Zulmedenlerin bağışlanmaları hakkında yalvarma!

Zulmedenlerin bağışlanmaları hakkında yalvarma!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hûd Sûresi 32-37. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

32-Dediler ki: “Ey Nûh! Gerçekten bizimle mücâdele ettin, öyle ki bizimle mücâdelede çok ileri gittin; eğer (iddiânda) doğru kimselerden isen, haydi tehdîd etmekte olduğun (azâb)ı bize getir!”

33-(Nûh) dedi ki: “Onu size, eğer dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz bırakıcı kimseler değilsiniz.”

34-“Eğer Allah sizi dalâlete atmayı diliyorsa, (ben) size nasîhat etmek istesem de nasîhatim size fayda vermez. Rabbiniz O’dur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.”

35-(Habîbim, yâ Muhammed!) Yoksa: “Onu (o Kur’ân’ı, kendisi) uydurdu” mu diyorlar?(*) De ki: “Eğer onu uydurduysam, artık günâhım banadır; fakat ben sizin işlemekte olduğunuz günahlardan uzağım!”

36-Nûh’a da şüphesiz şöyle vahyolundu: “Kavminden, gerçekten îmân etmiş olanlardan başka kimse aslâ îmân etmeyecek; öyle ise onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme!”

37-“Bizim nezâretimiz altında ve vahyimiz ile gemiyi yap ve zulmedenler(in bağışlanmaları) hakkında bana (bir şey) söyleme (onlar için yalvarma)! Çünkü onlar (pek yakında) suda boğulmuş (olacak) kimselerdir.”

(*) “Kur’ân’ı, beşer kelâmı (insan sözü) farz etmek: Lâzım gelir ki, âsârıyla (eserleriyle), te’sîrâtıyla (te’sirleriyle), netâiciyle (netîceleriyle) âlem-i insâniyetin bilmüşâhede (herkesin şâhid olmasıyla) en ruhlu ve hayat-feşân (hayat veren), en hakīkatli ve saâdet-resân (saâdet veren), en cem‘iyetli (hakīkatleri zengin) ve mu‘ciz-beyân (ifâdesi mu‘cize) ve âlî (yüksek) meziyetleriyle yaldızlı bu Furkān’ın (hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ın) gizli hakīkati, hâşâ, muâvenetsiz (kimseden yardım almayan), ilimsiz bir tek insanın sahtekâr, âdî (basit) fikrinin tasnîâtı (sun‘î eseri) olsun ve yakında onu temâşâ (seyr) eden ve merak ile dikkat eden büyük zekâlar, ulvî (yüksek) dehâlar ondan hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu‘ (sun‘îlik) eserini görmesin! Dâimâ ciddiyeti, samîmiyeti, ihlâsı bulsun! 
Bu ise, yüz derece muhâl (imkânsız) olmakla berâber, bütün ahvâliyle (hâlleriyle), akvâliyle (sözleriyle), harekâtıyla bütün hayâtında emâneti (güvenilirliği), îmânı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikāmeti (doğruluğu) gösteren ve ders veren ve sıddîkīnleri (dosdoğru evliyâları) yetiştiren, en yüksek, en parlak, en âlî haslet (yüksek ahlâk) telakkī edilen ve kabûl edilen bir Zât’ı (Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı), en emniyetsiz, en îmansız, en ihlâssız, en i‘tikadsız (inançsız) farz etmekle, muzâaf (iki katlı) bir muhâli vâki‘ (imkânsız bir şeyi olur) görmek gibi, şeytanı dahi utandıracak bir hezeyân-ı küfrîdir (küfürden gelen bir saçmalamadır).” (Mektûbât, 26. Mektûb, 113-114)