Başını Kum’a gömme!

‘Sünnilik ve Şia veya ya Şia yahut Sünnilik’ başlıklı makalesinde Hind Ebu eş Şi’r adlı Şia uzmanı  Ürdünlü yazar, ‘konunun uzmanı olmayan Şii-Sünni meselesine girmesin, ahkam kesmesin’ mealinde sözler söylüyor. Muhyiddin Arabi’ye atfedilen bir söz vardır. Der ki, "Bizim kavramlarımızı bilmeyen eserlerimize yaklaşmasın!" Gerçekten de Şiilik ve Sünnilik meselesi ciddi etüt, uzmanlık isteyen bir meseledir. Gelişigüzel halledilecek bir mesele değildir. İyi niyetle de çözülebilecek bir mesele olmaktan uzaktır. İyi niyet gerekli şart olsa da yeterli şart değildir. O takdirde de mesele safderunların sahasına kalır. Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden mesele Şahin Doğan’ın Risale Haber’de yazmış olduğu ‘Müslümanların İçler Acısı Hali’nin Nedeni Ehl-i Sünnet mi?’ başlıklı yazısıdır. Bu yazı Mücahit Bilici’nin ‘İslam’da siyasi partiler’ başlıklı yazısına cevaben yazılmış veya adanmış bir yazı. Mücahit Bilici’nin yazısı son derece talihsiz, bilgece değil bilgiççe yazılmış bir yazıdır. Hakkını yemeyelim zaman zaman kaleminin satırlarından hikmet damlıyor. Fakat daha önce de çok iddialı gördüğüm bazı yazılarından tahrik olmuş ve meseleyi tartmış ve öfkemi yutmuştum.   İyi yazılarının hatırına ötekilere ilişmek istemedim. Ama hakkın hatırı alidir. Ayrıca beni tutan hususlardan birisi de ona kıyasla sahada cevap verilmesi gereken çok sayıda kalemin olmasıdır. Ehemmi tercihten mühime sıra gelmiyor! Bununla birlikte Senai Demirci’nin gereksiz zuhrufat veya tezahüratı kabilinden satırları dikkatimi çekti. Şahin Doğan’ı, haklı olduğu bir konuda yalnız bırakmak içime sinmedi.  

*

Mücahit Bilici’nin yazısı baştan sona son derece talihsiz bir yazı. İçinde bir satır bile doğru yok. Ya da katıksız doğru yok. Öncelikli olarak yazısı bana Beyaz Saray’a yakın Mısırlı Dalya Ziyade’yi hatırlattı. Ayrıca Mücahit Bilici, bütün suçu Müslümanlara ve içeriye boca ediyor. Bu suretle bize Beyaz Saray’ın söylemi ve üslubunu hatırlatıyor. Özellikle de Şiiler ile Sünniler arasındaki mukayesede Mücahit Bilici’nini ifadelerinin tıpa tıp Beyaz Saray’ın ve özellikle de Obama’nın söylemini hatırlattığını kaydedelim. Elbette Malik Binnabi’nin dediği gibi kabahatin büyüğü bizde, içeride. Bunda kuşku yok. Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz. Ama bu yabancıları muaf tutmamızı gerektirmez. Yoksa Yahudilerin istediği gibi komplo iddialarını kendimize çevirmemiz gerekecek. Mekke’deki Müslümanlar bela mı aradılar yoksa belalar onlara mı çattı? Lakin sabrederek ve şükrederek, olgunlaşarak çile dönemini aştılar. 

Son dönemlerde hangi olayda dış parmak görmüyoruz ki? Bu elbette büyük ölçüde zayıflık ve cılızlığımızdan. Samimiyetsizliğimizden değil. Elbette ben Tarık Ramazan gibi Arap Baharını da başkalarının üzerine atmıyorum. Dennis Ross’ın yazdığı gibi aslında Arap Baharı kurumsal anlamda cılız ve kırılgandı. Halkın elinde bir atımlık barutu vardı ve onu kullandı. Sonrası için ‘bir nehirde iki kez yıkanılmaz’ tabiri kullanılmıştır. Lakin yine de bir süreç başlamış ve durdurulamamaktadır. İran Devriminden sonra Saddam bir biçimde İran’la savaşa tutuştu. Ardından Amerikalılar Saddam’ı Kuveyt’e imale etmediler mi? Ardından kitle imha silahları ve terör bahanesiyle Irak’ın üzerine çullanmadılar mı? Burada suç Saddam’la sınırlı mı kalmaktadır? Hırsızın hiç mi günahı yok?

Obama kitle imha silahlarının kullanmasına rağmen beş yıldır Esat’a göz yummuyor hatta göz kırpmıyor mu? Suriye’deki katliamın en büyük sorumlusu; durdurma imkanı ölçülerinde ABD’nin değil midir? Nitekim, Washington Post gazetesi başta Türkiye olmak üzere onca çağrılara rağmen Obama idaresinin Esat’ın katliamlarını önleyecek adımlar atmadığını ve bu meyanda tampon veya güvenli bölge tekliflerini kale almadığını yazmıştır. Sivil uçaklar zarar görür diyerekten karadan havaya uçaksavarlar vermeye yanaşmamış ve başkalarının tedarikine de müsaade etmemiştir.  Varil bombalarıyla Suriye halkının kırılmasına seyirci kalmış ötesinde muvazaa içinde olmuştur.  Bundan dolayı Hillary Clinton, Panita ve Robert Ford gibi bizzat Amerikan idaresinin kıdemli memurları veya görevlileri Obama’yı eleştirmişlerdir. Suriye rejimi ülkedeki katliamların yüzde 92.5’ini irtikap etmesine rağmen uluslararası camia için tehlike sayılmazken dikkatler katliamların sadece yüzde 2 veya 3'ünden sorumlu olan IŞİD’e çevrilmiştir. Bunda tesadüf değil, kasıt var. Zira Esat rejimi de muhaliflerini canlı çanlı toprağa gömmüştür. Şebbiha’nın IŞİD’den geri kalır tarafı nedir? Esat Şebbiha diye bir oluşum olmadığını ve bunu Türkiye’nin uydurduğunu söylemiştir. Esat’ın yalanları demek ki IŞİD’in reklamlarından daha etkilidir. Pişkinlik savunma veya kanıt ise dünyada Esat’tan daha masumu olamaz!  

Ehl-i Sünnet dahil bütün mezheplerin siyasi gaile veya amaçlar doğrultusunda çıktığını söylemek ‘bu ümmetten asla hayır gelmez ve gelmemiş’ demektir. Bu Mevdudi’nin anlayışıdır ve Ebu’l Hasan en Nedevi, ‘İslamın Tarih Yorumu’ kitabında bu tezi çürütmüştür. Sünnilik ittiba mesleğidir. Ehl-i Beyt sevgisi ile sahabeye saygıyı cemeden sofistike bir anlayıştır. Şizofrenik değil toparlayıcı bir anlayıştır. İdealizm ile realizm arasında bir orta çizgiyi tutturma keyfiyetidir. Sünniliği Emevicilik veya Abbasicilik olarak yaftalamak ve telakki etmek en hafif ifadesiyle bühtandır. Cafer-i Sadık İmam Zeyd’in çıkışını desteklemezken Ebu Hanife’nin desteklediği mervidir. İmam-ı Azam mı Emevileri desteklemiştir yoksa İmam Şafii mi yoksa İmam Malik mi Abbasilerin izinden gitmiştir? Ehl-i Beyt imamlarının suyla zeytinyağının karışmaması gibi nakıs hilafete karışmamaları ve bulaşmamaları gibi Said Bin Cübeyr, Hasan Basri gibi tabiin uluları da aynısını yapmıştır. Bununla birlikte profesyonel muhalefet de yapmamışlardır. 

Müspet hareket de bunu gerektirir.  Bunu Ebu Yusuf’un Harun-ı Reşid’in baş kadısı olmasından da anlıyoruz. Bediüzzaman’ın deyimiyle ilelebet kötülük veya düşmanlık kaim ve mevzubahis değildir. Nedeni şudur: Bu idareler ritmik değildir. İyilik ve kötülük tarafları vardır. İyilik tarafları galip olunca meşruiyet kazanırlar. Yönetimleri bütün bütün kötü görenler Bediüzzaman’ın aşiretlerle sohbetinde söylediği gibi anarşisttirler. İyiliğin egemen ve kötülüğün tebei olduğunu inkar ve reddederler. Bunlar nihilisttirler. Emeviler arasında Haccac gibiler varken Ömer Bin Abdulaziz gibiler de çıkmıştır. Bu nedenle Hasan Basri ve İmam Zühri gibiler Ömer Bin Abdulaziz’i tebcil etmiş ve ona yol ve yordam göstermişlerdir. Şiilerle Sünnileri iktidar ve muhalefet partileri olarak tasvir etmek oryantalist bir söylemdir. Bir tek Protestan ve Ortodoks demediği kalıyor!

Yazı baştan sona kadar yanlış ve baştan sona kadar talihsiz. Burada, sağlıklı değerlendirme için gerekli birçok unsur kayıp. Telafi etmesini temenni ediyoruz. Üslup biraz sert olduysa da bunun nedeni muhatap yazının son derece tahrik edici olmasındandır. Sözlerimiz acı olsa da dost acı söyler. Dalya Ziyade’nin yaptığı gibi, başımızı ABD namına Kum’a gömmeyelim. Suçlama şehvetinden kendimizi alalım. Kendimizi ve tarihimizi kırbaçlamanın bir faydası yok.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum