Nurcu olmak bir imtiyaz mıdır?

“Nurcu” olmak, “Nur Talebesi” olmak bir imtiyaz mıdır? Yoksa dine imana Kur’an’a hizmetkarlık mıdır?

 

“Nurcu” olmak elbette bir hizmetkârlıktır. Kur’an talebesi olmaktır. Hakiki Müslüman olmaktır.

 

Her Nur Talebesi aynı zamanda Kur’an talebesidir.

 

Çünkü Bediüzzaman Hazretleri Nur Talebesi olmanın tarifini yapmıştır. Onun üzerine söz abesle iştigaldir.

 

Bu tarifi yapmak ve bir kısım insanların bu tarife uygun hareket ettiği için onlara “Nur Talebesi” demek ne bir imtiyazdır ne de bir üstünlük alametidir. Çünkü kimin üstün, kimin aşağı olacağını ancak Allah bilir.

 

Mesela, orduda muhtelif bölümler vardır. Karacı, havacı, denizci diye ve bu bölümler kendi içinde hiyerarşik bir şekilde makamlara mevkilere ayrılmıştır.

 

“Havacı mı üstündür? Yoksa denizci mi?” diye bir sual elbette sorulamaz. Çünkü her görevin kendi makamında riyaseti vardır.

 

Ama birinin rütbesi yüzbaşı diğerinin binbaşı ise elbette binbaşı yüzbaşıdan üstündür. Dünyevi makamlar belirlenmiştir ve bu makamlara insanlar atanabildiği için şu kişi asttır, şu kişi de üsttür diyebiliyoruz. Ama manevi makamlar tayin edilmediği ve belirlenmediği için insanlara belli makamlar veremiyoruz.

 

Genel ifadeler var; “Saff-ı evvel”, “Isparta kahramanları”, “haslar” diye veya “hasların hası” diye. Bu isimlendirmeler var, var olmasına ama “kim bu isimlere layıktır?” diye bir soru sorulduğunda Üstadın işaret ettiği birkaç kişi dışında net ifadelerle “kişileri” bu saflara yerleştirmek mümkün olmamaktadır.

 

Ama bu manevi makamlara insanları yerleştiremiyoruz diye de bu makamları inkâr etmek ne kadar doğrudur.

 

İslam’ın ilk yayıldığı dönemlerde malum mezhepler çıkmış, beş yüz civarında yeni mezhep kurulduğu iddia ediliyor. Ama bunlardan dördü veya onu hak olarak günümüze kadar gelebilmiş.

 

Şimdi mesela bir insan Şafii ise ona “bu ayrımcılıktır, bölücülüktür. Sana Şafii demeyelim sana Müslüman diyelim” demenin mantığı var mı? Veya “sen kendine Hanefi deme eğer öyle dersen Müslümanların arasına ihtilaf atmış olursun, “ben ve ötekiler” gibi bir ayrımcılık yapmış olursun, o nedenle böyle diyemezsin” mi diyeceğiz?

 

Yoksa gayet normal bir yaklaşımla “tamam sen Hanefi’sin ben de Şafii’yim ama her ikimiz de sonuçta Müslümanız ve Hz. Muhammed’in (asv) ümmetiyiz. Aramızda bir üstünlük yoktur. Sadece tanınmak için bu isimlendirmeyi yapmış oluyoruz” mu diyeceğiz?

 

Bana göre her şey gayet iyi anlaşılsın diye isimlendirmek ve insanları sınıflara ayırmak tanınmak adına gayet yerinde bir yaklaşım olacaktır.

 

Bir insanın kendine “ben ehl-i tarikim, ben Nakşi’yim, ben Kadiri’yim” demesi gayet normal algılanmalı veya diğer bir insanın da ben “Nurcuyum” demesi yadırganmamalı…

 

Bir insan “ben Nurcuyum” dedi diye kendini üstün görmesi veya karşıdakileri küçük ve aşağı görmesi her şeyden önce “Nurculuk mesleğine”, “şefkat mesleğine” sığmaz. Bir insanın kendini Salih bilmesi Salih olmadığına alamet gösterilmiştir.

 

“Nur Talebesi” olmak yüce bir makamdır. Bu bizzat Bediüzzaman Hazretleri tarafından dile getirilmiştir. İsteyen inanır isteyen inanmaz, inanmayan dinden çıkmış da olmaz. İmanın şartı da değildir. Ama hiçbir “Nur Talebesi” direk olarak ben “Nur Talebesiyim” de demez. Kendini “dev” aynasında görmez. En fazla “Nur Talebesi olmaya çalışıyorum” der. Abdullah Yeğin abi de öyle der, diğerleri de…

 

Bugün yeryüzünde binlerce din var. Ve bu dinlerin müntesipleri var. Her dinin takipçisi diyebilir ki, “benim dinim hakiki dindir, diğer dinlerin hepsinden üstündür” kendi dünyasında bunu söyleyebilir. Bunu hiç kimse yadırgayamaz/yadırgamamalı. Çünkü öyle inanmasa zaten o dinde duramaz, kendi dininden üstün bir dinin olduğuna inanmış olsa hemen kendi dinini bırakır o dine girer.

 

Tarif etme, tanınma manasında bakıldığında “cı” ile, “cu” eki ile tarif edilebilme kulak ardı edilmeyecek kadar açık bir gerçektir.

 

Gönül ister ki, her şey ve herkes bir tarağın dişleri gibi aynı seviyede ve en yüksek makamda olsun. Ama gönül böyle istiyor diye hal-i alem böyle olmuyor. Tüm mezheplerin birleşmesi ve tek mezhep olması istenebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi, mezâhib de bir olmaz.” (Sözler sh. 447) hakikati bizi bu fikirden vazgeçiriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.