Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Bediüzzaman Said Nursi Teşkilat-ı Mahsusa’ya katıldı mı?

Kısa bir süre önce bir tartışma programında Bediüzzaman Said Nursi'nin “Teşkilat-ı Mahsusa” bünyesinde vazife aldığına değiniliyordu.

Bir âlimden bu anekdotu dinlemek beni ciddi manada hayrete sevk etti.

Zira Bediüzzaman’ın Kuşçubaşı Eşref’in başında bulunduğu Teşkilat-ı Mahsusa’da görev aldığına dair rivayetler yarım asra yakın bir süredir birileri tarafından dillendirilmektedir.

Evvela, Risale-i Nur Külliyatının hiçbir yerinde bu hususa dair sarih bir ifade veya nakil yoktur.

Saniyen, aziz Üstad’ın bizzat kendisinden bu hususta nakledilmiş bir hatıra da yoktur.

Salisen, bu rivayet ilk olarak yarım asır kadar önce Cemal Kutay’ın “Tarih Sohbetleri”nde ve sonrasında yazdığı –kanaatimce, pek çok tarihi hatayı ve yanlış değerlendirmeyi barındıran, resmi ideoloji ile Bediüzzaman’ı uzlaştırma ve barıştırma gayretkeşliğinin bir ürünü olan- meşhur Bediüzzaman biyografisinde yer almış ve sonradan doğruluğu sorgulanmadan kabul görmüştür.

Hatta bu mevzuda o kadar ileri gidilmiştir ki; Bediüzzaman İtalyan Harbi’nde denizaltıya bindirilip Libya’ya gönderilmiş; Cihan Harbindeki gönüllü alay kumandanlığı, Münazarat eserine kaynaklık eden Şark aşiretlerini gezmesi, Kosturma’daki esir kampından kurtulup Almanya üzerinden İstanbul’a gelmesi, İstanbul’un işgali sırasında İngilizlerin işgalini protesto amacıyla Hutuvat-ı Sitte eserini neşretmesi ve bu nedenle başkumandanın idam tehdidine maruz kalması, sonrasında Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağırılması (1)  hadiseleri de kimileri tarafından Tekilat-ı Mahsusa üyeliği ile irtibatlandırılmıştır.

Bediüzzaman’ın İstanbul’da bulunduğu o fırtınalı dönemde, elbette yolu Teşkilat-ı Mahsusa üyeleri ile kesişmiş ve bir kısmı ile dostluğu bulunmuştur. Osmanlı’nın ve İslam âleminin necatı için onlarla fikir alışverişinde bulunmuştur. Ama bu muarefe Teşkilat’a üye olmasına delil teşkil edemez.

1909’da Divan-ı Harpte idamla yargılanırken pervasızca “Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar” (2)  diyen; bütün hayatı boyunca “En büyük hile hilesizliktir” düsturunu kendisine rehber edinen pervasız bir serdengeçti olan (3)  Bediüzzaman’ın her biri birer kahramanlık destanı olan ve bir kısmı yukarıda sıralanan hizmet ve faaliyetlerini; onun ruhundaki ulviyete, kalbindeki iman kuvvetine ve mukadderat-ı İslam canibinden tavzif edilmiş olmasına vermeyip, tamamen determinist bir anlayışın tezahürü olarak “Teşkilat-ı Mahsusa üyeliği”ne bağlamak, en hafif ifade ile, insafsızlıktır.

Hülasa, Bediüzzaman, ne Cemal Kutay’ın tezkiyesine ne Mehmet Niyazi’nin sanal kahramanlık destanlarında yer almaya ne de Şerif Mardin’in pür seküler-determinist istihsanına muhtaç değildir, vesselam.

DİPNOTLAR:
1-Şualar, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 448-449.
2-Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 15.
3-Mektubat, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 62.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum