Zübeyir Gündüzalp Urfa’da

Zübeyir Gündüzalp henüz Üstad’ın hizmetine girmediği bir sırada Abdullah Yeğin ağabey Urfa’dan Emirdağ’a Üstad’ı ziyarete gelir. Üstad kendisine dönerken Islahiye’ye uğrayıp Zübeyir Ağabeyi ziyaret etmesini onun da Urfa’ya geleceğini söyler. Zübeyir Ağabey, Abdullah ağabeyden bunu duyunca emir telakki eder.

Hemen Urfa’ya tayinini çıkarmak için harekete geçer.
Müdüre gider.
“Müdür Bey Urfa’ya tayinimi yapar mısın?”
“İyi de harcırah yok.
“Ben harcırah filan istemiyorum.”
“Öyleyse peki…”

Bunun üzerine tayini Urfa’ya yapılır.

Urfa’ya varır varmaz, Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram ağabeyler ile birlikte  faaliyete başlar. Halkın her kesimi ile irtibat kurarlar. Esnaf, halk, öğrenciler, müdürlerle ayrı ayrı dersler yapmaya başlarlar. Önceleri Halilurrahman dergahında, sonra Kadıoğlu Camii’nin meşrutasında kalırlar. Sabah namazından sonra sıra ile ilkokul talebeleri gelir, onların anlayacağı tarzda ders yaparlar, Kur’an öğretirler.
Sonra sırayla işe giderken memurlar ve halk uğrar, ders dinlerler. Daha sonra da liseliler gelir.
Böylece her gün 70-80 kişi ile ders yaparlar.

Diğer taraftan Üstad’ın çok önem verdiği bir husus olan İslam alemi ile haberleşme ve irtibat kurarlar. Üstad’ın tashihinden geçmiş eserlerin paketleri üzerine “tedkik edilmiştir” damgası vurup İslam aleminin değişik ülkelerine gönderirler.

Bir ara Zübeyir Gündüzalp Urfa’dan Şam’a geçip orada hizmet için bazı temaslarda bulunur.

Bir gün lisede talebeler felsefe hocasının yanlışlarını bulurlar. Hoca, “bunları nereden buluyorsunuz?” deyince talebeler boş bulunup yeri söylerler. Ardından takibat başlar. Bir ikindi sonrasında ders yaptıkları sırada polisler kaldıkları yerin etrafını sarar. İçeri girmeden önce kulaklarını duvara dayayıp dinlerler, içeriden kalabalık bir ses duyunca “Ooo, içerisi dolu, bir olay çıkmasın bunu valiye haber verelim” deyip dönerler. Tekrar gelene kadar ders dağılır. Döndüklerinde ancak iki kişi bulabilirler. Abdullah Yeğin ile Hüsnü Bayram, Zübeyir Gündüzalp’i de postahaneden alırlar.

Emniyette ifadelerini verirken emniyet müdürü polisleri toplayıp konuşmaya başlar. Niyeti nur talebelerini bir güzel haşlayıp, polislerin önünde küçük düşürmektir. Sorar, ”Ne işle meşgulsünüz?” Abdullah Yeğin; “Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde okuyorum” der. Emniyet müdürü işsiz güçsüz sandığı insanların üniversite öğrencisi olduğunu görünce şaşırır. Bu sefer Hüsnü Bayram’a sorar, “Sen ne işle meşgulsün?” Amirin şaşkınlığını fark eden Hüsnü Bayram “Müdür Bey ben şimdi İslamiyet fakültesindeyim. Bunun bitirir bitirmez diğerlerine başlayacağım” der. Müdür birkaç gün sonra onları salıverir.

Bir gün Urfa’daki Nur talebelerine Üstad’dan bir lahika gelir. Yazıda Risale-i Nur’a ilişince belalar ve musibetlerin geleceği yazılıdır. Bu lahikanın başına bir takdim yazısı yazarak vilayet, emniyet ve savcılığa götürürler. İlk olarak valiye giderler, makamında bulunmadığından yazıyı yardımcısına verirler. Dilekçenin altına Nur talebeleri diye yazarlar. Hemen tutuklanırlar. Emniyet müdürü sorguda “Ne demek Nur talebesi?” diye çıkışır. “Bu ünvanı bize halk verdi” derler. “Peki bu Arapça yazı ne? Dilekçede böyle şey olur mu?” Abdullah Yeğin, “Her hayırlı iş Bismillah ile başlar, bu da hayırlı bir iş olduğundan Bismillah yazdık” der. Emniyet müdürü depreme materyalist bir yorum getirmek ister. “Deprem kozmik bir olaydır, Allah ile ne ilgisi var?” Abdullah Yeğin, “Kozmik ne demek? Kosmosu kim yaratmış, kosmoz yani kainat Allah’ın eseri  olur  da onda meydana gelen deprem  başkasının mı olur” diye karşılık verir. Müdür Bediüzzaman’ı eleştirir ağabeyler de “Müdür Bey, Bediüzzaman’dan bu millete zarar gelmez, bizi parça parça etseniz, biz Risale-i Nur’dan ve Bediüzzaman’dan ayrılmayız” derler. Birbirlerini nasıl tanıdıklarını sorusuna hep “mahkeme salonundan” diye cevap verirler. Hakim onları tutuklar Urfa hapishanesine koyar. Bir de işkence yaparlar.

Önce umumi koğuşa koyarlar, mahkumlar adet üzerine hoş geldine gelirler. “Geçmiş olsun beyler” diye söze başlayınca, “Biz üzülmüyoruz. İslam için, iman için buraya girdik, bize  geçmiş olsun demeyin, bizi tebrik edin“ derler. Mahkumlarla dersler yaparlar, yönetim bunu haber alınca onları üçünü bir hücreye koyarlar, oldukça sıkıntı çekerler. Hüsnü Bayram’ı falakaya yatırırlar, onlar vurdukça Hüsnü ağabey, “ Zalimler için yaşasın Cehennem” der. Zübeyir Abi kendisine “dayağına ortağım” der.

Hapiste risale yazarlar, dışarıdan gelen yemekleri yiyince yazı yazamaz uyurlar, bundan sonra dışarıdan gelen yemekleri almazlar. Zübeyir Ağabey günde kırk sayfa yazı yazar. Isparta’ya götürüleceklerdir, elleri kelepçeli Urfa sokaklarında dolaşırlar. Otobüse binince halk onlara tezahürat yapar, onlar da “İslamiyet parlıyor, Risale-i Nur inkişaf edecektir” derler.

Isparta’dan sonra tekrar Urfa’ya dönerler. Bediüzzaman kendisinin de Urfa’ya geleceğini söyleyerek onları gönderir. Şehre vardıklarında kaldıkları yerden hizmete başlarlar.

Üstad Urfa’ya önem vermektedir. Gençliğinde, Eski Said döneminde doğuyu baştan başa dolaşmış, Urfa’ya uğradığında konferanslar vermiş. Üstad o zaman tabancalı, kamalı gezdiği için kimse bir şey demezmiş. Abdullah Yeğin anlatıyor: “Biz Urfa’da öleceğiz, fakat dönmeyeceğiz diye gittik. Urfa’dan çıkarsalar mağaralarda kalacağız, yine geri gitmeyeceğiz. Boynumuzda kefen başımızda beyaz külah. Üstad Urfa’ya gidin ben de geleceğim dedi ya, bu bize yetmişti. Urfa’dan ayrılmak için ne zaman Üstad’a mektup yazsak bize izin vermiyordu.”

Zübeyir Abi Urfa’da kalırken normal memurun üç misli maaş alır elli lirasını harcar, yediyüz lirasını, Üstad’ın yanına gidecek diye biriktirir. Zübeyir Abi Urfa-Islahiye postahanesinde memurken doğulu bir müdür ona Dersim olayının ayrıntısını nakletmiş. Kadın ve çocuklara yapılan eziyetleri, kurşuna dizilip süngüden  geçirilişlerini, sonra nehre atıldıklarını anlatmış. Bir defasında Emirdağ’da Üstad’ı faytonla gezdirirken, olayı tafsilatıyla Üstad’a anlatmış. Üstad bir süre sonra ona “Doğru söyle sen benim kuvve-i maneviyemi kırmak için birileri tarafından casus olarak mı seçildin” der. Üstüne basa basa bunları söyler, o da “estağfurullah” der. Üstad kovmayı düşünür, bir-iki saat sonra “kardeşim ihtar var bilmeden yapmışsın” der.

Zübeyir abi Urfa’ya geldiğinde saçları çok uzundur, boynunu kaplayacak kadardır. Müdür Cenap Bey kestirmek ister çok uzun ısrardan sonra saçlarını keser.

Zübeyir Abi’nin en önemli vasfı Üstada bağlılığıdır. Urfa’da karakola çağırmışlar, Üstad’ın aleyhine konuşarak, peşinden gitmemesi için baskı yapmışlar. Gerekli cevabı verdikten sonra eve dönmüş, eline tesbih almış. “Üstadım Bediüzzaman Said Nursi” diye çekmeye başlamış. Hasırcı diye bir zat bunu görünce “Allah Allah Zübeyir Abi üşütmüş” der. Sonra neden tesbih çektiğini açıklamış. “Üstad hakkında o kadar yanlış şeyler söylediler ki şuur altını boşaltıyorum böyle” der.

Zübeyir Abi insanlarla birebir ilgilenen büyük bir insandır. PTT’den arkadaşı Ali Kaynak’ın oğlu İbrahim ve ilkokul talebelerine haftanın iki günü ders yapar. O çocuk daha sonra siyasala gider, oradan Fransa’ya. Abdülmecit Ağabey’in kızı ile evlenir. Zübeyir Ağabey, Gençlik Rehberi mahkemesinin bahsedildiği gazeteleri lisenin önünde öğrencilere dağıtır.

Urfa’da dershanede iken çoğu gece nöbetçi olur, sabah olunca gölgelikte bir iki saat uyur. Hiç boş durmaz, ya okur ya yazar ya da deshanenin yemek ve temizlik işleri ile uğraşır.

Zübeyir Abi Urfa’dan Antep‘e sürgün edilir. Üstadın vefatından sonra Urfa’dan ayrılır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum