Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Cüz-i İhtiyarı Terk Ne Demektir, Nasıl Bir Mertebedir?

(Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Şerh, İzah ve TANZİM ile bize düşeni anlatır. Risale-i Nurlardaki ince Kur’an Hakikatlerini iyi ve tam anlamakta bunun çok önemli olduğunu, kendimin de yarım asırdan uzun süredir böyle yapmaya çalıştığımı belirterek, cüz-i ihtiyarinin terki konusunda bir örnek olarak bu yazımı hazırladım. “Dikkatle okunabilmesi için” de, yazılımı, kaideleri çiğneyerek farklı yaptım. Lütfen beni anlamaya çalışınız. Sorunun tam cevabı esasen Risale-i Nurun aslî metinlerinde mevcuttur!)

Ya Rab!

  • Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim.
  • Maatteessüf derdime derman bulamadım.
  • Manen bana denildi ki: "Yetmez mi DERD (ACZ !), derman sana."

Evet,

  • gafletle sağımdaki GEÇMİŞ ZAMANDAN teselli almak için baktım.
  • Fakat gördüm ki: Dünkü gün, pederimin kabri ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi.(Oraya hükmüm, gücüm, ilmim, iradem yetmiyor!)
  • (İMAN, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbab gösterir.)
  • Sonra soldaki İSTİKBALE baktım. Derman bulamadım.
  • Belki YARINKİ gün, benim kabrim ve
  • İSTİKBAL ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp ünsiyet değil, belki VAHŞET verdi.
  • (İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmaniye gösterir.)
  • Soldan dahi hayır görünmediği için, HAZIR GÜNE baktım. Gördüm ki: Şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhanede olan cismimin cenazesini taşıyor. (Kendimin ölüme gidişini bile durduramıyorum!)

(İMAN, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.)

İşbu cihetten dahi deva bulamadım.

  • Sonra başımı kaldırıp, ŞECERE-i ÖMRÜMÜN BAŞINA baktım.
  • Gördüm ki: O ağacın tek meyvesi, benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. (Her an bütün varlıklar gibi ben de ölebilirim hakikatı, aczimi tam hatırlattı)

(İMAN, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzed olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.)

O cihetten dahi me'yus olup başımı AŞAĞIYA eğdim.

Baktım ki:

  • Aşağıda ayak altında kemiklerimin toprağı ile
  • mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm.
  • Derman değil, derdime dert kattı. (Ölümü adeta hakkal yakin idrak ediyor)

(İMAN, o toprağı rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.)

  • Ondan dahi nazarı çevirip ARKAMA (Geçmişe !) baktım.
  • Gördüm ki: Esassız, fâni bir DÜNYA (Her şeyiyle Koca Dünya ölüme gidiyor!), hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor.
  • Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehirini ilâve etti.

(İMAN o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, manasını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış mektubat-ı Samedaniye ve sahaif-i nukuş-u Sübhaniye olduğunu gösterir.)

  • Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye (İstikbale!) nazarımı gönderdim.
  • Gördüm ki: Kabir kapısı yolumun başında açık görünüp; onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor.

(İMAN, o kabir kapısını, âlem-i nur kapısı ve o yol dahi, saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden dertlerime hem derman, hem merhem olur.)

  • İşte şu altı cihette
  • ünsiyet ve teselli değil,
  • belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil
  • benim elimde bir CÜZ'-İ İHTİYARÎDEN
  • (Hiçbir şeye güçü yetmeyen, irade edemeyen, nisbî bir hakikat olan, meyil veya meyildeki tasarruf diyerek varlığından iman gereği korkulan) başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim.

(İMAN, o cüz'-i lâ-yetecezza hükmündeki cüz'-i ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir ve belki iman bir vesikadır.)

  • Halbuki o CÜZ'-İ İHTİYARÎ denilen silâh-ı insanî
  • hem âciz,
  • hem kısadır.
  • Hem ayarı noksandır.
  • İcad edemez,
  • kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez.

(İMAN,

      • CÜZ'-İ İHTİYARÎYİ,
      • Allah namına istimal ettirip,
      • her şeye karşı kâfi getirir.
      • Bir askerin cüz'î kuvvetini, devlet hesabına istimal ettiği vakit,
      • binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi yapar.)
  • Ne geçmiş zamana hulûl edebilir,
  • ne de gelecek zamana nüfuz edebilir.
  • Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur.

(İMAN,

  • dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp
  • kalbe, ruha teslim ettiği için;
  • maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir.
  • Çünki kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.)
  • cüz'-i ihtiyarînin meydan-ı cevelanı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.
  • İşte şu bütün
    • ihtiyaçlarımla ve
    • zaîfliğimle ve
    • fakr ve aczimle beraber
  • altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken;
  • kalem-i kudretle
  • sahife-i fıtratımda
    • ebede uzanan arzular ve
    • sermede yayılan emeller
  • aşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde dercedilmiştir.
  • Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır.
  • Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
  • İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir.
  • Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider.
  • Orada da hacet vardır.
  • Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır.
  • Elde olmayan, ihtiyaçta vardır.
  • Elde bulunmayan ise hadsizdir.
    • Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.
    • Demek fakr u ihtiyaçlarım, dünya kadardır.
    • Sermayem ise, cüz'-i lâ-yetecezza gibi CÜZ'Î bir şeydir.
    • İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hacet nerede?
    • Ve bu beş paralık CÜZ'-İ İHTİYARÎ nerede?
    • Bununla onların mübayaasına gidilmez.
    • Bununla onlar kazanılmaz.
    • Öyle ise BAŞKA BİR ÇARE ARAMAK gerektir.

O ÇARE ise şudur ki:

  • CÜZ'-İ İHTİYARÎDEN dahi VAZGEÇİP,
      • irade-i İlahiyeye işini bırakıp,
      • kendi havl ü kuvvetinden teberri edip,
  • Cenab-ı Hakk'ın havl ü kuvvetine iltica ederek
      • hakikat-ı tevekküle yapışmaktır.

Ya Rab! Madem çare-i necat budur.

  • Senin yolunda o cüz'-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve
  • ENANİYETİMDEN teberri ediyorum.
  • Tâ senin inayetin,
  • acz u za'fıma merhameten elimi tutsun.
  • Hem tâ senin rahmetin,
  • fakr u ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin,
  • kendi kapısını bana açsın.

Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa,

  • elbette bir katre serab hükmünde olan cüz'-i ihtiyarına itimad etmez;
    • rahmeti bırakıp ona müracaat etmez...

Eyvah! Aldandık.

  • Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik. Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider...
  • Kendine güvenen ve
  • ebedî zanneden mağrur İNSAN,
  • zevale mahkûmdur.
  • Sür'atle gidiyor.
  • Hane-i insan olan dünya ise,
  • zulümat-ı ademe sukut eder.
  • Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.
  • Madem hakikat böyledir;
    • Gel ey hayata çok müştak ve
    • Ömre çok talib ve
    • Dünyaya çok âşık ve
    • Hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtela bedbaht nefsim!
      • Uyan, aklını başına al!
  • Nasıl ki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimad eder; gecenin hadsiz zulümatında kalır.
  • Bal arısı, kendine güvenmediği için, gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, Güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.
  • Öyle de: Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan; yıldız böceği gibi olursun.
  • Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, bal arısı gibi olursun.
  • Hadsiz bir nur-u vücud bulursun.
  • Hem feda et.

Çünki

  • şu vücud, sende vedia ve emanettir.
  • Hem onun mülküdür, hem o vermiştir.
  • Öyle ise,
  • minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et;
  • BEKA bulsun.
  • Çünki nefy-i nefy, isbattır.
  • Yani: Yok, yok ise; o vardır.
  • Yok, yok olsa; var olur.
    • Hâlık-ı Kerim, kendi mülkünü senden satın alıyor.
    • Cennet gibi büyük bir fiatı verir.
    • Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor.
    • Kıymetini yükselttiriyor.
    • Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir.
    • Öyle ise, ey nefsim!
    • Hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap.
    • Tâ beş hasaretten kurtulup, beş rıbhi birden kazanasın.

* * *

Bu konuda kadere ait önemli hakikatlerden örnek olarak..

26.SÖZ.2.Mebhas,6.Vecihten…

  • Cüz'-i ihtiyarînin üss-ül esası olan MEYELAN,
  • MATÜRİDÎCE bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir.
  • Fakat EŞ'ARÎ, ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiş.
  • Fakat o meyelandaki TASARRUF,
  • Eş'ariyece bir EMR-İ İTİBARÎDİR.

Öyle ise

  • o MEYELAN,
  • o TASARRUF,
    • bir EMR-İ NİSBÎDİR.
  • Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur.
  • Emr-i itibarî ise, İLLET-İ TÂMME istemez ki;

[Yani ulemaca illet-i tâmme:

  • Faili,
  • Şekli,
  • Maddesi,
  • Gayesi olmak demektir…

Bunların tamamı varsa

  • O şeyin İLLET-İ TAMMESİ vardır,
  • MAHLÛKTUR, mevcud-u haricisi vardır.

a-Hiç illeti olmazsa MADUMDUR.

b-Bazı illetleri olursa İLLET-İ NAKISA vardır, (Cüz-i irade gibi.)

  • VUCUD-U İLMİSİ vardır denilir.

4 illeti varsa HALIK ismi,

Yoksa CAİL ismi taalluk ediyor

İşte Cüz-i İradenin:

  • MADDESİ ve SURETİ yoktur.
  • FAİLİ VE GAYESİ vardır.
    • Faili ŞUURLUDUR, KENDİSİDİR,
    • Ancak KAMİL BİR FAİL DEĞİLDİR.
    • Kespten,
    • hatta kesbe meyelandan ve
    • hatta o meyelandaki tasarruftan başka elinde bir şey yoktur.]
  • illet-i tâmme vücudu için
  • lüzum ve
  • zaruret ve
  • vücub ortaya girip
    • İHTİYARI ref'etsin.

Belki

    • o emr-i itibarînin İLLETİ,
    • bir rüchaniyet derecesinde bir vaziyet alsa,
    • o emr-i itibarî SÜBUT bulabilir.

Öyle ise

  • o anda onu terkedebilir.
  • Kur'an ona o anda diyebilir ki: "Şu şerdir, yapma."

Evet

  • eğer Abd
  • HÂLIK-I EF'ALİ bulunsaydı ve
  • icada İKTİDARI olsaydı,
  • o vakit
  • İHTİYARI ref' olurdu.

(Cüz-i İhtiyar lağvolur, hükümsüz olur. Mülk onun olsaydı, Hâlık o olsaydı, Küllî İrade onda bulunsaydı, Cüz-i İhtiyara ihtiyaç olmazdı!)

Çünkü

  • ilm-i usûl ve hikmette
  • مَا لَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki:
  • "Bir şey vâcib olmazsa, vücuda gelmez."
  • Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir.

İllet-i tâmme ise;

  • Ma'lulü,
  • bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor.
  • O vakit İHTİYAR kalmaz.”

***

Bu metinlerden Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin bu asrın yaralı insanları olarak bizlerin idraklerine uygun anlattığı Kur’an Hakikatlerini dikkatle, NİYET ve NAZARIMIZI da müspet değiştirerek, mümkün ise Nurlara vâkıf arkadaşlarımızla dikkatle okumalıyız.

Vücudu dahi olmayan cüz-i ihtiyarımızın MEYELANA, belki de meyelandaki TASARRUFA bile mecalinin olmadığını halis ulemanın çırpınışlarından da anlamalıyız! Sadece Niyet ve Nazarla KESBİN elimizde bulunduğunu tam kavrar isek, hamdın sadece ve sadece Rabbimize ait olabileceğini de yine Kur’an hakikatlerinden en temel Tevhid hakikati olduğunu idrak etmiş isek, cüz-i ihtiyarımızın REF’ olduğunu bütün ruh ve aklımızla da anlayabiliriz inşallah.

Bu yüksek manayı;

Belki Notalardaki Su, Hava ve Nur gibi olan iman hakikatlerine kavuşmak için tavsiye edilenlere de uymamız gerekebilir.

Belki Dimağ Mertebelerini de dikkatle okumamız lüzum edebilir. (Bkz. Bu sitedeki bu iki konudaki yazılarım)

Bu gayretlerden sonra inşallah neden cüz-i ihtiyari kalmaz, neden onu da terk gerekir, o seviyedeki hazzı alarak, saadete, çok daha derecelerde ulaşabiliriz inşallah!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum