Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Erbakancı olmamanın hakkını verdik mi?

Elli yıla varan beraberliğimiz var. Alnı secdede bir bilim adamı. Müslümanların dertleriyle dertlenen bir siyasetçi. Aralarında Nur talebelerinin de bulunduğu milyonlarca insanın duasıyla uğurlandı Erbakan.  Nur talebelerinin de doğrudan ve dolaylı yararlandığı nice hizmetleri oldu. Böyle olduğu halde, Nur talebeleri neden Erbakancı olmayı tercih etmediler?  Birileri çokça merak edilen bu soruyu cevaplandıracaksa, ben bir yerden başlamalıyım.

1.Bizim buralarda “Erbakancı olmamak”, “din adına siyaset yapmak”tan uzak durmaya denk gelir. “Din adına siyaset yapmak”, dinin kredisini siyasi seçeneklerden biri için kullanmakla sonuçlanır. Din adına siyaset yapmak, dindar kimliği üzerinden siyasi bir cepheye dokunulmazlık kazandırmaya kalkışmaktır. Din adına siyaset yapmak, dini bir taraftarlığın kalkanı ya da bir görüşün mızrağı olarak takdim eder. Dini bilerek ya da bilmeden, isteyerek ya da elinde olmayarak siyasal taraftarlığın nesnesi haline getirir. Bu yaklaşımın yanında değiliz; o kadar. Bu yaklaşımı benimsememenin merhum Erbakan’ın şahsıyla ilgisi yoktur. Bu yaklaşıma, Erbakan karşı çıksaydı ve bir başka siyasetçi benimseseydi, Erbakan’ın yanında olur, öbür siyasetçinin yanında olmazdık.

2.Said Nursî’nin “ehven-i şer” düsturu, başından seküler düzenin kurallarına tâbi hiçbir siyasal partiye tümüyle “hayır” atfetmemek demeye gelir. Bir siyasi partinin dine yapacağı iyilik en fazla “kötünün iyisi”/”ehven-i şer” olmaktır. Bu yüzden Demokrat Parti’yi tümüyle “hayır” ilan etmez Said Nursî. Ama Demokrat Parti’den en şerli olan Halk Parti uygulamalarına muhalif kararlar almasını bekler. Adı ne olursa olsun, bir parti din karşıtı, uygulamalara karşı olduğu sürece ve karşı olduğu kadar “ehven-i şer”dir. “Kötünün iyisi”nin iyiliği “en  kötü”yü  engellemesidir. Demek ki, “ehven-i şerr”i ihtiyar edenlerin ideal partisi hiç olmamalı. Bütün “hayır”ı bir partinin iktidarına endekslemeyenler, bir partiyi tümüyle hayır saymayanlar, elbette ki Müslüman olup olmamayı bir partiye oy verip vermemeye bağlayan merhum Erbakan’a katılmama haklarını saklı tutacaklar. Bu hakkın Erbakan’ın şahsıyla ilgisi olmadığı gibi, Erbakan’ı izleyen mümin kardeşlerimizin saçı sakalıyla da ilgisi yoktur. 

3. Bir partiyi tümüyle “iyi” görmek, “iyi”nin kredisini tüketir. En iyisi “iyi”yi siyaset dışı bir alanda, taraftarlıkların olmadığı bir yerde tutmaktır. Siyasetle birlikte sağa sola savrulacak bir “iyi” sonunda sığınılacak bir yer olmaktan çıkar. Merhum Erbakan’ın  ve takipçilerinin aksine Nur talebeleri “iyi”yi parti dışında, partiler üstünde tutarlar. (Daha doğrusu “tutmaları gerekirdi” ama…)  “İyi”yi partilerin olabileceği kadarıyla tanımlamak, iyiliği siyasal çekişmelerin insafına terk etmek iyiye kötülük olur. Bırakalım iyi ayrı bir yerde iyi olarak dursun. Bu hem Nur talebelerine, hem Erbakan’a hem Erbakan takipçilerine lazımdır. Nur talebelerinin iyiyi siyasilere bağlamaktan uzak durmasının sebebi Erbakan’ın şahsı değil, Erbakan’ın da pekâlâ vicdanen tasdik edeceği bu duyarlılığın hatırıdır. 

4.Bir siyasi partiyi ve liderini tümüyle “hayır” görmek ve yüceltmek siyasi partinin ve liderinin tercihi de olmayabilir. Bir partiyi ve lideri böyle bir niyeti olmadığı halde oy verenler böyle görüyor olabilir. Şu halde, merhum Erbakan  ve partisi istemese bile böyle bir tavrın odağı oldu. Erbakan merhumun mümin kimliğini ve milli görüşçü kardeşlerimizin müminane duruşlarını bir partinin başarısına ve dürüstlüğüne bağlamamakla, aslında Erbakan’a ve milli görüşçü müminlere daha geniş bir hayır alanı açılmaktadır.

5.Aslında, bir siyasi partiyi ve liderini yüceltmek için Erbakancı olmak da gerekmiyor. (Hatırlayınız: “Nurlu Süleyman”…)  Pekâlâ Süleyman Demirel üzerinden de din adına siyaset yapmak mümkündür ve dahi vakidir. Erbakancıların Erbakan’ın partisini yücelttiği gibi Süleyman Demirel’ i ve partisini yüceltirseniz, sonuçta Demirel üzerinden Erbakancılık yaparsınız. Bu durumda Erbakan üzerinden Erbakancılık yapmak  ehven-i şer olur. Ehven-i şer, bir partiye kapaklanmayı değil, her türlü parti ile hak arasında bir mesafe tutmayı gerektirir. Sırf Erbakan’a karşı olmak için başka biri’ci olmak da, ehven-i şerri ihlal eder. Kimi nur talebesi ağabeylerimiz “ehven-i şerr”in hakkını verseydi, mesela yetmişli yıllarda milli görüşçü bir bakanın ayran içerken görüntülendiği fotoğrafın altına  “kadeh kaldırdı!” yazısı yazdırmazdı. Bütün hayrı bir siyasi partinin sırtına yüklüme hatasına düşülmeseydi, Demirel’le ilgili Said Nursî efsaneleri üretmeye, Demirel’in şahsi dindarlığına dair vurgular yapmaya ihtiyaç duyulmazdı.  Erbakancı olmamanın nedeni, Erbakan’ın Demirel’den daha az dindar olması değil ki…  Demirel’i ehven-i şer görüyorsak, Demirel’in Erbakan kadar dindar olması gerekmez ki… Mesele liderin şahsi dindarlığı değil, şahsının dine hizmetkârlığıdır.

6.Güneş gibi herkese ait  ve kimsenin yanına çekemeyeceği rahmet dinini, “siz-biz” çekişmesinin konusu etmek, rahmete de, rahmete muhtaç olanlara da haksızlık etmek olur. Din rahmettir, kimsenin tekelinde olamaz, kimse cebine koyamaz, kimse üzerine kendi etiketini takamaz. “Bizim” olamaz din; biz dine ait oluruz. Öyle ki, Musa ve Harun’u [as] Firavun gibi azgın birine gönderirken, ona şöyle hitap etmelerini tembihler Rabbimiz: “Bizi sana senin Rabbin gönderdi.” (“Bizi sana bizim Rabbimiz gönderdi” değil!) Bir diğer deyişle, Firavun gibi bir azgına bile şu nezaketi borçlu kılar bizi Rabbimiz: “Anlattıklarımız seni senin Rabbinle buluşturmak içindir. Rabbinle tanışırken, bizden yana olman, bizim tarafımıza geçmen gerekmez. Rabbine kul olmak için bize taraftar olmak gibi bir bedel ödemek zorunda değilsin.” Dine karşı olan, dine ilgisiz olan, hatta dindarları düşman gören herkes, Firavun kadar azgın olsa bile, bu “kavl-i leyyin”i hak eder. Allah ile kulu arasına kimsenin girmemesi işte böylece gerçekleşir. Şu durumda, gökten inen dini yerden biten bir kuruma yüklediğimizde, Allah ile kullar arasına gireriz. İster belli bir cemaatin üyesi olmaya, ister ille de çarşaf giyip sakal bırakmaya, ister bir partiye oy vermeye eşitleyelim dini, sonuç aynıdır. Dini siyasallaştırmak/taraftarlaştırmak için bir parti kurmaya da gerek yok, Erbakan olmaya da gerek yok, Erbakancı olmaya da gerek yok.

7.Merhum Erbakan’ın şahsi duruşunun ve hayata bakışının “kavl-i leyyin” duyarlılığından hepten uzak olduğunu söylemek insafsızlık olur. Merhumun kendisine açıkça muhalefet eden, hatta insafsızca karşı çıkan cemaat mensuplarına sahip çıktığını hatırlamak bir vefa borcudur. Kendi siyasi görüşüne reva görülen kötülüğün aynısıyla mukabele etmekten kaçındığı umumi vicdanın şahitliğine emanettir. Hal böyleyken, Erbakan’a karşı duran kimi blokların onu sırf Erbakan olduğu için mahkum etmesi, onun takipçilerine imanca kardeşlik hakkını çok görerek hepten dışlaması ve ötekileştirmesi de dini siyasallaştırmaktır. Erbakan’ın  ve milli görüş camiasının siyasal olarak karşılarında duran mümin kardeşlerinin de haklarına yeri geldiğinde sahip çıktığı, itibarları pahasına arkalarında durduğu bir vakıadır. Ömrünce siyasî muhalifi olmuş kimi yazarlara kendi cemaatlerinin göstermediği hoşgörüyü gösterebilmişse, İslam’ı siyasallaştırmayı özünde benimsememiş olduğuna hükmetmeliyiz. Şu halde, bir şekilde siyasal İslam’ın temsilcisi olan Erbakan’ı ve takipçilerini siyasi bir hata yaptı diye hepten hatalı ilan etmek, emeklerine toptan saygısızlık etmek daha yaralayıcı ve daha kalıcı bir “siyasal İslam” değil midir? Siyasi hata yapan bir kardeşini hiç yok sayanın hatası siyasî değil insanîdir, imanîdir; değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
64 Yorum