumu ile cennet ağacının dal dal budak budak ilerlediği ve neticesinde bir Şemsu’l Şümus’a (güneşler güneşi) varıp, kıyametle birlikte artık perdesinin yırtılıp inşanın neticesi olan ahiret aleminin ortaya çıkacağını göstermesi, ahiretin perde gerisinde, ama seslerinin bize her an ulaşan bir yoğunlukla hazırlandığı (evrenin altı günde yaratılması gibi bir süreç olabilir) ve bizim de her bir küre gibi bu inşaatta çalıştığımızı, öncelikle kendi hususi dünyamızın taşlarını döşediğimizi, perde gerisine geçip bizzat inşaatı teftiş ve kontrol etmiş olan Efendimizin (asm) ağzından (hiç bir delil olmasa bile onun (asm) tarifleri ahiretin varlığını gösterir), odunu ve elmas’ı insanlar olan (Ebu cehil ve Ebu bekir’ler) iki ucundan, birinden kir birinden nur akan iki akışkandan kurulduğunu görür gibi hatta bizzat dokunur gibi anlatan bir muhteşem eser olan Haşir risalesi herhangi bir bilim adamı ya da felsefecinin elinde bir ikna ya da ilzam vesikası olacaktır.

Her şey bu kadar nettir ve itiraza medar noktalar risalenin tümüne dağılmış ve büyük Kur’an Okyanusu'ndan referanslarla doldurulmuştur.

Cennetin yerini bulmak için her ilim kendine bir rota belirleyebilir ve belirlemelidir de. Yoksa Kur’an onları büyük tehditlerle aşağılamaktadır.

Bu noktada; Kur’an’ın bir kelimesinin, ayetinin benzerini istemesi aynı zamanda bir ifadesini yalanlanmasını ya da aksini gösterilmesini istemesi olarak da görülmelidir. Eğer Kur’an'ı ve gösterdiklerini kabul etmiyorsanız o zaman bir tane, sadece bir tane karşı örnek, ya da durum göstereceksiniz ki bu şekilde tüm evrenselliği çökertmiş olursunuz. Bunu yapmalısınız, eğer yapamazsınız siz ebedi olarak bir ateşle, aşağılanmayla karşılanacağınız söyleniyor.

Kabul etmiyorum ya da inanmıyorum demek (adem-i kabul) bilimsel değildir, o zaman aksini ispatla kendinizi (kabul-u ademe) mahkum ediyorsunuz; bilim ispatlanmamış şeyler üzerine kurulmaz, o zaman Kur’an’ın zalim ve cahil dediği ve esfel-i sâfilini layık gördüğü ve kainatın hukukunu sonsuz kere ihlal etmekten ebedi kalacak bir ateşe mahkum edecek ve böylece sizi temizleyecektir.

Kuvve-i hafıza örneğin, Bediüzzaman için önemli bir örnektir; bir küçük çekirdek cismiyle bir büyük insan yaşamını maddi ve manevi bütünüyle taşıyan ve kara kutusunu oluşturan ve bu şekliyle ağacı taşıyan meyvenin çekirdeği, dünyanın çekirdeği, yıldızların çekirdekleri, galaksilerin çekirdekleri hep bir korunma ve yeniden parlayıp meyve verme kanununun her şeyiyle bir büyük hakikati oluşturacağını söylemek, büyük tasarımın büyük neticesi olacağını varsaymak, büyük evreni bir tek gerçekle açıklama uğraşındaki herkes için çok değerli bir ufuk olsa gerektir.
 
Her şey sonsuza evrilirken, bu büyük heyecana ortak olmak ve evrenin geleceğini kendi gerçeğiyle bağlamak, kaçmak ya da kendini soyutlamak ve yalnızlaşmaktan çok daha çıkar yol görünüyor.

Evrende ortaya çıkan bir gerçek de şudur ki; Bir şeye mutlak olarak ulaşamayız. Ortalama veya yaklaşık değerler üzerinden belli kesintileri yaparak ya da belli noktada keserek sonuçlar çıkarırız, ki çoğu bilim dalı, teknoloji, makine, üretim bunun sonucu ortaya çıkmıştır, gerisini araştırmak evrensel doğrularla kurulacak korelasyonlara bırakılmıştır; işte Allah peygamberleri vasıtasıyla insanlara bu ilerisini yorumlamayı ve göstermeyi hatta yaşatmayı sağlayacak dinleri göndermiştir.

Bu nedenle, her bilgi, hele ahiret, cennet ve cehennem gibi bizce gayb olan bilgiler bütünüyle yalnızca Allah (cc)’nin elindedir. Gaybı yalnız O (cc) bilir; bu noktada Bediüzzaman’ın haşrin ve cennet ve cehennemin varlıkları ile ilgili, yüzde doksan dokuz (yani yüzde yüz değil) başka yol olmadığı yönündeki ifadeleri ve yerleri konusundaki atıfları bu açıdan değerlendirilse gerektir.

Neticede, başta nuru’ndan ve (gül kokulu) terinden evrenin yaratıldığı Efendimiz (asm) olmak üzere tüm enbiya, evliya ve asfiya ve vicdanların ebed dualarına katılmak ve Bediüzzaman’ın sık tekrarladığı gibi ‘ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız... bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin  ‘asıl’larını ve menbalarını göster... bizi makarr-ı saltanatına celbet... bizi bu çöllerde mahvettirme... bizi huzuruna al... bize merhamet et... burada tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir... bizi zeval ve teb’id ile tazib etme... sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başıboş bırakıp idam etme’ demek gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum