İsmet Oflas: Bediüzzaman bu üniversitenin rektörüdür

İsmet Oflas: Bediüzzaman bu üniversitenin rektörüdür

İntiharın eşiğinden Risale-i Nur vesilesiyle dönen eski sendikacı, Van eşrafından İsmet Oflas ile yaptığımız röportaj

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

İsmet Oflas kimdir?

1943 doğumlu. Eğitimini ancak orta ikiye kadar sürdürebildi. Köy Hizmetleri 9. bölgede Müdürlüğünde sivil savunma amirliği yaptı. Aynı zamanda Köy Hizmetlerinde sendika başkanlığında bulundu. Sendika başkanlığı 18 yıl devam etti. Yirmi iki sene evvel emekli oldu. Van'da yaşıyor. Beş çocuğu var.

İNTİHAR ETMENİN YOLLARINI ARIYORDUM

Risale-i Nurları ne zaman ve kimin vasıtasıyla tanıdınız?

25 Mart 1967 yılında Köy Hizmetlerinde çalışıyordum. Yedi-sekiz aydır da evlenmiştim. Büyük bir bunalım içindeydim, büyük sıkıntı yaşıyordum. Manevi bir boşluk olduğunu tabi sonradan anladım. O tarihte rahmetli annem gündüz vakti: “Ben saat 1’de komşuya çay içmeye gideceğim” dedi. Ben de, “Git ama çıkınca da kapıyı üstüme kilitle öyle git” dedim. Annem şaşırdı, “Gündüz vakti neden üstüne kilitleyeyim kapıyı oğlum?” dedi. Ben ısrar edince, annem mecbur kaldı kapıyı kilitledi gitti.

Yalnız kalınca odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidip geliyorum kendi kendime, “bir tabanca alıp kafama mı sıkayım, yoksa gidip Van Gölü İskelesinden kendimi aşağıya mı atayım?” diyorum. Ama sonra düşünüyorum “suda can vermek zor olur. Başka bir metot bulayım” diyorum. Böyle bir müddet nasıl intihar edeyim diye düşünüyordum.

O anki haleti ruhiyem çok kötüydü, böyle kendimden, dünyadan, her şeyden nefret eder durumdaydım. Odanın içinde bir aşağı, bir yukarı gidip gelmeye devam ediyordum. Eskiden duvarların içinde dolaplar olurdu. Şimdiki gibi formika dolaplar yoktu tabi. Sıkıntıdan gidip dolabın içinde duran radyoyu açıp karıştırmak istedim.

Demek ki, o tarihten yirmi sene evvel -Cenab-ı Hak razı olsun verenden- birisi Küçük Risale-i Nur kitaplarından üç tane rahmetli babama vermiş. Kim vermiş bilmiyorum. Ve öğrenemedik de.  Babama da sorduk öğrenemedik. Tabi o yirmi yıl içinde beş altı tane ev değiştirmişiz. 1963-1964 senelerinde Yedikulak nahiyesinde oturuyorduk. Esas yerimiz oradaydı. Oradan Van'a gelince beş-altı kiralık ev değiştirmiştik. Buna rağmen rahmetli annem Risale-i Nurları, “Bunlar din kitabıdır” diye korumuş ve radyonun arkasına koymuş. Radyoyu karıştırırken gözüme ilişti. O ana kadar da Risale-i Nurları ne görmüşüm ne okumuşum, ne de bir Nurcuyla tanışıklığım var. Fakat bazen kahvehanede münafıklar din aleyhine atıp tuttukları zaman ben diyorum “sucu, sütçü, Nurcu... Nur–cu... Yani bunlar nur satıyorlar.” “Ya biz Allah yolunda değiliz, Allah yolunda olanlardan ne istiyoruz?” diye tartışıyordum. Kapatıyordum konuyu, aleyhlerinde konuşmalarına engel oluyordum. “Bu konuları açmayın, Nurcular aleyhine de konuşmayın” diye savunuyordum onları vicdanen.

Neyse… Elime aldığım ilk kitap Küçük Sözler, altında Yirmi Üçüncü Söz, altında Bediüzzaman Cevap Veriyor. Küçük Sözlerin ilk sayfasını açtım Birinci Söz: “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübarek kelime İslam nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisanı haliyle virdi zebanıdır” Cümlesini tamamlayamadım gözlerimden yaşlar adeta boşanırcasına akıyordu. Kendimi tutamıyordum. Bu, o gün zihnimde kalan cümlelerdir. Yoksa özellikle ben bu cümleyi ezberlemiş değilim. Şimdi tabi gözyaşlarım bana mani oluyor okudukça ağlıyorum, ağladıkça okuyorum. Öyle zorlanıyorum ki gözyaşlarımdan. Ağlamamak istiyorum. Ama elimde değil. Gözyaşlarımı elimle siliyorum iki de bir. O kadar aceleye gelmiş ki, bir anda hakikat deryasının içine düşmüştüm. Çölde susamış bir insan gibi okumuyorum, adeta içiyorum. Elhamdülillah…

Ben şimdi 42 yıldır Risale-i Nurla meşgulüm elhamdülillah. O günkü anladığımı hala yakalayabilmiş değilim. O günkü anladığımı, kırk iki sene öncesi aldığım feyzi hala almış değilim...

BU ÜNİVERSİTENİN REKTÖRÜ BEDİÜZZAMAN

Geçenlerde kanalların birinde profesörler tartışıyorlar: “Efendim, okuyoruz ama anlamıyoruz” diye. Ya ben İlkokul mezunuyum. Ben niye anlıyorum, siz neden anlamıyorsunuz? Kuvvetli bir Arapçamız yok. Haydi, hodri meydan... İbreti âlem için çıkacağım bir gün onların karşısına ama ne zaman bilmiyorum.  O profesörlerle tartışacağım. Siz profesörsünüz ben ilkokul mezunuyum. Haydi buyurun. Hangi meseleyi istiyorsanız gelin. Bu, Medresetüzzehradır zaten. Bir üniversite, onun rektörü de Bediüzzaman, dersleri, ders kitapları da Risale-i Nur külliyatının tamamıdır.

Neyse ben, Küçük Sözleri gözyaşlarıyla okumaya devam ediyorum. Odanın ortasında ayaktayım. Çok sıktı beni o gün gözyaşlarım. Bırakmıyor ki, ben okuyayım. Ama şiddetli bir şekilde okumak istiyorum tam aksine. Bunu tarif edemiyorum tabi. Oku, oku, oku, ağla!,  Oku, ağla... O şekilde küçük sözlerin tamamını ayakta bitirmişim. Tam bitirince dizlerimin ağrıdığını hissettim. O ana kadar hiç farkında değildim. Koltuğa oturdum. Bu defa Yirmi Üçüncü Söz'ü elime aldım. Onu da okudum. Benim ilk Risale okumam bunlar olduğu için, özellikle bu eserleri çok seviyorum.

Ardından rahmetli annem saat beş gibi eve geldi. Kapıyı açtı, girdi içeri. Dedi, “Oğlum ne yapıyorsun?” Dedim, “Ana, bana çabuk bir banyo suyu hazırla.” Dedi, “Oğlum hayırdır?” Dedim, “Ben hemen namaza başlıyorum.” “İyi de oğlum, nereden bu kararı verdin?” diye sordu annem. “Ana, ben okudum bu kitapta, bütün ağaçlar, kuşlar, hayvanlar her şey Allah'ı zikrediyor. Bir tek ibadet etmeyen bizim gibi asiler, garipler” diye cevap verdim. Annemi pencere kenarına götürdüm. Bu bizim Şerefiye Mahallesi... Şimdiki bu sokaklar, evler, hiç birisi yok. İki üç tane ev var.  Cami de yok orada. Sonradan yapıldı. Belki var elli bin, yüz bin tane, serçe kuşları... Mevsim de ilkbahar olduğu için bir sürü kuş... Hep beraber uçuyorlar. Bu günkü caminin yerinde de bir kavak ağacı var. Rüzgâr vuruyor, hafif hafif sallanıyor ağaç. Rahmetli anneme, “Bak ana, bu kuşlar, ağaçlar hepsi Allah'ı zikrediyor. Bak rüzgâr “hu hu” diye Allah'ı zikrediyor. Ağacın yaprakları sallanıyor. Onlar da ayrı ayrı Allah'ı zikrediyorlar” dedim. Annem, “Tamam.” dedi.

Demek annem benim halimden korkmuş hemen gitmiş, yaşlı bir nene var bizim komşumuz ona, “Gel çabuk, bizim İsmet akıllanmış” demiş. Tabi benim haberim yok. Allah rahmet etsin o nene geldi, kapıda durdu. Şöyle ayaklarını denk aldı. Yani kendini sağlama alıyor. Benden bir hareket gelirse dayanmak için. Rahmetli annem de onun paçalarını tutmuş arkadan, demek ki o da kendini güvenceye alıyor. (Gülüşmeler) Nene bana yumuşak bir sesle, “Oğlum İsmet ne yapıyorsun?” dedi. Dedim, “Hiç.” Baktım hafif tebessümle gene soruyor, “Daha daha ne yapıyorsun?”… Deliyi konuşturacaklar ya... Baktı gene konuşmuyorum. Benim daha jetonum düşmemiş tabi. Bu defa, “Sen annene ne demişsin?” diye soruyu değiştirdi. Ben de, “Anneme dedim, kuşlar Allah diyor, ağaçlar Allah diyor, rüzgâr Allah diyor, ağaç yaprakları Allah diyor, her şey Allah diyor bizden başka” diye cevap verdim.

O hiç hareket etmiyor ama kendini güvenceye alıyor. Sağ ayağını öne, sol ayağını arkaya kavga edecek gibi... Annem de eteğini arkadan tutmuş. Şimdi pıs pıs pıs konuşuyorlar. Ve bir buçuk metre var aramızda. Meğerse annem üç İhlas, bir Fatiha, bir Ayetel kürsi okuyor. Uzaktan üstüme üfürüyor. Görüntüsü hala gözümün önünde, korkuyorlar, yanıma yaklaşamıyorlar. (Gülüşmeler) Ben tabi iki elim cebimde odanın ortasında onların haline bakıp tebessüm ediyorum. Neyse bir anlam veremediler. Aradan bir iki gün geçti. Elhamdülillah hakikati annem de anladı, o nene de anladı. Yani anladılar ki, ben delirmemişim aksine akıllanmışım…

RESMİ DAİREDE 400-500 TANE RİSALE DAĞITTIK

Daha öncesinde nasıl biriydiniz ki, anneniz de çevrenizdekiler de sizden böyle bir şey beklememişler?

Tek cümle söyleyeyim, ben artist gibi adamdım. O derece yani. Kimse benden böyle dini cümleler sarf etmemi beklemezdi... Ama elhamdülillah o günden sonra bütün dünyam değişti. Mesela ertesi gün gece rüyama Üstad Hazretleri girdi. Rüyamda bizim eve misafirliğe gelmiş. Bir tane yatak sermişler. Ben ve Üstad beraber yatıyoruz. Anneme kızıyordum, “ Ya… Allah senden razı olsun, sen niye Bediüzzaman Hazretlerine doğru dürüst bir yorgan bırakmamışsın da bu yamalı yorganı onun üstüne bırakmışsın?” diyordum. Tam yatağa girecekken, Üstad Hazretleri de sağ tarafta uzanmış, yorganı kaldırdım. Orada uyandım. Böylece Risale-i Nurları tanımış oldum.

Risale-i nurları kendiniz öğrendiniz, peki Nurcuları nasıl tanıdınız?

Bu olayın ardından ertesi gün çalıştığım daireye gittim. Oda da altı bayan iki erkek varız o zaman. -Bazısı tedrici anlar ve yapar, Benimki ani oldu.- Hemen gittim anlatmaya başladım. Tabi bayanlar anladılar ben namazdan, Bediüzzaman'dan ve Risalelerden bahsedince, tereddüt ediyorlar. Bir tane de bayan amir var başımızda. Ölmüşse Allah affetsin. Bu bayanlar yememişler içmemişler hemen gidip o amire hanıma her şeyi anlatmışlar

Bir ara baktım o amir beni çağırdı, “İsmet oğlum, herkes seni bu dairede seviyor. Sen Nurcu damgası yiyeceksin. Bak bu toplumda damga yeme” gibisinden konuştu. Ben tebessüm ettim. Çıkmak istedim. Çıktım odadan. Sonra içime doğdu birden dedim, “Vallahi bu arkadaşlar benim aleyhimde konuşuyor.” Geri döndüm kapıyı açınca baktım herkes o amirin başına toplanmış. Ben girince herkes kendine çeki düzen vermeye başladı. Amir, “Gelin buraya” dedi. Ben onlara kesin tavrımı belirttim. “Kanımın son damlasına kadar, paramın son kuruşuna kadar, hayatımın son dakikasına kadar, hepsi Allah'ın izniyle Risale-i Nurları tanıyacak. Bu davada geçecek benim ömrüm” dedim.

Daha Risale-i Nuru tanıdığınız ilk gününüzde mi bunları söylediniz?

Evet, daha ilk gün oluyor bunlar. Ama demek bu anlattıklarım tesir etmiş ki, ya iki, ya üçüncü gündü demek o beş bayan da karar alıyorlar namaz kılmak için. Hemen bir oda açtım. O bayanlar namaz vakti gelince girip namaz kılıyorlardı, diğer zamanlar kapıyı kilitleyip kapatıyordum. Böyle başladı.

Üçüncü gün başka bayan bir şef geldi. Yukarıda baktım münakaşa sesleri geliyor. Ben sordum kimle münakaşa ediyor. Dediler “yukarı da birisi var, Nurcu muymuş, neymiş onunla tartışıyor...” Böyle deyince hemen gene sordum, “Kimdir bu?” diye. “Yukarıda Muhittin isminde biridir” dediler. O da demek mühendis bir arkadaş. Erzurumlu. Gittim beşinci kata çıktım. Muhittin hangisi diye sordum. Masadaki bir adamı gösterdiler. Gittim tam önünde dikildim. Dedim, “Muhittin siz misiniz?”  “Evet, benim” dedi. Direk sordum, “Nurcu musun?” diye.

O günlerde de zordu tabi dairenin orta yerinde. Sağına soluna bakıp yutkundu önce, hiç unutmam, “Evet, Ben Nurcuyum” diye cevap verdi. Tabi o öyle deyince, ben elimi kaldırıp “Çak şu beşi” dedim. O önce irkildi, şaşırdı. O bayan da ona az önce çok kızmıştı, kadını yukarı çıkarken gördüm böyle kızgınlığından bağırıyordu. Neyse çaktı beşi ve arkadaş olduk. O zaman servis otobüsü vardı. Sonradan kişiye özel araba tahsis edilmeye başladı. Ben dedim ki, “Bundan sonra otobüse binerken beraber bineceğiz, inerken de beraber ineceğiz. Kim Nurculuk yüzünden sana düşmansa, istiyorum bana da düşman ola, kim dostsa, istiyorum bana da dost ola.” Tıpkı Hz. Ömervari...

Muhittin kardeş, “Tamam” dedi. Ben, “Bu dairede başka Nurcu kardeş var mı?” diye sordum. “Fevzi Aras var” deyince birden benim ayağımın bağı çözüldü, sinirim çıktı ta tepeme kadar. Çünkü gece yarılarına kadar onunla daktiloyla beraber yazı yazardık. O dönemde sokaklar karanlıktı. Elektrikler bu kadar yaygın değildi, şehirler ışıl ışıl değildi. Jipimiz vardı devamlı kapıda dururdu. O dediğimiz arkadaş da şofördü. Vardiyalı çalışanları evlerine biz götürürdük. O arabada beklerdi. Ben her arkadaşı evinin kapısına kadar götürürdüm evine giriyordu, ben ondan sonra geri dönüp jipe biniyordum. Beş senedir halimiz bu. “Vay Fevzi Vayyy, demek öyle?”

O gün müydü, ertesi gün müydü? Bekledim Fevzi'yi buldum. Güzel bir fırça çektim ona. “Ya sen ne biçim Nurcusun? Dört beş senedir beraber gidiyoruz, gece bayanları bıraktıktan sonra beni eve götürüyorsun. Ya sen neden demedin Bediüzzaman gibi bir şahıs var, Risale-i Nur gibi bir eser var? Neden beş yıl geçti bir gün bana anlatmadın. Böyle Nurculuk olur mu?” diye hayli yüklenmiştim… Tabi o da üzüldü benim bu sitemlerim karşısında özür diledi. Helalleştik falan.  Ve biz daha sonra beraber derslere gidip gelmeye başladık. Artık heryere beraber gidiyorduk…

Sonra başka arkadaşlar da vardı elhamdülillah. O arkadaşlarımızla çok güzel hizmetlerimiz oldu. Dairede belki 400-500 tane risale, özellikle ilk onlarla başladığım ve çok sevdiğim için Küçük Sözler ve Yirmi Üçüncü Sözü dağıttık. O zaman İttihad gazetesi vardı. Daireden yirmi beş kişiyi gazeteye abone ettik. Odacı, “Bana ver.  Ben dağıtırım” diyordu. Ben ona, “Bu devlet işi değil, hizmet işidir. Bu iş bana ait” diyordum ve herkese götürüp kendim dağıtıyordum. Elhamdülillah o gün bu gündür hizmetlerde koşturmaya çalışıyoruz.

Ama seksenli yıllar benim içimi yakan yıllardır. O yıllarda cemaatte ayrılmalar oldu. Ben taraftar değilim böyle şeylere. Fakat bunlar bu son seneler de kalmadı elhamdülillah benim görüşüme göre. Herkes hizmetini yapıyor. Hatta gönül ister ki, umumi işlerde, toplantılarda, mevlitlerde, bütün cemaatler müşterek olsunlar. Bediüzzaman herkesin Üstadıdır. Risale-i Nur benim davamdır diyenler, Kur’an benim davamdır diyenlerin, hatta diğer tarikattaki kardeşlerimizin dahi buna iştirak etmeleri için istiyorum ki her cemaat, kendisine düşen görevi yerin getirsin. Ortak projeden yanayım. Bu dava hepimizin umumi malıdır.

Van'da her sene yapılan Bediüzzaman Mevlidinden mi bahsediyorsunuz?

Evet, mevlitlerden bahsediyorum. Anma törenlerinden bahsediyorum. Yani ben mevlitte de, camide de, Nurşin Camisinde açılış konuşması yaptım, iki defa ders yaptım. Anma toplantısında da Üstadın biyografisini okudum. Başka yerlerde de konuşmalar yaptım. Ama bu gün müşterek olsa çok iyi olur. Ben isterim ki daha iyi hatip varsa, daha iyi Üstadı Risale-i Nuru anlatan varsa onlar da katılsınlar. Onlar da dâhil olsunlar. Maalesef bunu henüz yakalayabilmiş değiliz. Evet aradaki uyumsuzluklar bitmiş, ama hala bazı kardeşler yanlış anlamaya devam ediyor. Eski alışkanlıklar devam ediyor.

Herkes kendi cemaatinde hizmetine devam etmeli ancak müşterek ve temel meselelerde birleşmeliyiz. Ortak hareket etmeliyiz. Ben bunu söylüyorum. Yoksa başka cemaatten gelsin benim olduğum cemaate katılsın diye bir derdim yok. Bir arzum da yok. Onların da ihtiyacı yok. Allah'a şükür Risale-i Nur ile ilk karşılaştığımızdan itibaren talebe olmaya çalıştık. İlk günkü heyecanım hiç bitmedi, bugüne kadar da beraberim. Onu tanıyınca sanki dünyaya yeniden geliyorsun. Âlemim değişti, dünya değişti, her şey değişti.

Ayda üç defa Milli Piyango çekilişi olurdu hiç unutmuyorum. 9, 19, 29. günleri... Haftada bir de Spor Loto olurdu. Hepsinin hastasıydım. Fakat Risale-i Nur sayesinde hepsini bıraktık Allah'a şükür. Sildi süpürdü. Beni bambaşka bir insan yaptı. Cenab-ı Hakkın inayeti, merhameti imdadıma yetişti bana merhamet etti. Risale-i Nur gibi bir eseri bize de nasip etti. Yoksa kim bilir ne hallerdeydik şimdi?

İntihara giderken, Risale-i Nurlarla kurtuldunuz...

İntihara giderken, dünyayı daha güzel görmeye başladım. Kâinatı bu kadar güzel yaratan Allah, bize de en güzel şeyi nasip etti elhamdülillah...

Bir sendikacı olarak halkın içinde yaşayan bir insansınız. Son dönemlerde gündemde olan açılım hakkında neler düşünüyorsunuz?

Elbette bu açılımı çok faydalı görüyoruz. Siyasi cenahtan da riskli gördüğümüz halde ben çok takdir ediyorum. Yani bu bir risktir, siyasetin, bir partinin buna el atması... Diğer devlet güçlerinin de ne derece destek olduğunu bilmemekle beraber, her halde katkıları vardır diye düşünüyorum. Mutlaka taraftardırlar ki bu böyle gidiyor. Hem faydalı görüyorum, hem de gecikmiş görüyorum aslında.

Başbakanın “Said Nursi'siz Türkiye'nin maneviyatı eksik kalır” demesini nasıl karşıladınız?

Çok sevindim ama bazılarına çok kızdım. Efendim “Niçin Bediüzzaman dememiş, Said Nursi demiş?” Bu beni hem güldürdü, hem sinirlendirdi bir Nur talebesi olarak. “Bediüzzaman Said Nursi” de deseydi gene tenkit edeceklerdi. Edenler de var. Ben karşıyım. Benim hoşuma gitmiyor böyle konuşmalar. Ya Başbakan söyledi ya, gündeme getirdi ya, ister sevsin, ister sevmesin, ister beğensin ister beğenmesin...

Biz demokrat isek, Nazım Hikmetin yanında, Ahmet Kaya'nın yanında da olsa Said Nursi'yi de söylemesinden ben şeref duyarım. Üstadın isminin böyle gündeme gelmesinden, koskoca Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı “Said Nursi'siz bu milletin maneviyatı eksik kalır” demesinden ben memnun oldum. Sevindim. Ben böyle karşılıyorum. “Yok, efendim küçülttü, Bediüzzaman demedi, Said Nursi dedi.” Bunlar bana göre fenafissiyaset olanların işidir. Fenafirresul, fenafilüstad ıstılahı var ya, bunlar da siyasette fani olmuşlar. Başkası benim gibi düşünmeyebilir. Ben böyle değerlendiriyorum. Risale-i Nur dürbünüyle bakmak lazım. Neden düşman olayım ki ben buna? Euzu billahimineşşeytani vessiyaset...

Ehveni şer olarak demokratları destekledik. Şimdi demokratların a'sı, z'si kalmadı. Cenab-ı Hak onlardan alıp başkasına mı verecek?  Veya günün birinde daha çok toparlanılarak, yeniden mi ortaya çıkılacak? Bunu bilmiyoruz. Şu anki durumumuz, asli vazifemiz, işin bir tevafuku, inayeti Rabbani diyelim, Cenab-ı Hak bizi asli vazifemize dönderiyor. “Kur'an’ın bir mucizesi olan Risale-i Nurla meşgul olun. Bu milletin iman hakikatlerine ihtiyacı var. Gidin gösterin, elinizdeki topuzu atın” demiş Üstad. Ama dinlemedik. Yanlış anladık O'nu. Karşıdaki diyecek, “Beni Nurla celbedip, topuzla başıma vurmasın.” Ben de diyorum ki, topuzu atmanın tam zamanıdır. Nurla gidelim yanlarına, kavli leyyinle. Bu milletin temeli İslamdır. Soldaki de yüzde beşi dinsiz olsa dahi, yüz de doksan beşi Kur’an’a müşteridir. Bu noktaları da dikkate almamız lazım.

Bundan sonra Suriye'ye vizesiz girilebilecek. Bu konu hakkında neler söylersiniz?

Ben alkışlıyorum ve diyorum ki, İttihadı İslam’ın kapısından girildi. İttihadı İslam'a doğru gideceğiz. Suriye'yle bir dönüm noktasıdır bu. Hem askeri tatbikatı yapmaması, hem Müslümanların başında bulunan İsrail belasına bu iktidarın dirsek çevirmesini ben alkışlıyorum. Ama yine de devletler menfaatlerine bakarlar. Ekonomik yönden, siyasi yönden ve başka yönlerden Yahudilerle elbette konuşulacak, elbette bazı meselelerde anlaşılacak da, alış veriş de yapılacak, ticaret de yapılacak,  ama şimdi sen kalkıp çoluk çocuğu, bin beş yüz tane Gazzeli'yi öldür. Böyle şey olmaz…

O nedenle bu gelişmeyi alkışlıyorum ve tebrik ediyorum bu günkü iktidarı bu meselelerden dolayı. Daha da gelişme olacak inşallah… Irak'ın Kuzeyiyle güzel diyaloglar kurulması, İranlılarla güzel diyaloglar kurulması... Ben bütün bunları müspet gelişme olarak görüyorum.

Ermenilerle yapılan görüşmeler de var...

Bediüzzaman Hazretleri birçok talebesini Ermenilerle çatışırken şehit vermesine rağmen diyor ki: “Siz Ermenilerle dost olun. Dost olmada sizin faydanız vardır.” Bu sebeple ben Ermenilerle olan görüşmeleri de alkışlıyorum. Çünkü gayri müslim dahi olsa o insanların aç, sefil, zelil, perişan olmasından yana değiliz. Onlar da Allah'ın yarattıklarıdır. Onlar da dinini yaşıyor. Herkesin dini kendisini bağlar. Fakat insan olarak, komşu olarak,  madem bize komşudurlar elbette nereden gelirse gelsin zulme karşıyız. Çünkü zulüm haksızlıktır.

Orada da Türkî Cumhuriyetler var. Müslüman kardeşlerimiz var.  Onlarla da diyalogumuz iyi olsun, petrol anlaşmalarımız olsun, yok Nabucco  projesi, Mavi akım projesi falan filan, yani Türkiye artık enerji köprüsü oluyor Avrupa'ya, dünyaya. Onun için elbette Ermenilerle olan görüşmeler de gecikmiş. Bakın bu da gecikmiş. Onun için iktidarın bu cesaretini de alkışlıyorum ben. Ak Partili değilim. Bunu da söylüyorum. Ne zaman tam manasıyla inandım demokrat olduklarına o zaman onlara da oy veririm. Şart değil Allah ondan alır, buna verir. Şahıslar, isimler önemli değil.  Bu açıdan böyle bakıyorum. İlerideki günlerin de ne getireceğini de bilemiyorum. “Gaybı ancak Allah bilir.” O sebeple komşularımızla olan münasebetlerimizde gayet güzel gelişmeler oluyor.

İşte Bulgaristan, Macaristan... Bulgarlar onca zulüm görmüş. Onlarla güzel diyaloglar kuruldu. Barış temin edildi. Bir güvenceye alındı sınırlarımız. Müslüman kardeşlerimizin de demokrasi ve inanç bakımından birçok eksiklikleri giderilmeye başlandı. Keşke Çeçenistan'da da olsaydı. Keşke Keşmir'e el atabilseydik. Keşke Batı Türkistan'a, Doğu Türkistan'a da el atabilseydik de o katliamlar önlenseydi. Bu güne kadar bizi avutmuşlar. Yani ben bunları konuşmak istemiyorum. Benim meselem Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi, “Biz bir iman cereyanındayız.” Ama bazen de dünyaya bakma vaziyetindeyiz. Hülasa geç kalınmış bunlar. Yani Doğu Türkistan niye dile getirilmiyor? Veya Halepçe... Birkaç gün ah vah edildi ama candan yapılmadı. Burada çoluk çocuk katliamı oldu. Saddam yaptı ama burnundan geldi. Allah ahirette ne verecek onu bilemem. Kanıyla Kur’an’ı yazdı, hâlbuki bid'adır en azından. Milleti kandırmaya gittiler, o zulmü de yaptı. Efendim nükleer bomba kullandı. O da ayrı bir meseledir. Yani komşularla olan meseleleri şahsen ben takdirle karşılıyorum. Seviniyorum. Ancak, tabi bunların tam neticesinin alınması, sağlam temellere oturtulması lazımdır.

Peki bu gelişmeler Güneydoğuyla ilgili de ümit veriyor mu?

Mesleğimiz ve meşrebimiz icabı, Risale-i Nurdan aldığımız derse göre ümitsizlik yok. Ümitvarız ama şartları çok ağır görüyorum. Çünkü herkes aynı görüş ve düşünce de olmayabiliyor. Yıllardan beri yapılan yanlışlıklar birike birike, dağdan inen bir kartopu gibi gelmiş Türkiye'nin önünde dağ gibi yığılmış kalmış. Bütün kurum ve kurallarıyla maalesef bir zorluk önümüzdedir. Bu küstürülen milletler, efendim şehit anaları... Hepimiz ağlıyoruz askerin, polisin ardından. İçimiz sızlıyor. Elbette bu barışın olması en büyük emelimizdir. Zaten Üstad Hazretleri, “Ey Kürt ve Türk!” diye o kadar çok hitap etmiş ki... “Bir olun, birlik olun” diye çok nasihatlerde bulunmuş.

“Kürtler sizin kuvvetinizdir” meselesi var ya, onu da hiç kullanmak istemiyorum. Çünkü onu da çok istismar edenler var. İşlerine öyle geliyor. Onun için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “ırkçılık yapan bizden değildir” demiş. O bunu söyledikten sonra, bunun üzerine söz olur mu?

“Irkçılık yapan bizden değildir.” Bitti. “Efendim benim haklı gerekçelerim var.” Haklı gerekçen olamaz senin. Ama zulme, haksızlığa, demokratik, insan haklarına dayalı, masumların hakkını çiğnemeden elbette hakkını arayabilirsin. Çok şeyler oldu. Bakın 17 bin 500 faili meçhul cinayetler işlendi. Şimdi anlıyoruz. Daha önce yoktu. Ama şimdi bakıyoruz ki işler başka yapılmış. O ona yüklemiş, o ona yüklemiş... Devamlı masum insanlar öldürülmüş. Hepsi masumdur demiyoruz ama ne olursa olsun eğer bir hukuk devletiyse bunlar mahkemeye çıkarılmalıydı. Bunların ifadeleri alınmalıydı. Elbette suçlu ve suçsuz ayırt edilmeli. Yaş ve kuruyu beraber yakmak ne bir dini inanca sığar, ne de insanlığa... Ama ne olursa olsun gelişmeler iyidir diyorum. Ümitsiz de değilim. Fakat yolu biraz zor görüyorum. Sonuçta bir mücadeledir uğraşılacak. Milletin de çoğunluğu bunu istiyor. Bütün taraflar da istiyor… Ben buna inanıyorum.

Kırk sene önce kerametvari bir şekilde Risale-i Nurları tanıyarak hayatınıza çekidüzen verdiğinizi söylüyorsunuz. Peki geçen bu zaman zarfında istenen netice alındı mı? Risale-i Nur hizmetleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Hedefine ulaşıyor mu?

Ben şu anda fecri sadık olarak görüyorum. Bazıları hala falan yıl, filan yıl diyor. Ben öyle görmüyorum. Fecri sadık geliyor. Ne demek fecri sadık? Biz bir zamanlar kahvehanelerde Bediüzzaman derken etrafımıza bakıyorduk ismini söylemek isterken yavaşça ismini dile getiriyorduk. Çünkü bir münafığın, beş para etmez bir insanın gidip, “Bunlar Nurculuk propagandası yapıyor” dedikleri an bizi hemen savcılığa, mahkemeye, karakola götürüyorlardı. Bu Türkiye'de çok oldu. Biz öyle günlerden geliyoruz. O sebeple, ben bu günleri fecri sadık olarak görüyorum. Adım adım gidiyor elhamdülillah. Şartlar zorlayacak. Ne Ahmet'ten, ne Mehmet'ten... Risale-i Nur Kur'an’ın nuru, Kur'an’ın tefsiridir. Ahir zamanda beklenen zattır. Şahsı manevi hükmediyor. Onun için mutlak ve mutlak İslam hakim olacak Allah'ın izniyle. Ama bunu belli bir partiye, belli bir zümreye vermek doğru değil. Cenab-ı Hak da zaten nasip etmiyor ve etmez de. Şartlar öyle oluşacak ki... Bakınız otuz yıldır “Kürt” kelimesi ağza alınamıyordu. Ama şimdi bakın her yerde konuşuluyor. Film de oynatılıyor, tiyatro da oluyor...

Hatta Kürtçe konuşmak moda bile oldu diyebiliriz...

Evet moda oldu. Müzikleriyle beraber. Onun için bu meselede de şartlar öyle bir oluşacak ki Allah'ın izniyle doğru Kur'an’ı, doğru İslamiyeti öğrenmek isteyen insanlar Risale-i Nuru bulacaklar. Zaten Üstad'ın da bir müjdesi, “İsveç, Norveç, Finlandiya, Amerika'nın bazı milletleri ve bahtiyar Almanlar Müslüman olacaklar.” Bu bir müjdedir. Ve tahakkukunu da bekliyoruz. Er ya da geç bunlar olacaktır inşallah.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum