Bediüzzaman milliyetçi değil, merkeziyetçiydi

Bedizzaman İslam adına sever İslam adına nefret eder. Ya da Allah için sever Allah için terk eder. Türk milletiyle ilişkisi de bu bağlamdadır. İkinci Abdulhamit döneminde ve ardından İttihatçılar ve Cumhuriyet dönemlerinde Bediüzzaman’ın duruşu eşsizdir. Duruşunu bozmamıştır. Herkes İslam’a ve İslam dünyasına yeni merkez ararken Bediüzzaman merkezin değişmediğini ve Anadolu olduğunu görmüştür. Bundan dolayı ‘Mekke’de olsam buraya gelmem lazımdır’ demiştir. Dolayısıyla İslam dünyasının siyasi merkezinin Mekke değil hala İstanbul olduğunu söylemiştir. Geçenlerde Kuveytli mütefekkir Fehd Abdullah Nefisi, Medine merkezli yeni bir İslam dünyası veya Körfez birliği tahayyül etmiştir. Her türlü aleyhte şartlara rağmen Bediüzzaman ledünni bir bakışla İslam dünyasının tarihi ve aktüel merkezinin değişmediğini görmüş ve bütün mesaisini onu ıslah etmeye vakfetmiştir. Çünkü Anadolu ıslah edilmeden İslam dünyasının da ıslah edilemeyeceğini görmüştür. Onun nazarında merkezi tamir etmeden kenarları tamir etmek muhali taleptir.

İslam dünyasında merkezlik ve Anadolu’ya rakiplik iddiasında iki yer var. Bunlardan birisi Mısır-Hicaz bağlamında Arap dünyasıdır. İkincisi de İran devriminden sonra ortaya çıkan Şii merkezli anlayıştır. 

İngilizler İslam dünyasını bölmek parçalamak ve parçalarına hükümran olmak üzere milli devlet modelini ortaya atarlar. Bu modeli Napolyon vadetmiş Churchill ise gerçekleştirmiştir. Bunu perdelemek için de Arap hilafeti meselesini terviç ederler. Bunu Mister Blunt adlı adamları ve benzerleri Arap dünyasında propaganda ederler. Maalesef kısmen Mustafa Kamil ve Muhammed Ferid gibi Mısırlı liderleri istisna edersek adeta Osmanlı merkezli ve Arap dünyasının Osmanlı’ya iltisaklı olması politikalarını savunanlar yoktur. Bu konuda en sağlam duran şahsiyet İslam karamanı Şekip Arslan olmuştur. Dürzi asıllı olmasına rağmen meseleye 50 yıllık dostu Reşit Rıza’dan daha reşit bir biçimde bakabilmiştir. Reşid Rıza ile birlikte Şerif Hüseyin gibiler bir Arap hilafetine tamah etmişlerdir. Lakin İngilizler onu buna kırdırmada ustadırlar ve kullandıklarını kenara atmaktadırlar. Önce Şerif Hüseyin’i ayartmışlar lakin onun daha geniş fezaya uzanabileceğini ve dolayısıyla İngiliz çıkarlarını tehdit edebileceğin görerek yerine İslam dünyasıyla geçişliliği sınırlı olan Vahhabileri ikame etmişlerdir.  Reşid Rıza, İttihatçılar döneminde Adem-i Merkeziyet Partisinden ve anlayışından olmasına rağmen Osmanlı’nın yıkılması üzerine adem-i merkeziyet fikrini bir tarafa bırakarak Arap merkezli bir hilafeti veya siyaseti düşlemiş ve öncelemiştir. Reşit Rıza bu yolda öyle istihaleler geçirmiştir ki; önce İkinci Abdulhamitçi iken sonra İttihatçı olmuştur. Sonra İttihatçılığı da terk ederek Şerif Hüseyin’in safına geçmiştir (1).

Ardından Suudçu olmuştur. Dolayısıyla siyaseten ‘dön baba dönelim mezhebinden’ olmuştur. Bunu gören Şekip Arslan dostları aracılığıyla ona acı tarizlerde bulunur.  İngilizlerin dessaslığını görememesinden dolayı kendisini kınar. Reşit Rıza gibi safderunlar yüzünden İslam dünyası karmakarışık hale gelmiştir. O dönemde tek dik duran maalesef Reşit Rıza’nın Dürzi dediği Şekip Arslan’dır. Arap merkeziyeti noktasında Hasan el Benna da Reşit Rıza’nın mirasını devam ettirmiştir. Hatta bu nedenle Fehd Abdullah Nefisi Hasan el Benna’nın bu görüşünü eleştiren ifadeler kullanmıştır. Hizbu’t Tahrir’in bazı kitaplarında da yine Arapların bu noktada Türklere mureccah olduklarını savunan ifadeler vardır. Dolayısıyla gerçek manada  Anadolu’nun tarihi merkeziyetini muhafaza ettiğini düşünen isimlerin başında Bediüzzaman gelmektedir. Bu önemli bir ayrıntıdır.

İttihatçılar Türkçülük (tetrik) veya Turancılık  siyaseti güttüklerinden dolayı merkezin aktörü olmaktan çıkmışlar lakin Anadolu aktörünü bekleyen merkez olarak kalmıştır. Keza Mustafa Kemal, Anadolu’yu civarından koparmış ve İslam aleminin merkezi olmaktan çıkarmıştır. Bediüzzaman gibiler ise bunu ihya için var güçleriyle çabalamışlardır.  Bugün Arap dünyası Türk modeli diyerek aslına rucu etmiştir. Türkiye’nin merkeziyeti gün geçtikçe yeniden anlaşılıyor ve parlıyor. Bunu en iyi özetleyenlerden birisi yazar Akif Emre Bey olmuştur. Heniye’nin dış ilişkiler danışmanı olan Dr. Ahmet Yusuf çok açık ve net bir biçimde Türkiye’nin merkeziyetine vurguda bulunuyor, Akif Emre, ‘Hamas nereye?’ başlıklı yazısında bu hususta ondan nakiller yapıyor: ”Asıl dikkat çeken husus "Türk deneyimi" adı altında sunulan modelin Hamas'ta sanılandan daha büyük yankı yapması. Dr Ahmet Yusuf'la konuşurken dikkatimi çeken, Türkiye'de de genellikle atlanan bir husus oldu. Türkiye'nin tarihsel konumuna, rolüne atfettiği önem. Her ne kadar Mısır'sız bir Arap dünyası olamaz dese de Doğu-Batı ilişkileri bağlamında Türkiye'ye farklı bir rol biçiyor. Tarihin kaldığı yerden devam edeceği konusunda umutlu. Muhtemelen AKP deneyiminin bu denli cazip gelmesinin nedeni Türkiye'ye yüklenen tarihsel anlamla Tayyip Erdoğan karizmasının özdeşleştirilmesi. (2)”

İran merkezli İslam dünyası?

İran çeşitli yazılarımda temas ettiğim gibi dikotomik bir yapıya haiz. Bu’l hasan en Nedevi’nin müstakil bir kitabında temas ettiği gibi Sünni anlayış ile Şii anlayış iki zıt sureti ve anlayışı temsil ediyor (3). Dolayısıyla İran modelinin güçlenmesi tezadın İslam dünyasında tavan yapması ve kendi gücünü ve enerjisini kendi içinde heder etmesi ve tüketmesi anlamına gelir. Bu açıdan son sıralarda İran modelinin çözümün değil de sorunun parçası olduğu yeni bir tecrübe süreciyle birlikte anlaşılmıştır. Massingnon ve Henri Gorbin gibi kimi Fransız oryantalistler bu nedenle İran modelini öne çıkarmışlardır. Batı’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi Yazarı Sigred Hunke de medeniyet olarak Arap merkeziyetini öne çıkaran isimler arasında bulunmaktadır.  Bediüzzaman’ın ifadesiyle milletçilik virüsüyle Batılılar İslam dünyasını birbirine yabancılaştırmak ve parçalamak istedikleri gibi Ebu’l Hasen en Nedevi de yine birbirinden farklı İslam form ve model ve çeşitleri üretmek isteyen batılılar bu yolla da aynı gayelerine ulaşmak isterler.

Gannuşi de İran devrimi patlak verdiğinde İran modelini benimsemiş iken 30 yıl sonra Türk modeline dönüş yapmıştır. Arap Devrimiyle birlikte dünyanın merkezi İslam dünyasına kayarken İslam dünyasının merkezi de yeniden Türkiye’ye intikal ediyor. Bediüzzaman bunu öngörmüş ve Türkiye’de kalarak bu misyonun temsilcisi ve bekçisi olmuştur. Şimdi müjdesi tahakkuk ediyor.

Dipnotlar:
1-Sevretü’l Arab, Anonim. Mukattam Matbaası, mısır, 13 Safer 1335, 9 Aralık 1916, sayfa: 230-231
2-Yeni Şafak, 26 Mayıs 2011
3-http://www.nebeonline.com/haber/sahabe-hakkinda-sunulan-carpik-tablo-10767.htm
4-http://www.nebeonline.com/haber/gannusi-modelimiz-turkiye-10594.htm

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum