Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Risale-i Nurda, Kanun ve Namus Nedir?-3

DİMAĞDA MERÂTİB-İ İLİM MUHTELİFEDİR, MÜLTEBİSE

Dimağda merâtip var, Birbiriyle mültebis, Ahkâmları muhtelif.

Evvel tahayyül olur, Sonra tasavvur gelir. Sonra gelir taakkul, Sonra tasdik ediyor, Sonra iz'an oluyor, Sonra gelir iltizam, Sonra itikad gelir.

İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet. (Sözler,958)

[Bunlar da bilginin yaptırım gücüne ulaşması için uyulması gereken Namuslar, Kanunlar olarak telakki edilse çok doğru olabilir!]

ONUNCU NOTA

Cenâb-ı Hakkın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin âyinelerinde cilvelerini görmek ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla temâşâ etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaflet esbabından tecerrüd et, onlara müteveccih ol, dur. Çünkü, ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir:

Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak Gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez. {Devamı da okunabilir.} (İ.İcaz,340)

[Burada da imana ulaşmada lazım olan o sahanın Namusları anlatılıyor denemez mi?]

  • “Nübüvvetin, Hayat-ı içtimaiyedeki düsturî neticelerinden.
  • ve Şems ve kamerden tut, Tâ nebâtât hayvânâtın imdadına,ve Hayvânât insanın imdadına,
  • .Hattâ zerrâtı.taamiye hücey_rât-ı bedenin imdadına ve muavenetine koşturulan Düstur-u Teâvün, Kanun-u Kerem, Namus-u İkram nerede?
  • Felsefenin hayat-ı içtimaiyedeki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve Vahşî hayvanların fıtratlarını Su-i istimallerinden neş'et eden düstur-u cidal nerede?” (Sözler, 734)

[Bu günkü kültürde bizler Namus kelimesini sadece cinsî meseleler için kullanırız. Evet, ahlakî, cinsi meselelerde Namus o meselelerin doğru tarafını, şeklini, manasını ifade eder. Ancak bu namus kelimesi, kevni kanunlar dışındaki meselelerdeki o sahanın doğru kanunları, düsturları, prensipleri anlamında Nevamis manalarını da ifade der ki tatbiki tamamen insanın iradesiyle gerçekleşmesine vesile olacağı şeylerdir, denilebilir. İslam’ın bizi yapmaya çağırdığı yardımlaşma, kerem düsturu ile Felsefenin mücadele esası örnek olarak ortaya konuyor.]

  • “İşte madem Bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, Bir kanun-u ilmî ve Bir düstur-u riyazî ve Bir Namus-u Fıtrî (!) Ve Bir usul-ü edebî ve Bir anahtar-ı gaybî oluyor.
  • Elbette, Menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve Fıtratın Tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve Edebiyatın mu'cize-i kübrâsı ve Lisanü'l-gayb olan kur'ân-ı mucizü'l-beyan, o kanun-u tevafukîyi, İşârâtında istihdam, istimal etmesi i'câzının muktezasıdır.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 125)

[Tevafuk-u cifrî ve Ebcedî bile, anahtar-ı gaybî, usul-ü edebî olarak bu sahanın Namusu olarak anlatılıyor ki bizim tezimizi kuvvetlendiren manalar olanak görülebilir'!]

  • “Şu muhteşem kâinatı Meşiet ve Hikmetiyle tesis ve Kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve Âdetinin kanunlarıyla tanzim ve İnayet ve Rahmetinin Namuslarıyla tezyin ve Esmâ ve sıfâtının cilveleriyle tenvir eden, Ancak ve ancak Bâni Ve Sânidir. (Mesnevi-i Nuriye, 53)

[Evet, Kanun ve Namusların hepsi Emir Âleminden geliyor ve Rabbimizin İlim ve Kudretinin kontrolünde. Onlara yine Allah’ın İradesi hükmediyor. Çiçekte müzeyyin ismi hâkim ise Namusta da İrade daha ziyade hâkim veya kevnî kanunlar gibi mecburen tâbi olmaya zorlanmıyoruz, İmanımızla, akıl ve ruhumuzun ikna edilerek, İrademizin kullanılması sayesinde Namuslara uyabiliyoruz! Ve bu Namuslar, Kullukta dinin tavsiye ettiği şeylerin tamamını da kapsar.]

  • “Kanun emirdendir, Namus iradedendir.” (Mesnevi-i Nuriye, 81)
  • “Tabiat, Allah'ın san'atı ve şeriat-ıfıtriyesidir. Nevâmis ise, onun meseleleridir. Kuvâ dahi, o meselelerin hükümleridir.” (İşarat’ül İcaz, 203)
  • [Güneş, Cazibe kanunuyla gezegenlerini etrafında döndürürken; bir anne de şefkatiyle yavrusunu bağrına basar. Birinciye kanun, İkinciye ise namus denilmesi daha uygun olabilir. Şahsî ve İçtimaî hayatımızı ayakta tutan, hürmet ve merhamet gibi esaslar da birer Namus olarak kabul edilebilirler.]
  • “Arkadaş! Ulûhiyet, Risalet, Ahiret, Kâinat arasında Hakikatte telâzum vardır. Yani, Bunlardan birisinin vücut ve sübutu, ötekisinin de vücut ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı icab ettirir.” (Mesnevi-i Nuriye, 53)

"EL-HAKKU YÂ'LÛ" BİZZAT, HEM ÂKIBET MURADDIR

  • Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: "Madem el-hakkı ya’lu haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?"Dedim: Dört noktaya bak; bu müşkül de hallolur.
  • Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
  • Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması yine lâzım değildir.
  • Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galiptir.
  • Dolayısıyla, bir hak bir bâtıla mağlûptur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur.
  • Yoksa bizzat, hem daima değildir. Lâkin âkıbetü'l-âkıbe, her dem yine hakkındır.
  • Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var. (Sözler,983)

[Burada Emir, Kudret, İrade… Âleminden gelen Namusların çok doğru, hikmetli, ilmî ölçülerin ifadesi olduğu, kim tarafından uyulursa uyulsun, onlarla muvaffak olunacağı gerçekten çok harika tarzda anlatılıyor!]

  • “Şu muhteşem kâinatı Meşiet ve hikmetiyle tesis ve Kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve Âdetinin kanunlarıyla tanzim ve İnayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ve Esmâ ve sıfâtının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak Bâni ve Sânidir.” (Mesnevi-i Nuriye, 53)
  • “Hem Kanunlar ve Nevâmis denilen şeyler ancak İlimle İrade ve emrin Envâa olan tecellîlerinin isimleridir. Evet, Kanun emirdendir, Namus iradedendir.” (Mesnevi-i Nuriye, 81)
  • “İnsanın, O kanunlara İntisap ve irtibat etmesi ve O namusların Eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, Umumî cereyanı temin etsin. Ve Tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların Hareketlerine muhalefetle O dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak O emir ve nevahiden İbaret olan ibadetle olur. (İşarat’ül İcaz,195)
  • “Ve keza, İfrat, Tefrit, Hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir.” (İşarat’ül İcaz,300)

[Bütün meselelerde ifrat ve tefrit, ilgili konuların namusuna aykırı hasletler oluyor!]

  • “Evet, Bu âmiller, Hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan Rabıtaları, Kanunları Keser, atar.
  • Evet, Şehvet veya gazap, Haddini aşarsa, Irz ve namuslar payimâl olur, mâsumlar mahvolur.
  • Evet, Fâsık olan kimsenin Kuvve-i akliye ve fikriyesi İtidali kaybedip Safsatalara düşerse, İtikadâta ait rabıtaları kesmekle, Hayat-ı ebediyesini yırtar, atar.
  • Ve keza, Kuvve-i gazabiyesi Hadd-i vasatı tecavüz ederse, Hayat-ı içtimaiyenin Hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder.
  • Ve keza, Kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa, Heva-i nefse tâbi olur, Kalbinden şefkat-i cinsiye zâil olur. Kendisi berbat olacağı gibi Başkalarını da berbat edecektir.
  • Bu itibarla, Fâsıklar Hem nev'inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur.” (İşarat’ül İcaz,300)
  • “Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i islâmiyenin ve Namusun ve İzzet-i milliyenin Yaraları pek derindir.” (İlk Dönem Eserleri, 357)
  • “Hakikatinin kanunları ve Mahiyetinin namusları ve Teşekkülâtının düsturları Bekà bulur. Zira o kanun ve namus ve düstur, O fert ve nevi için bir ruh-u emrî hükmündedir.” (Lem’alar, 540, Haşiye-1)
  • “İsraf edenlerin Her vakit sefalete, Hatta dilenciliğe kadar düştüklerini, Hatta haysiyet ve namuslarını ve Hatta mukaddesat-ı diniyelerini bile feda ettiklerini ve İktisadın Menafi-i azimesini ve İsrafın Dehşetli zararlarını ve Sehavetin Güzelliği içinde Bir oduncu ihtiyarın istiğnâsını zikrederek, İktisadın Kıymet ve izzetini, Sehavetin fevkine çıkarır.”
  • “Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.
  • Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz.
  • Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir.
  • Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar.
  • Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. (Lem’alar, 321)

[Namuslar, ‘sadece cinsî anlamda değildir’ manasının harika ve önemli açılımına iyi örnekler olarak kabul edilebilir!]

“Kur'ân'ın yüksek meziyetlerinden biri de şudur ki: Kesrete ait bahislerden sonra Vahdet tezkirelerini yazıyor. Tafsilden sonra icmal yapıyor. Cüz'iyatın bahislerinden sonra Rububiyet-i mutlakanın düsturlarını, Sıfât-ı kemâliyenin namuslarını Fezlekelerle zikrediyor. Bu gibi fezlekelerin,Âyetlerin sonundaki faideleri, Âyetlerin ortalarında zikredilen mukaddemelere neticeler hükmündedirler. Veya illet olurlar, Ta ki sâmiin fikri âyetlerde zikredilen cüz'iyatla meşgul olup ulûhiyet-i mutlaka mertebesinin azametini unutmasın ki, Ubudiyet-i fikriyesine halel gelmesin.” (Mesnevi-i Nuriye, 311)

[Kanun ve Namuslar insanı kemale götüren temel unsurlar olarak vardır!]

  • “İşte bu Sırr-ı imtihan ve Sırr-ı teklif iledir ki, Cevahir-i âliye, Hazefât-ı sâfileden tasaffi eder. Vaktâ ki bunun gibi çok hikem-i dakika için Âlemi bu sûrette irade etti. Şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü de irade etti. Şu tahaavvül ve tagayyür için Ezdadı birbirine arıştırdı. Mazarratı menafia mezc, Darrı nef'a derc; Şurûru hayrata mütedahil, Mekàbihi mehasinle müçtemi halk ederek; Şu ezdadı Dest-i kudret yoğurarak Kâinatı Kanun-u tebeddül tagayyüre ve Namus-u tahavvül ve tekâmüle Tâbi kıldı.” (İlk Dönem, 212)
  • “Said Nursî memleketine döndü. Karışmış İstanbul'un havâ-i gıll ü gışından ve tezviratından ve Bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara bâdî ve bütün felâketlerin müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinayetlere tahammül edemeyerek meyus ve müteessir, Vahşetzâr fakat Mûnis, Vefakâr ve Nâmusperver olan Dağlarına döndü. İsabet etti. Kim bilir, belki en büyük icraatından biri de budur.”(İlk Dönem, 383)

[Dağlar o fıtrî namuslara, kanunlara tâbi olunan yerler olarak anlatılıyor. Meşakkatli ama hür, serbest olunan harika ortamlar! İslamiyet tam yaşansa bütün âlem saadet mekânları olabilir!]

  • “Eğer, büyük adam, İstibdat ile kuvvete veya Hileye veya Kendisinde olmayan, Tasannûen kuvve-i mâneviyeye istinâden, Halkı isti'bâd ederek havf ve cebrin tazyiki ile tutup, İnsanı hayvanlığa indirmiş; Daima o milletin şevkini kırar, neşelerini kaçırır.
  • Eğer, Bir nâmus olursa, yalnız o şahs-ı müstebitte görünür; Denir ki, "falan adam şöyle yaptı." Eğer bir seyyie olursa, kabahat bîçare etbâa taksim olunur. İşte şu mâhiyetteki büyük, Hakikaten büyük değildir, küçüktür; milletini küçüklettiriyor. (Devamına da bakılmalıdır) (ilk Dönem, 451)
  • “Ey Türkler ve Kürtler! İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadîse yanlış mânâ verse veya yanlış amel etse, acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, Yoksa o râfızîyi tahtie edip Nâmûs-u Hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır?” (İlk Dönem,464)

[Hadis’in Namusu, doğru olarak, dinin, Kur’an’ın ölçüleriyle değerlendirilmesi, öyle mana verilmesi değil midir?]

  • “Belki Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, Hiç kimse kimseye tahakküm etmesin.ç Herkesin hukuku mahfuz kalsın, Herkes harekât-ı meşruasında Şâhâne serbest olsun.!”(İlk Dönem, 464)

[Felsefenin asla ulaşamadığı, Hürriyetin namusu ne kadar harika anlatılmış!]

  • "Allah'ı bırakıp da birbirinizi Rab edinmeyin." bk. Âl-i imrân sûresi, 3:64.
  • “Zira, Her bir millet için, O milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve Namus-u milliyesini muhafaza eden ve Kuvveti onda toplanacak bir mânevî havuz vardır. Ve sehâvet-i milliyesini teşkil eden ve Menâfi-i umumiyesini temin eden ve Fazla kalan malları onda tahazzün edecek Bir hazine-i mâneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler, Bilerek veya bilmeyerek, O havuzun ve o hazinenin etrafında delik-melik açtılar. Mâye-i bekàyı ve madde-i hayatı çektiler. Havuzu kurutup hazineyi boş bıraktılar.”

[Devletin, milletin perişaniyeti, bu sahanın namuslarına uymamaktan olmadı mı?]

“Ey divaneler! İşitmediniz mi, anlamamış mısınız ki,الْمُؤ ْمِنُونَ اِخْوَةٌ اِنَّمَا Bir namus-u ilâhîdir. Veya körleşmiş misiniz ki, görmüyor musunuz ki, ‘Sizden hiçbiriniz Kendisi için istediğini Din kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş olamaz.’ (Müslim, iman: 71,72) Bir düstur-u nebevîdir? (İlk Dönem, 501)

[‘Kendimiz için istediğimizi Din Kardeşimiz için istemenin’ çok yüksek bir ilahî Namus olması gerçekten çok ilginç değil midir? Bu ahlak hayatımızı nasıl şekillendirir.]

“Nevi insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes'ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. "Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım" diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.” (İman-Küfür Muvazeneleri, 222)

NETİCE: Kur’an Felsefesinin şahsî ve içtimai hayatımıza bakan saadet Prensiplerinin tam bir ifadesi olan Namuslar insanlık ve medeniyetlerimiz için çok önemlidir. İslam literatüründe bunlara Namus, Nevamis deniliyor. Onlar da kanundur. Ama Kevnî Kanunlardan farklı, ilmen, aklen, kalben tâbi olunması iradelere havale edilen, bütün davranışlarımızı ihtiva eden, Esma-i Hüsnadan kaynaklanmış ve bizim imanlı İrademize arz edilmiş iki cihan saadetlerinin temelini meydana getirirler. Namus ve nevamis, Kur’an Felsefesinin bütün ahlaki değerlerinin farklı bir çekirdek ifadesidir, vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum