Zevkler ve renkler tartışılmaktan kurtulacak mı?

Türkiye’de klasik bir söylem vardır, “Zevkler ve renkler tartışılamaz.” diye. Oysaki bizim insanımızın tartışmalarının neredeyse tamamına yakını bu “zevk ve renkler” üzerinedir. Zevk ve renklerden kasıt, elbette hobi anlamında değil, insanların şahsi düşünceleri, herhangi bir konu üzerindeki kişisel yorumlarıdır. İnsanlar maalesef, başkasının farklı fikir ve düşüncelerini, devamlı bir tehdit veya yıkıcı unsur olarak gördüklerinden, “farklı renkler” devamlı tahammülsüzlükle karşı karşıya kalmaktadırlar.

Hatırlayacaksınız, bir süre önce RisaleHaber yazarları, demokrasinin İslamiyet’le bağdaşıp bağdaşmadığıyla ilgili farklı fikirler içeren yazılar kaleme almışlardı. Burada farklı bakış açılarıyla yazılan yazılara bazı okuyucular, “Böyle bir fikre nasıl ve ne hakla sahip olduklarıyla” alakalı yorumlar yazdılar. Özellikle, demokrasinin İslam ile uyuştuğunu ve toplum için en iyi yönetim şekli olduğunu düşünen (ki ben de böyle düşünüyorum) yorumcuların anti-demokratik mesajları çok ilginçti. Hem demokrasiyi savunup, hem de yazarlara böyle bir şeyi nasıl yazabileceğini söylemek, hatta kimileri bunun da ötesine geçip yazarları hoşlanmadıkları siyasi oluşumlara benzeterek, yaftalama edebiyatı yapmalarını demokrasinin ve demokratlığın hangi ölçüsü ile değerlendirebiliriz ki? Bu durum aynen, bir insan hakları aktivistinin, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkına karşı olması gibi bir ruh hali olsa gerektir…

Maalesef insanların, belki de farkında olmadan takındıkları bu halet, bizlere çocukluk dönemlerimizden beri aşılanan, “Ülkemizin üç tarafı sular, dört tarafı düşmanlar tarafından çevrilidir” öğretisinden geliyor. Yıllar geçtikçe bu algılama genişliyor ve “iç”selleşip farklı olarak gördüğümüz, ırk, dil, siyasi görüş, dini inanış vs… her farklı renge kadar uzanıyor. Sonunda anlaşılmaz ruh haliyle, insanları illaki kendimiz gibi düşündürme telaş ve amacına sahip oluyor ve içimizde birer minik Ergenekon’un doğmasına sebep oluyoruz.

Her hastalık gibi, bu hastalığın da elbette bir çaresi vardır. Öncelikle farklılıkların birer tehdit olmadığı, tam tersi birer birleştirici unsur olduğunu ve temel/ortak noktalarımızda buluşmamız gerektiği “bakış açısını” insana kazandıran, Bediüzzaman’ın “Bir, bir bine kadar bir…” dediği ifadelerini; en azından bir defaya mahsus “vicdanımızla” okumalıyız. Daha sonra da, Allah’ın bizi neden bu şekilde farklı farklı yarattığını anlayarak içimize sindirmemiz lazım. Bunun için de şu ayet etkili olabilir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır. (Hucurat, 18)”

Zevk ve renklerin birer tartışma/çatışma konusu olmaktan çıktığı, insanların farklılıklarıyla bir arada yaşamasının hazzını aldığı günlere ulaşmak için; en azından söylemlerimize, yani kullandığımız kelimelere dikkat etmeliyiz ki, bu hal kaderimiz olmasın…

Son söz, Mahatma Gandhi’den: “Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...”

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum