Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Medresetüzzehra Kitaplarında Mezc Öncesi Hatırlatılacaklar

Bugünkü anlayışla yazılmış “Fen Bilgisi 8” kitabında yapılan mezcle ilgili taslak metinler:

(Bu çalışma Kur’an ve İman Hizmetiyle uğraşan arkadaş ve ağabeylerimin değerlendirmeleri, Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Münazarat’ta hedef gösterdiği Medresetü’z Zehranın Eğitiminde kullanılacak kitaplarda yapılacak mezc tarzının tespiti için arz edilmektedir. Geçen hafta yazdığım yazımın devamı niteliğindedir.)

GİRİŞ

İLİMLERE AİT TEMEL BİLGİLER

1-İLİM NEDİR

İlim, maluma tâbidir, görülen, olan, var olan şeyleri belli kıstaslarla, ölçülerle anlar, biliriz, tespit ederiz. Yani ilim esasen bilmek demektir. Yani var olan eşyanın, varlıkların, inceleme, araştırma ile değişik özelliklerini, bağlı oldukları Kanunları bulurlar, bilirler, onları kendi seviyelerinde ortaya koyarlar. İnsanlığa asırlarca çok faydalı olacak harika gelişmelere vesile, sebep olurlar.

Malum, Realite, Tabiattaki gerçeklik; ilme, yani bilmemize tâbi değildir, bilmemiz onların özelliklerini, gerçeği değiştiremez... Yani realitedeki Fizik ve Kimyaya ait olarak ayrıştırdığımız, belirlediğimiz kanunlar; eşyaya, varlıklara ait temel vasıflar, sıfatlar, özellikler bilmemizle, bizim ilmimiz ile değiştirilemez. Ancak yine var olan kanunlarla uyumlu gelişmeleri, faydalılığı sağlayabilirler.

Yani Torricelli, Newton, Arşimet, Pisagor, Kepler, Galileo, Pascal, Einstein vb. eli öpülesi İlim Dünyasının devleri sadece var olan şeyleri, akılları, çalışmalarıyla bulmuş, ortaya koymuş, yazılı hale getirerek insanlığın hizmetine sunmuşlardır.

Arşimet, hamamda yıkanırken, tasın suda yüzmesini görünce, belki çok uzun zamandır üzerinde durduğu, incelediği, anlamaya çalıştığı, “suyun kaldırma gücüne” ait sırrı, inceliklerini idrak edip heyecanla peştamalsız dışarı çıkıp Evreka Evreka deyip haykırması meşhur olmuştur.

Ancak suyun kaldırmasını o sağlamış değildir! O, yüksek idrakiyle var olan bir şeyi, bilmiş, malumu, realiteyi, gerçeği, ‘suyun kaldırdığı’ hakikatini anlamış, onu harika tarzda kanunuyla ortaya koymuş, insanlığa büyük hizmet ederek tarihe de mal olmuştur. Ondan çok önceleri bir çok insan su kabaklarıyla, ağaş parçalarıyla veya yüzerek suyun kaldırdığını görmüş ve kullanmıştır.

Sonuç, ilim maluma, realiteye, gerçeğe, görülene, tâbidir. Malum, gerçek, ilmimize bağlı değildir, onunla değişmez. Bilmemiz, ilmimiz o gerçeğe bağlıdır. Ancak gerçek bilinince de ondan çok istifade edilir, edilmektedir.

Manisa-İzmir arasını aramızda bir uzunluk ölçüsü olarak kabullendiğimiz metre cinsiyle ölçüp yaklaşık 30 km olduğunu görünce, bu mesafenin ne kadar olduğunu bulmuş, bilmiş, ilmimize dâhil etmiş, almış oluruz. Bu bilgi ilmimize dâhil olmuştur. Bu bilgi tamamen, olan mesafeye, aradaki uzaklığa bağlı bir bilgi, bir Bilimdir. Yoksa biz 40 deyince mesafe uzar, 10 deyince kısalır dememiz gerçekleşemez. Bizim ilmimiz onu uzatıp kısaltamaz. Çünkü bilgimiz, ilmimiz tamamen gerçeğe, realiteye bağlıdır, onunla ilişkilidir. Ona tâbidir. Elbette, tünellerle virajları, yokuşları azaltarak, köprüler viyadükler yaparak kısaltabiliriz, ama bu ilmin maluma, gerçeğe, olana bağlı olmasını, sadece “bilme” manasına geldiği gerçeğini değiştirmez.

Bütün bunlara rağmen ilimler bizi medeniyete, saadete, huzura, kolaylıklara ve pek çok nimetlere kavuşturan çok önemli bir faaliyettir. İnsanlık için, ilme çalışmak, ondan faydalanmak, cennet gibi bir hayata ulaşmak çok önemli ve zorunlu bir iştir. Hatta hayatımızdaki en önemli, en büyük mürşit, yol gösterici ilimdir. Bu cihet de asla unutulmamalı, kâinatımızda hüküm süren, geçerli olan her şeyi mucizane var edip hayatlarındaki düzeni sağlayan kanunları bulması, onlara uyarak çok ileri teknolojilere imkân, fırsat vermesi asla hafife alınamaz.

Bir büyük sanatkâr, bir Semavi Kitabı çok büyük sayfalar halinde üç boyutlu kabartma harflerle yazdırıyor. Kelime ve cümlelerini manalarına göre altın, gümüş, mercan, yakut gibi kıymetli taşlarla, cevherlerle yazdırıp bir Batı Felsefecisine ve bir Teoloji Uzmanına, bu sanatlı eser hakkında inceleme yapıp hassas, güzel bir rapor hazırlamalarını ister.

“Batı Felsefecisi” çok uzun ve çok ince, hassas çalışmalar yapar. Arapça harflerinin sayılarını, her birindeki şekilleri geometrik kaideleri bile zorlayarak bütün kitaptaki hacım ve ağırlıklarını, kıvrımlarının açı ve daire, kare ve üçgene yakın şekillerindeki hassas açılarını; yapıldıkları maddelerin gramajlarına kadar hesaplayıp, Avrupa ve Dünya Borsalarına göre fiyatlarını tespit eder. Kullanılan maddelerin kimya ve fizik özelliklerini, elementlerine, atomlarına, atom altı parçacıklarına kadar bu ve bunlara benzer konularda çok detaylı bir rapor hazırlar.

Çok çalışır, çok şeyler görür ve tespit eder. Çok ilimlere vukufiyetini, yüksek ilmini ortaya koyar. Fakat çok büyük bir hata olarak o kabartma yazıları süslü antika bir eserdeki nakışlar, kıvrımlar, oyma veya kabartmalar olarak düşünür. Kitap olduğunu, çok yüksek manalar taşıdığını, kullanılan cevherlerin de onlardaki bazı ince ve daha hassas manalar için özellikle kullanıldığını hiç düşünmez, anlamaz. Manalarına hiç giremez! Yani o eserin bir kitap, sanatlı parçaların ise esasında bir yazı olduğunu hiç anlamaz!

Diğer teoloji dalındaki ilim adamı ise önce o antika eserin bir semavi kitap olarak bildiği için harflerin kıvrımları, hacimleri, geometrik şekilleri, sanat harikalıklarına, kullanılan cevherlerinin piyasa fiyatlarına çok önem vermez, onlarda yoğunlaşmaz! Onları dış güzellikleriyle hayretle takdir eder ama Batı Felsefecisi gibi esas manası dışındaki teferruatını çok değerlendirmez. O teferruatı yazı metninde neden farklı yerlerde kullanılmasına yoğunlaşır, onlara ait ince, hassas yönleri yakalar.

Sadece kullanılan cevherlerin değerlerini dikkate alarak, ifade edilen yüksek manalarıyla, o Semavî Kitabın Yaratıcısının, Göndericisinin yarattıklarına, hangi Saadet Prensiplerini anlatıyor, Kendisinin var ve bir olduğunu nasıl ortaya koyuyor gibi temel anlatımlarını, bütün incelikleriyle doğru bir tefsir, iyi bir tercüme ve ince izahlar, açıklamalar yapar. Öyle bir rapor hazırlar.

Maalesef Kâinat Kitabının incelenmesinde de mesela kriminoloji ilmi gibi değerlendirmeler yapılmadan, sadece bilinene, olana ait doğru tespitleri, görülen bilinenleri ortaya koymakla eksik bir incelemeyle yetinilmiştir!

Ayrıca tespit edilen ilme ait doğru veriler, adeta mantık dışı, indî, şahsî yanlış yorumlar ile gerçeğe aykırı, tesadüflere; adi, basit, cahil, güçsüz sıradan sebeplere ait sonuçlar gibi anlatılarak gerçek saptırılmıştır. İlmin verileri değil, ilim adamlarının şahsi yorumlarıyla fenler, gerçekten uzaklaştırılmıştır. İlmin doğru verileri, doğru ve kriminoloji İlminin incelikleriyle değerlendirilip ilme layık sonuçlar ortaya konmalıdır.

Bizim ilim adamlarımız bu büyük sapmayı düzeltecek birikimdedir diye inanıyoruz.

2-KRİMİNOLOJİ İLMİ

Bu ilim dalı Fen Bilimleri gibi çalışmamakta, “neden” ve “niçinleri” de “faili” de derinlemesine araştırıp, perde arkasındaki gerçeğe, faillere uzanmakta diğer ilimlerden de faydalanarak çok ileri seviyelere ulaşmıştır.

Bir yaşındaki yerde uzanmış bağırıp duran bir bebeğin elinde tabanca bulunsa, el ve kolunda barut izleri de olsa, tutuşturulan tabancanın kurşunuyla öldürülmüş 4-5 kişinin tam da alnından vurulmuş cesetleri görülse; Emniyetin akıllı görevlileri, polisler, hâkim ve savcı asla bu düzmeceye inanmaz. Bunu, o çocuğun aczi, gücünün yetmemesi, bu kadar maharetli olamaması sebepleriyle asla bu katilik işini yapamayacağına hükmederler.

Fakat Batıda kilisenin makul olmayan tahakküm ve zulmünden kurtulmak isteyen oraların insanı, ilmi bir Yaratıcı gibi takdim için, maalesef “maluma tabi olması gereken ilmi”, materyalist yorumlarla rotasından çıkarmışlardır. İlmin namusunu, gerçeklerden uzaklaştırmışlardır. Bu tarzlarıyla Kiliseye karşı çıkmışlar, hatta kendi gerçeklerinde haklı olarak da Laiklikliyi ortaya çıkarmışlardır. Bu tarz felsefe zamanla bütün insanlığın zihinlerini de karıştırmıştır. Bizim ülkemizin eğitiminde, ilmin gerçeklerini bu materyalist yorumlardan kurtarılıp, gerçek rotasına kavuşturulması, ilme böyle doğru şekliyle uyulması zorunluluktur.

3-İKTİRAN, FARKLI ŞEYLERİN BİR ARAYA GELMESİ!

Eşyanın, varlıkların, var olmasında gerekli bütün şartlar olmadan asla bir şey var olamaz! Ama bu şartlardan sadece birisinin olmaması ile yok olur! Güneş, Su ve Karbondioksitten birisi olmazsa-bazı istisnalar, gerçekler dışında- hemen bütün bitkiler beslenemiyor, gelişemiyor, oluşamıyor. Bir otomobilde temel bir kabloyu keserseniz, eksozu tıkarsanız, benzin-mazot veya elektrik olmazsa, o otomobili asla çalıştıramazsınız.

Ancak bütün şartlar denince eko sistemimizdeki bütün varlıklar birbiriyle yüksek faydalı, çok hikmetli ilişkiler, alakalar içinde olduğu gerçeği nasıl izah edeceğiz. Yani her şeyin, her şeyle alakalı olduğu bir düzende, bir eko sistemde bu ilişkiyi Kim ve Ne ayarlayabilir. Eşyanın kendisi mi? Basit sebepler mi? Tesadüfler mi? Biz insanlar mı? Yoksa perdeler arkasında Mutlak İlim, Mutlak Kudret, Mutlak İrade sahibi bir Fail mi, Özne mi, Usta mı var diye ilmin artık bunu tespit etmesi zarurettir.

Dünyamızda suyun, bir eylemimiz, gayretimiz olmadan oluşmuş(!) olması, yeryüzüne damla damla ve yüksekten yere inerken yerçekimi sebebiyle, mermi gibi düşmesi gerekirken; bu kanuna faydalı bir aykırılıkla, çiçekleri bile incitmeden nazikçe inmesi bizi düşündürmeli.

Her sıcaklıkta suyun gaza dönüşerek yeterli buharlama ile havaya adeta binmesi, atmosferimizde alçak-yüksek basınç oluşturulması, onlar arasında hava akımları meydana gelişi, bulutların semaya kaçmadan, o havaya binlerce ton olarak binip pek çok yerlere taşınması çok ilginçtir. Bütün canlıların su esaslı oluşu elbette hayat için su ve bize damla damla Rahmet olarak sunulması çok zaruri şeylerden değil midir?

Magma tabakamızın, başka Gezegenlerden farklı olarak öldürücü Güneş Radyasyonuna “kalkan” oluşturması, Ozon gazının zararlı ışınlardan bütün canlıları koruması, çok önemli genel özellikler olarak her şey için ne kadar önemlidir muhakkak bilinmeli desek doğru olmaz mı?

4-OLASILIK, İHTİMAL HESAPLARI

Bu matematik ilmi kapsamındaki ilim dalı, nedense Fen Bilimlerinde adeta hiç nazara alınmamaktadır. Mesela 500 Amino Asitten meydana gelen bir Proteinin meydana gelmesi için Dünyanın bilinen ömrü Olasılık, İhtimal Hesaplarıyla yetmemekte, bu süre bile Protein oluşmasına yetmemektedir. Ancak ilk insandan beri proteinler çok süratle oluşup, meydana gelmeye devam etmektedir! Tabi ki bu olasılık, İhtimal Hesaplarına göre mümkün değildir!

Ayni mananın Elementlerdeki sadece Proton sayısıyla elementin tamamen başka karakter sahibi, başka bir elemente dönüşmesi de çok zor olmaz mı? Veya mümkün değildir denmesi daha ilmi olmaz mı?

5-BİG-BANG

İlim adamlarının pek çoğunun kabul ettiği Bink-Bang öncesi hiçbir şey olmadığı, bir anda atomun var oluşu, 10 üzeri 79 atomun saniyeler içinde oluştuğu(!) ve bütün küçük büyük varlıkların adeta bir anda meydana geldiği ilmen ortaya konmuştur.

Bunu asırlar öncesinin ilk fosil tabakalarında şimdiki varlıklara ait bütün fosillerin bugünkü hallerine yakın vaziyette olması da ilmen bu Bink-Bang Teorisinin destekleyicisi olarak ortaya konmuştur.

Bu hal güya ilmin “Hiçbir şey yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz” teorisini maalesef, kesinlikle çürütmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum