Asi çocuk ve sabır dede

Bana sabrı ve susmayı öğreten Halil Köprücüoğlu ağabeye ithafen…

Asi Çocuk: İsyanım var dede!
Sabır Dede: Neye isyan ediyorsun evlat? Yaradana mı yaradılana mı?

Asi Çocuk: Hâşâ! Yaratana değil isyanım. Yaradılan olup da yaradılan olduğunu unutanlara! Yaradılan olup da “Rab”lik taslayanlara. Yaratan’ın düzenini hor görüp elimize oyuncak tutuşturmaya, bizi uyutmaya çalışanlara. Zulme isyanım dede! Her türlü zulme…
Sabır Dede: Sabret evlat, her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı vardır. Gecenin en karanlık olduğu an güneşin doğmasından hemen öncedir. İnşallah bu karanlıklar güneşlere gebedir.

Asi Çocuk: Neye sabredeyim dede? Nasıl sabredeyim? Bir devir ki akla karayı ayırt edemez olduk. Sağımızda solumuzda her daim kanayan yaralar var. Arkamızda unutmaya çalıştığımız bir geçmiş… Biz bu yaralarla, pişmanlıklarla yarınlara yetişemeyiz, güneşli günlere layık olamayız. Böyle yaralara sahipken haykırmak bana reva değil midir?
Sabır Dede:  Sanıyor musun ki biz gül bahçelerinden geldik? Sanıyor musun ki biz geçmişimize baktığımızda derin bir “oh” çekiyoruz? “Keşke”lerimiz olmasaydı insan olmazdık. İnsan olmanın hikâyesi pişmanlık ki tevbe edesin. Hem “Takva dikenli bir yoldur.”  Elbette yaraların olacak herkes gibi. Fakat sırf takva yolunda olduğun için o yaralara, o dikenlere şükretmek reva değil midir?

Asi Çocuk: Peki bu düzen ne olacak? İman ve Kur’an davasında koşanlar bile parça parça. Bir dünya ki onun cazibesine kapılmayan, ondan önemlisini görmeyen kimse kalmamış. Biz bir dirhem de olsa farklı olmamalı mıydık? Eğer bu davanın insanları da bu hallere düşecekse bırakalım biz bu davayı!
Sabır Dede: Bilmiyor musun ki evlat, bir şey tamamen elde edilemezse tamamen de terk edilmez. Karanlık üstüne karanlık eklemekle gitmez, sabırla ışık tutmayı ister. Eğer bana bu sahte karanlıktan kaçıp bir aydınlık bulursan ben de peşinden geleyim ama yok! Alacakaranlıktan zifiri karanlıklara kaçmamalı evlat! Eğer karanlık alacalıysa bir yerlerde bir ışık var demektir… Sabırla ışık tutan ol…

Asi Çocuk: Ben sabredersem düzelecek mi her şey? Kanayan yaralarıma merhem sürülecek mi? Geçmişim silinecek mi? Bu düzen değişecek mi? En dindar insanların bile hayatlarını harcadıkları dünyanın cazibesi gidecek mi?
Sabır Dede:  Biz mükellefiyetlerimizi aşan meseleleri düşünmemeliyiz. Biz sebeplere başvururuz, vazifemizi yaparız sonucu Allah(c.c.) yaratır. Biz yağmur duasına çıkarız fakat “Yağmur yağacak mı?” diye düşünemeyiz. Yağmuru yaratan var. Biz vazifemizi düşüneceğiz. Bizim vazifemiz, bozuk düzene de, dünyanın cazibesine de, pişmanlık dolu geçmişlerimize de, dehşetli yaralarımıza da sabretmektir. Bizim işimiz dünyayı düzeltmek değil, dünyanın zaten bir sahibi var.

Asi Çocuk: Söylediklerin çok basit gibi gözükse de sanki dünyanın en zor işi! Sabretmek belki bir kelime ama bir hayatı dolduruyor gibi. Bu sabır işi zor zanaat…
Sabır Dede: Yaşamak zor zanaat. İnsan olmak zor zanaat. Dağların denizlerin yüklenmeye çekindikleri sorumluluğu yüklenmiş insan. Hep sırat köprüsünden korkar insanlar; kıldan ince kılıçtan keskin… Hepimiz sırat köprüsünde yürüyoruz zaten. Yaşadığın dünyada “insan” gibi yürümek kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüde yürümek gibi.

Asi Çocuk: Peki, bu kıldan ince kılıçtan keskin köprüde yürürken, her yanımda kanayan yaralarım, arkamda karanlık bir geçmiş varken, önümde bir zulüm beni boğuyorken, dünyanın cazibesi üstüne tuz biber ekmişken nasıl öğreneceğim sabretmeyi dede?
Sabır Dede: Sabırla öğreneceksin evlat, sabırla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum