Ehl-i kıble tekfir edilir mi?

Kıble ehlinin tekfir edilmeyeceğine dair genel bir kural vazedilmiştir. Bu kural köklerini bir hadisten alır: “Kim namazımızı kılar, kıblemize döner ve kestiğimizi yerse o, Müslümandır…” Elbette insanlara tecessüsle emrolunmadık. Bu sorunun akla getirdiği tali sorulardan birisi kıble ehli kafir olur mu sorusudur. Bunun iki cevabı var. Birincisi, müslümanın nevakizu’l İslam tabir edilen İslamı bozan küfür sözler sarf etmesi veya eylemlerde bulunmasıdır. Bu kaide kimileri için cehalet zemininde mazerete dönüşebilir. Bazı kimseler vakıf olmadıkları meseleler hakkında inkar cihetine gitseler, meselenin alimi olmadıkça haklarında mazeret kapısı aranır. 

Denildiği gibi bir Müslüman hakkında 99 olumsuz delil olmasına rağmen bir olumlu delil varsa olumludan yana ağırlık konulur. Daima mazeret kapısı aranır, işletilir. Hatta bunun yansımalarını hukukta bile görebiliriz. Deliller sanık lehinde kullanılır. Cezada yanılmaktansa afta yanılmak evladır. Af için mazeret bulmak cezalandırmaktan evladır.

Bununla birlikte tekfir konusunda kararlılık gerektiren bir başka kaide vardır. İnkaru ma ülime mineddini bizzarureti. Dinde kesinlik hükmünde bilinen hususları inkar, küfre muciptir. Namaz oruç gibi meseleler sadece Müslümanlar değil gayri Müslimler tarafından da İslam’ın rükünleri olarak bilinmektedir. Bunların inkarı insanı İslam çerçevesinden çıkarır. Bu çerçevede kıble ehli tekfir edilmez kuralının istisnaları vardır.

Fiiliyat ve tarihi pratiğe baktığımızda, Abdullah İbni Mübarek’in deyimiyle Müslümanlar arasında küfürde gayri Müslimleri geçen topluluklar ve cereyanlar vardır. Abdullah İbni Mübarek, ‘biz Hıristiyan ve Yahudilerin sözlerini konuşabilir veya tartışabiliriz. Lakin Cehmiye’nin sözleri ağzımıza alamayız’ demektedir. 

Tarihe pratiğe baktığımızda İslam toplumları içinde küfür gizlilik perdesi altında yaşamıştır. Hazreti Peygamber asrında bunlara münafıklar deniliyor. Mekke’de küfür hakim bir cereyan iken ve Müslümanlara hayat hakkı tanımazken Yahudilerin ve sair milletlerin bulunduğu Medine-i Münevvere’de İslama karşı iç direnişi ifade eden nifak cereyanı içten içte aktif halde yaşamaya devam etmiştir. Mekke’de hakim olan küfür akımı Medine’de içe çekilmiştir. Peygamberimiz ‘Muhammed, arkadaşlarını öldürüyor’ demesinler diye münafıkları bildiği halde onlara ilişmemiştir. Hazreti Ebubekir (R.Anh) döneminde bu inkar/nifak cereyanı yeniden filizlenerek ridde hareketine yol açmıştır. Bu bir dalgadır ve Hazreti Ebubekir (R. Anh) kararlı davranarak daha palazlanmadan önünü kesmiştir. Dönemi ridde savaşlarıyla geçmiş ve İslam çatısı altında cahiliyet dönemine dönüşe izin vermemiştir.

Hazreti Ali döneminde ise zındıka türemiştir. Bir tarafta Hariciler diğer tarafta Abdullah İbni Sebe’nin türettiği aşırı Şiilik meselesi Hazreti Ali’nin başına gaile olmuştur. Tarihi rivayetlere göre Hazreti Ali bu zındıka temsilcilerinden bazıları ateşe vermiştir. Habru’l ümme İbni Abbas ise onların öldürüleceklerini ama ateşte yakılamayacaklarını ve bunun Hazreti Peygamberin buyruklarına aykırı olduğunu beyan etmiştir. Zındıka meselesi Abbasiler döneminde Persler arasında eskiye özlem (hanin-i mazi) içinde ırkçı ve milliyetçi bazı damarların sevkiyle ‘bad İslam’ denilen bir kavramla zındıka akımlarına neden olmuştur. Bundan dolayı Emeviler döneminde Ca’d Bin Dirhem gibi isimler resmi otoriteler tarafından idam edilmiştir. Bu idamlar hakkında mülahaza hanesi açık olsa da Emeviler ve Abbasiler döneminde bir iç gaile olarak zındıka cereyanı ayyuka  çıkmıştır. Abbasiler döneminde intişar eden bu çığıra karşı takip kurumları oluşturulmuştur. Zındıkayı takip eden bir birim teşkil edilmiştir. Bunun sonucu olarak Abbasiler bir taraftan Kur’an mahluk değildir diyen eh-i hadisi sindirmeye çalışsa bile diğer taraftan da zındıka cereyanına aman vermemiştir.

Somutlaştıracak olursak; bu zındıka cereyanı kimlerden teşekkül etmektedir ve nelerdir? Cehm İbni Safvan’a nispet edilen Cehmiye akımı bir biçimde zındıkanın şubesi sayılmıştır. Zındıka, şuubiye yani ırkçılık damarı içinde neşvü nema bulduğu ve mayalandığı gibi Hazreti Ali ve Ehl-i Beyt muhabbeti altında intişar etmiş ve bu kisveye girmiştir. Ehl-i beyt şiarınin altı keyiflerince doldurulmuştur. Cehmiye fırkasının kıble ehli olmasına rağmen makalat ve sözlerine binaen tekfir edilebilecekleri en azından bazıları tarafından kabul görmüştür. Hammad İbni Zeyd, Selam İbni Ebi Muti, Abdullah İbni Mübarek, Vekii, Yezid ibni Harun, Ebu Tevbe, Yahya Bin Yahya, Ahmet İbni Hanbel bunlar arasındadır. Sözlerine nazaran İslam’dan çıkmalarına karşı onların tevbeye davet edilip edilmeyecekleri ve öldürülüp öldürülmeyecekleri de tartışılmıştır (1).

Kimileri hatiplerinin yani ileri gelenlerinin idam edilecekleri öngörmektedir. Alimlerden bir kısmı mürtedin tövbe kapısının açık olduğunu lakin zındıklar için durumun böyle olmadığını beyan ederler. Zira onların küfürleri gayri Müslimlerin küfürlerinin sınırlarını aşmıştır. Buna rağmen Müslümanlar arasında yayılma istidadına haizdir. Burada hatiplerinden maksat propagandacıları olsa gerek. Bazı çağdaş alimler de Cehmiye’nin hatipleriyle Şiilerin hocalarını ve mollalarını mukayese etmektedirler. Zira Şia’nın avamı Hıristiyanların papazlarına tabi olmaları gibi bürhana değil, mollalarına tabidirler. Molla zümresi veya din adamları Ali Şeriati çizgisinden Haşim Agacari gibiler tarafından bu nedenle kıyasıya eleştirilmiştir.

Saad İbni İbrahim ve Malik İbni Enes gibi fakihler zındıkanın tövbeye çağrılmayacaklarını ivedilikle idam edileceklerini öngörmektedirler. Zındıkanın küfrünün Hıristiyan ve Yahudilerden daha şedit olduğu ifade edilmiştir. İmam Gazali ve Bediüzzaman gibi alimler de özellikle zındıka cerayanına dikkat çekerler. Şu bir gerçek ki her zümre veya ekol içinde küfür gizlenebilir veya barınabilir. Bu baptan olmak üzere Zahiri mezhebinin ikinci kurucusu olarak anılan İbni Hazm Hıristiyanların Kur’an-ı Kerim’in muharref olduğuna dair Şia’dan delil getirmeleri üzerine Hıristiyan papazlara Şia’nın Müslüman olmadığını söylemiştir. (2) 

Tamim etmeden, gulat-ı Şia veya Şia’nın batini kısmı içinde küfre girenler olduğu gibi aynı zamanda sufiyye zümresi arasında da küfre nispet edilenler vardır. Şam diyarında yirminci yüzyılı elerken Muhammed Kürd Ali bazı sufi müddeilerinin ulema tarafından tekfir edildiklerini belirtir. Mısır’da avam arasında intişar eden Reşidiye tarikatının şeyhlerinden Muhammed Dendaravi gibi isimlerin alimler tarafından tekfir edildiklerini beyan eder. Mısır müftüsü onları tekfir edince onlar da Suriye’ye gelmişlerdir. (3)

Şam’ın önemli alimlerinden Cemaleddin Kasimi fıkhiyat alanında içtihada mesağ olduğu gibi akait alanında çeşitliliğe de imkan olduğunu söylemiş ve içtihat adı altında bir derece bidat ehlinin tezlerini meşrulaştırmıştır. Lakin akait alanında çeşitlilik mezhepleşmenin ötesinde fırkalaşmaya hizmet etmektedir. İslam alemi bugün de fırkalaşma ağusuyla dağlanmaktadır.

Bugün Müslümanlara en büyük zarar içeriden gelmektedir. Kurt gövdeye girmiştir. Sözlerin ve eylemlerin zapta ve kayda geçirilmesi ve mihenge vurulması aşamasındayız. Bu yüzden tekfir şehvetine kapılmadan ama ihtiyatı da elden bırakmadan ölçülü bir yol tutturmanın zamanıdır. Yoksa İmam Şafii’nin deyimiyle gece oduncusu gibi dağarcığımızda bilmeden yılanlarla yolculuk yapabiliriz.

1-Kitabu’r Reddi ale’l  Cehmiyye, Ebu Said ed Darimi, s: 271, Sanaa, Yemen.

2-Şia’ya Reddiye, Muhibbuddin El Hatip, İstanbul 1997, s: 25

3-Halu Biladi’ş Şam, Muhammed Kürd Ali, s: 126, Daru İbni Kesir, Şam.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum