Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Mübtedi, Medrese ve Haşir Risalesi

Size Bediüzzaman ve Risale-i Nurlarla nasıl tanıştığımı anlattım mı? Bendeniz aklım ermeye başladığı günden itibaren dine, diyanete, ibadete hele namaza hahişger ve meyyaldim. Tıfıl bir veled iken en büyük zevkim evimize çok yakın olan mahalle camiine gidip cemaatle namaz kılmak idi. Hele bir de imam efendi ezanı okumama müsaade ederse, değmeyin keyfimeydi! Bu arada sesim çocukken de bugünkü gibi detone idi. :) :)

Okumaya çok meraklı biri olduğum halde, evimizde ne bir ilmihal ne de bir İslam tarihi kitabı vardı. İşin ilginci ilçe halk kütüphanesinde de imana ve İslam’a dair hiçbir kitap yoktu. Çarşı pazarda da dinî kitap sattığını bildiğim sadece Hicret Bakkaliyesi diye bir yer vardı. Adam dükkânın üçte ikisinde şeker, makarna ve bulgur satarken kalan kısımda dükkânın bir duvarına yaptırdığı raflarda da Kur’an, Amme ve Tebareke cüzleri ile Elifbaların yanında Battalgazi Destanı, Hz. Ali Cenkleri, Altıparmak Peygamberler Tarihi ve Halil Gönenç Hoca’nın Şafii İlmihalini koymuştu. Bendeniz harçlıklarımdan biriktirerek ilkinde Şafii İlmihalini sonrasında 850 sayfalık Battal Gazi Destanını ve son olarak ta Altıparmak Peygamberler Tarihini satın almıştım.

Sonradan bir akrabamızdan M. Asım Köksal’ın İslam Tarihi’nin Mekke Devri cildi ile Medine Devrinin 1 cildini almış ve çölde susuz kalmış birinin suyu bulduğunda kana kana içmesi gibi şevk ve heyecanla günlerce ara vermeksizin okumuştum.

Bediüzzaman Hazretlerinin adını ilk ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum ama Risale-i Nurlarla tanışana kadar ben de, sokaktaki çoğu vatandaş gibi, zihin dünyamda Bediüzzaman Said Nursi’yi Kürt Teali Cemiyetini kuran Said Molla ya da Şark isyanlarında en önde gözüken Şeyh Said ile karıştırıyordum.

Üstadın adını ilk olarak, ortaokul 2 sınıftayken aynı zamanda bahçe komşumuz olan amcamı hastalığı vesilesiyle ziyaret ettiğimde, hasta yatağında okuma gözlüğünü takmış bir vaziyette okuduğu kırmızı kaplı bir kitabın üstünde gördüm. Kitabın adı Mektûbat idi. Amcam hal hatırdan sonra kitabı uzatarak; “Günlük okumamı yapıyordum. Biraz da sen bana okur musun?” diye rica edince kitabı elime alarak okumaya başladım Peygamberimizin (ASM) mucizelerinin anlatıldığı bir bahisti. O kadar güzel anlatıyordu ki; “Keşke bu okuma serüveni hiç bitmese!” diye düşünmüştüm. 3-4 sayfa okuduktan sonra amcam; “Tamam, bu kadar kâfi” dedi, kitabı aldı başucuna koydu. Ben mi cesaret edemedim kitabı istemeye yoksa o mu vermeyi düşünemedi? Bilemiyorum. Nasip olmayınca amcanızın Nur talebesi olması bile yetmiyor, bu hakikatlerle şerefyab olmaya.

Lise 2’nin sondan bir önceki haftası Cuma günü okuldan dönerken merkez camiinde Cuma namazını kılıp eve öyle geçeyim, dedim. Namazı kıldıktan sonra imam hatip lisesinden tanıdığım, sesi ve kıraati çok güzel olan Maşallah isminde bir arkadaşımla karşılaştım. Beşûş çehresi ve heyecanlı ses tonuyla hızlı hızlı konuşarak; “Seyda (herkese öyle hitap ederdi), bizim medresemiz hemen caminin yanında, gel bir çay içelim, namaz dersi okuyalım, eve öyle geç.” dedi.

Meğer benim daha önce onlarca kez Cuma namazı kıldığım bu caminin hemen dibindeymiş medrese. Nasip olmayınca olmuyor işte. Beraberce medreseye geçtik. Mescit dediği genişçe salona geçip şark köşesini andıran duvar yastıklarına yaslanarak oturduk. Maşallah kardeşim; “Biz namaz dersini misafirlere okutuyoruz” deyip elime kırmızı bir kitap tutuşturdu. Kitabın adına baktım; Emirdağ Lahikası. “Lahika”nın ne demek olduğunu bilmiyordum ama yazarını tanıdım: Bediüzzaman Said Nursi.

"İpin olduğu yerden oku" dedi.

Başladım okumaya. Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektuplar imiş meğer. “Aziz, sıddık, fedakâr, sebatkâr kardeşlerim” diye talebelerine, kardeşlerine o kadar güzel iltifatlarda bulunuyor, onların gayretlerini, hizmetlerini o kadar güzel tebrik ediyordu ki bu tarz ve üslup çok hoşuma gitmişti.

Okumayı tamamladım, çayımızı içip muhabbetimizi bitirdikten sonra müsaade isteyip kalkarken Maşallah kardeşim; “Seyda, dedi, yarın talebe dersimiz var, öğle namazından sonra bekleriz, Van’dan üniversitede okuyan ağabeylerimiz gelecek” dedi.

“Tamam, İnşallah gelirim” dedim. Ertesi gün öğle namazına medreseye gittim. Van’dan Biyoloji son sınıfta okuyan “yüzleri nur, sözleri nur” iki muhteşem insan gelmişti. Tefekkür ufkumu zerreden yıldızlara, çiçekten ormana, sinekten kartallara ve güneşten galaksilere kadar genişletip, tevhid mührünü bütün mahlûkat üzerine öyle aşikâre vurdular ki bendenizi kalpten ve gönülden fethettiler.

Dersten sonra çıkarken Maşallah dedi ki; “Seyda, haftaya okullar bitiyor, cumartesi günü okuma programımız var.”

-Okuma programı nedir? Dedim.

-Sabahtan akşama kadar kitap okuyoruz, dedi.

İnanamadım. Bana cennetten, hayatımın en zevkli en tatlı işi olan kitap okumaktan bahsediyordu.

-Tabii ki gelirim, dedim.

Bir hafta sonra sabah erkenden medreseye gittim. Dediler ki; “Sen yeni başladın, ‘Sözler’ kitabından başla.”

Aldım elime Sözler kitabını: 1. Söze “Her hayrın başı olan Bismillah” ile başladım. 2. Sözde; “İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu”; 3. Sözde; “İbadet, ne büyük bir ticaret ve saadet; fısk ve sefahet, ne büyük bir hasaret ve helâket olduğunu” ve 4. Sözde; “Namaz, ne kadar kıymetdar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu” zevk, şevk ve feyezan ile nûş ettim.

Âyet-ü’l Kübra’daki yorulmaz ve tok olmaz yolcu misillü; 6. Sözle “Sahip olduğum aza ve cevarihin imanla nasıl kıymetlendiğini” idrak edip; 7. ve 8. Sözlerde “Bu kâinatın tılsım-ı muğlakını, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmet ve gayesini, ibadetin insanın hususî âleminde meydana getirdiği inkılapları” tefekkür ve tefeyyüz ettim. 9. Sözde “Beş vakit namazın malum vakitlere niye inkısam ettiğini” hayretle ve lezzetle okudum.

Okuduğum her söz benim için tefekkür ve tefeyyüz mertebelerinde terakki etmek, birer basamak yükselmek ve bir nevi tefekkürî mi’rac idi.

Akıl, kalp ve ruhumun zevk ve şevkle tefeyyüz ettiği okuma yolcuğum “Haşir Risalesi” olan 10. Söze kadar hız kesmeden devam etti. Önceki sözleri okurken gariki olduğum zevk, şevk ve heyecan Haşir Risalesinde önce yavaşladı sonra durakladı ve sonra yerimde saymaya başladım. “Allah’ım, bu nasıl bir vaziyetti?” Sabahtan beri azalmadan devam edegelen şevk, zevk ve lezzetin yerinde şimdi yeller esiyor, zihnim yoruluyor, fikrim dağılıyordu.

Suretleri bitirene kadar yine idare ettim de; hakikatlerde aklım, hafızam ve muhayyilem, tabir caizse, meselelerin azametinden meflûç olmuşlardı. “Kaçıncı sayfadayım?” diye baktığımda tam olarak 100. sayfaya geldiğimi gördüm. Bir-bir buçuk sayfalık âyetleri okurken kendi kendime dedim ki; “Yok, benden umut yok. Anlayamıyorum bu eseri, beni aşıyor demek ki. Okuma programı maceram da buraya kadarmış! Bari şu kalan âyetleri de okuyayım, ondan sonra kitabı yerine bırakıp Maşallah kardeşime ‘Allah’a ısmarladık’ deyip gideyim!”

Derken âyetler bitti ve devamında Aziz Üstadım şu satırlarla bana hitap etti:

“Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş! Deme, niçin bu Onuncu Söz’ü birden tamamıyla anlayamıyorum ve tamam anlamadığın için sıkılma! Çünkü İbn-i Sina gibi bir dâhî-yi hikmet, اَلْحَشْرُ لَيْسَ عَلٰى مَقَايٖيسَ عَقْلِيَّةٍ demiş. “İman ederiz fakat akıl bu yolda gidemez” diye hükmetmiştir. Hem bütün ulema-i İslâm “Haşir, bir mesele-i nakliyedir, delili nakildir, akıl ile ona gidilmez” diye müttefikan hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez.

Kur’an-ı Hakîm’in feyziyle ve Hâlık-ı Rahîm’in rahmetiyle, şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bin şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız.” (Sözler; s. 101)

O anda kanatlarım olsa uçacaktım. Ortam müsait olsa Mevleviler gibi semaa kalkacaktım. Aziz Üstadım zamanlar ötesinden bendenize Üveysî tarzda mürşitlik ve rehberlik yapıyordu. O anın feyzaver zevk ve lezzeti ile gaşyoldum, iç dünyamdaki bütün itiraz ve lakaytlık hallerimden tecerrüd ederek o kutlu Üstada ve onun Nurlu Külliyatına teslim-i silah eyledim.

Nurun ilk talebesi Hulusi Yahyagil merhumun ifadesiyle; “Risaletü'n-Nur ile verilen derslere, Kur'an'dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah'ın tevfikiyle can u dilden "belî" dedim, tasdik ettim. Ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.” (Barla Lahikası; s. 29)

Hamdenlillah! Hâzâ min Fadli Rabbi!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum