Zaruri ihtiyaç nedir?

İktisat Risalesi yazıları-7

Nedir insanın olmazsa olmazı? O olmadan yaşayamaz mı?

İhtiyaç, medeniyetin üstadı ve insanı harekete geçiren müşevvik olması bakımından son derece önemli bir kavramdır. İhtiyacın şiddetlenmiş hali iştiyaktır, yani; bir şeye çok fazla ihtiyaç hissederseniz o şeye müştak olursunuz, ister istemez peşinden gidersiniz. Hatta ihtiyarınız ve aklınızın hilafına da olsa o iştiyak ile adeta kapılır gidersiniz. İştiyakın da şiddetlenmişi muhabbettir ve ondan ötesi aşk ve nihayet incizab gelir. Mesela; hak ve hakikate aç birinin Risale-i Nur ile tanıştığında şiddetli bir cezbeye tutulup cazibesine kapılması buna misal olabilir. Sadece hakikate ihtiyacı var ise o nisbette tutunur ve istifade eder. Hakikate aşık ise o derecede yapışır. Hakikatin muhibbi ise o nisbette. Eğer hakikate olan ihtiyacı incizab derecesine çıkmış ise, çok yüksekten akan bir şelale misali Risalelere müncelib olur gider. Yani adeta akar Risalelere. Ne bir tereddüt ne bir sorgulama ihtiyacı vardır. Zira hakikatin cezbesini bilmektedir. Karşısına mahza hak ve hakikat çıkınca elmastan anlayan bir cevherfüruş gibi hemen alır, koynunda saklar.

Bu asrın insanını fevkalade başarılı tanımlayan Risale-i Nur, insanın dört zarurî ihtiyacı olduğunu diyor. Bunlar; yeme-içme, barınma ve evlenme.

Maddi ihtiyaçlarımız gayet azdır ve basittir. Öyle karşılamak için ömür tüketmeye de gerek yoktur. Hatta daha da ötesinde bir hakikat vardır ki o da budur: yaratanımız, yaşatanımız ve sahibimiz olan Allah, ölmeyecek kadar rızkımıza kefil olmuştur. Yani Cenab-ı Hak bize diyor ki “Ey kulum! Ben seni nasıl ademden vücuda çıkarttımsa ve vücuduna lazım olan her cihazatı ve onların rızıklarını verdimse ve veriyorsam işte aynen öyle de senin ölmeyecek kadar rızkına kefilim. Zaruri rızkın yani; ölmeyecek kadar rızkın benim garantim ve güvencem altındadır.” Ciğerimizi veren Allah nefesi de veriyor, gözümüzü veren Allah, görmeyi ve görülmeye değer olanları da veriyor; kulağı veren Allah, işitmeyi ve işitilecekleri de veriyor. Mideyi de veren Allah midenin rızkını da veriyor ve vereceğini de garanti ediyor.

Bununla beraber her insana bir de ebedî saadet veriyor fakat kaybetmez ise. Maddi rızkımıza kefil olan Allah, Cennet’inizi de her halükarda vereceğim, garantim altındadır demiyor. Bazı şartları yerine getirin, emirlerime uyun ki Cennet’ime sizi alayım diyor. Yani dünya hayatımıza kefil fakat Cennetimize kefil değil. Ancak bazı şartlar ile o olabilir. Yine de yaptıklarımızın karşılığı değil Allah’ın fazlından olarak Cennet’e gitmek var. Zira sermayesi yalnız acz, fakr, naks olan insan bu sermaye ile ve belini büken günahları ile hangi şeyin mübayaasına gidebilir? Günahı mukabilinde ve hiçliği mesabesinde ne kazanabilir? Vücuda ve hayra dair olan neyi sahiplenebilir?

Hal böyle iken; Allah’ın kefil olup garantilediğinden aşırı endişe duyarak çalışmak ve bize “kazanmak için çalışın” dediğine de önem vermemek ya da ikinci üçüncü plana atmak akıllıyım diyen insana yakışır mı? Ahiret odaklı yaşayan ve ibadetlerini yerine getiren insanın mübah olan dünyevi amellerini dahi ibadet olarak kabul ediyor Rabbimiz. Elbette güzel bir niyet ile. Yani; o yapıp ettiklerimizde de kendi rızasını esas tutarak ve “devletin angaryasını çeken bir asker” şuurunda olarak.

Maddi ve dünya hayatının devamı için ihtiyaç duyduklarımız az ve basit iken manevi ihtiyaçlarımız ise hiç de az değildir. Pek çok düşünür ve bilim ve ilim adamı insanın ihtiyaçlarına dair tablolar ve listeler yapmışlardır. Bunu onlara havale edelim biz biraz manevi ihtiyaçlarımıza bakalım. Zira maddi ihtiyaçlarını günümüzde hemen her birey pek güzel fark etmiş ve karşılamak için de ne gerekirse yapıyor. Hatta hiç ihtiyaç olmayanları da çok külfetlerle ve yüksek maddi ve manevi faturalar ödeyerek karşılamayı tercih ediyor. Dindar insanlar için de bu böyledir. Dünyanın debdebesine kapılmayan pek az bahtiyarlar vardır. Bunlara katılmak için biz de etrafa değil de kendimize bakıp gerçek ihtiyaçlarımızı fark ederek bize yapılan dayatmalar ile tükettiklerimizden vaz geçebiliriz ve böylelikle rahat ederiz.    

Manevi ihtiyaçlarımıza gelince; bunlar pek çoktur ve çoğu da ebede, ahirete uzanmıştır. Bu dünyada doyuma ulaşmaları mümkün değildir. Bir de bu dünyada iken karşılamamız gereken manevi ihtiyaçlarımız vardır. Bunlara bir nebze olsun bakmaya çalışalım:

  1. Özgürlük.

Bediüzzaman, ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam demekle bunun ne denli olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğuna vurgu yapmıştır. Cumhuriyetin kurulmasından bu yana bu ülkenin Müslümanları özgürlüğü pek tadamadılar içtimai hayatta. Kıyafetlerine, harflerine, mukaddes bildikleri bütün değerlerine saldırıldı, Ayasofya’ları ellerinden alındı ve daha neler neler.  Haydi bunlar dışarıdan özgürlüğümüzün kısıtlanması idi. Peki ya iç hürriyetimiz? Modernizmin azdırdığı nefislerimizden ne kadar yakamızı kurtarabildik? Bize dayatılan “hazlarının izini sür, nefsin ne isterse yap” telkinlerine ne kadar kapatabildik kendimizi? Nefsin tutsağı olan bizler hür vicdan, hür akıl, hür kalbe ulaşabilir miydik? Bir de bizden gibi görünen müstebidler vardı. Bunlar bize “ben bilirim, siz ise cahilsiniz bana tabi olarak dininizi yaşayabilirsiniz yoksa yok” dediler. Oysa Üstadımız diyor: “kendini büyük bilen büyük değildir, siz de büyük tanımayın”. İstibdadın her çeşidine, ilmî istibdat dahil, karşı çıktı. “ben de sizin bir ders arkadaşınızım” dedi. “Said de sizin gibi Risale-i Nur’un talebesidir” dedi.  Şeriat dairesine, meşru hareketinde her kesin tam bir serbestlik içinde bulunması gereğini vurguladı. İnsanın hür olmasının şartı sadece başkalarına zarar vermemek olamayacağını, kendisine de zarar vermemek ile hür olabileceğini dedi. O’nun tarifine göre, kalb, ruh, akıl gibi yüksek değerlerini nefsine feda etmekle kendine büyük zarar veren insan asla hür değildi ve olamazdı. Nefsin esiri olmuş ve nefsin yardakçısı olan şeytanın buyruğu altına girmekle onulmaz bir esarette idi böyle bir insan.

Bu hürriyet konusunu bir başka yazıda müstakil işlemek üzere şimdilik detaya girmeyelim. Fakat bilelim ki bu bizim en büyük yaralarımızdandır hatta kangrene dönmek üzeredir. Acil müdahale etmez isek çok ama çok lüzumlu bir azamızı kesip atmak kadar vücudumuza zarar verecek bir hale girebiliriz.  Kişisel takıntılarımız, ön yargılarımız ve İslam’ın özüne uymayan kalıplarımız da iç hürriyetimizin kezzabı olduğu açıktır.

  1. İhlasın sırrını kendimizde yerleştirmek. Buna, muhtaç olduğunuzu da İhlas Risalesinden ders alıyoruz. Bu olmadan yapıp ettiklerimiz zahiren hayır da görünseler bir çeşit esaret hatta gizli şirk olabilir.
  2. Mesailerimizin tanzimi ve aramızdaki emniyeti tesise muhtacız. Bu ihtiyaç da dinimizin kutsî emirlerine uymak ve takva ve salabet-i diniye iledir.  (On Yedinci Lem’a Yedinci Nota)
  3. Tecdid-i iman. Her anımız bir ferd-i ahar olarak yani; ayrı bir fert olarak ahiret alemlerine gittiğinden her an imanımızı yenilemeye muhtacız.
  4. Sünnet-i Seniyye’ye uymakla hadiselerin dağdağasından ve tereddüt karanlıklarından ve kararsızlıklarımızdan kurtulmaya muhtacız. Bizi hayra sevk edecek bir rehbere olan ihtiyacımızı böylelikle karşılayabiliriz. Üstadımız ve Risaleler de bizi Resulullah’a tabi olmaya sevk ve teşvik etmekte ve O’na götürmektedir. Risalelerde konuşan yalnız hakikat olduğundan Risalenin düsturlarına tabi olmak Allah ve Resulüne itaat manasını taşımaktadır. Risaleler Kur’an ve Sünnet önünde kalın bir perde değil, şeffaf bir ayinedir. Ona tabi olan Allah ve Rasulüne tabi olmuştur. Zira Kur’an-ı Hakîm’in mucizevi bir leması ve serapa Sünnet-i Seniyyedir Risaleler.  
  5. Hadsiz ihtiyaç içinde olduğumuzu bilmeye muhtacız. Bunu bilmeyip kendimizi ihtiyaçsız zannetmek ve her an Kadir-i Rahîm’in dergahına ilticaa şevk duymamak azdırır insanı.
  6. İman ve Kur’an hakikatlerini ders veren Risale- i Nurları daima okumaya, anlamaya ve yaşamaya muhtacız.  
  7. Esma-ül Hüsna’nın bütün nurlarına muhtacız
  8. Her an havaya, midenin harareti vaktinde suya, her gün gıdaya, haftada bir ziyaya, her anda Allah kelimesine, her vakit besmeleye, her saatte la ilahe illallah’a ihtiyacımız var. Farkında olsak olmasak, nefes almak ile her an “hu” diyoruz. Onsuz yaşayamayız.
  9. Aklımız marifetulaha, kalbimiz muhabbetullaha, ruhumuz lezzete (Allah ile olan irtibattan gelen bir lezzet. Yani; tüm lezzetlerin kaynağı olan ile intisabını bilmek, derk etmek, zevk etmek) muhtaç. Bütün azalarımız da Allah’ın kendileri için tayin ve taktir ettiği hususi ibadetlerini yapmaya muhtaçlar.
  10. Nasihat. Mü’minlerin hususiyetlerinden biri, sözleri dinleyip en güzeline tabi olmalarıdır. İşlerimizin istişare ile olması da Allah’ın emridir. Burnunun dikine gitmemek ve akla kapı açan istişareler en mühim bir ihtiyacımızdır. Velev ki biz farkında olmasak da. Farkında olmamakla yeni açılımlardan, müsbet değişimlerden mahrum kalıp eski hale devam ederek bir durağanlık ve ataletin pençesinde şevkimizi ve zevkli faaliyetleri ötelemiş oluruz.
  11. Müsbet tenkitler. Yapıcı eleştiriler. Şevkimizi kıran yeise ve atalete atan olumsuz eleştirilere ve garazkar eleştirilere değil, müspete yönlendiren yapıcı eleştirilere her zaman ihtiyacımız vardır.
  12. Risale-i Nur’un hizmetinde bulunmak. “Risale-i Nur’un şakirtleri, Risale-i Nur hizmetini her belaya her derde bir çare, bir ilaç bulmuşlar.” (Kastamonu Lahikası s.235 Envar N.)
  13. Adalet. Her birimiz hem adil davranılmaya hem de adil olmaya muhtacız. Ancak böylelikle zulme uğramak ve zulüm etmekten kurtulabiliriz. Adalet de şeriatın emirlerine uymak iledir. Hissiyata esir olmamak ve hikmeti takip etmekledir. Hikmet de çok muhtaç olduklarımızdandır. Kalb ile aklın imtizacı ile hikmete ulaşılabilir. Uygulamaya koymadığımız her doğru bilgi hikmetten ırak eder bizi.

Eğer maddi ihtiyaçlarımız odaklı bir yaşam sürüyorsak madiyyunlara benzemiş  olmaz mıyız? Bu manevi ihtiyaçlarımızı ne kadar hissediyor ve ne kadar karşılıyoruz? Öyle ise haydi kendimiz için bir “hakiki ihtiyaçlarım” listesi yapalım ve reklamlara, dizilere, mimsiz medeniyetin bilinç altımıza işlemiş telkinlerine inat sadece kendi fıtratımıza bakıp gerçek ihtiyaçlarımızı tesbit edelim. Bir sonraki adım bunları şeriat deiresinde hem kendimize hem çevremize menfaatli bir tarzda nasıl karşılayabileceğimizi araştırmak olacaktır. Elbette bunu yaparken alışkanlıklarımız ve yanlış kalıplarımızdan da kurtulmanın duasını etmiş olacağız. Hem de İslamı’ın hâkim olduğu bir topluma olan ihtiyacımız şiddetlenecek. İttihad-ı İslam’a hizmet etmeyi, bir fıtrat vazifesi olarak, bir farz olarak kabul etmekten başka çaremiz kalmadığının idrakine varacağız. Sebeb-i saadetimiz ve hayatımızın neticesi olacak kalitede ve uğruna her şeyimizi feda edebileceğimiz bir derdimiz bir davamız olacak ki bunsuz yaşamak çok ağır ve elimdir insana. İnsanın rahatı zahmette, ferahı çalışmak ve mücadele etmektedir.

Bu açıdan bakıldığında hastalık ve musibetler de en büyük şifa kaynağıdır bizim için. Alışkanlıklar ve şiddetle takip ettiğimiz lezzetlere olan ilgimiz ve bağlılığımız hastalık ve musibetler ile kopma derecesine geldiğinde saf ve yalın yüzümüzle yüzleşebiliriz. Gerçek benliğimizi keşfedebiliriz. Aciz ve fakirliğimizi kabul edip Kadir-i Rahîm’in, Cevvad-ı Mutlak’ın dergahında tam bir yöneliş ile yönelip dua edebiliriz. İhtiyaç lisanı ile yapılan dualar ise kabule karindir. Hele ki Fatır-ı Hakîm’in bizim için taktir ettiği fıtrata uygun dua ve taleplerimiz ile İlahî dergaha gidebilirsek reddolunmayan İsm-i Azam ile dua etmenin sırrını da yakalayabiliriz.

Çok mühim bir mesele de budur ki; bütün ihtiyaçlarımızı der top etsek bir tek ihtiyaca inkılab eder o  da Allah’a olan ihtiyacımızdır. Zira her şey O’nun Rahmet hazinesinden bize gönderilmekte, her bela ve musibet O’nun emri ile gelip gitmekte, korktuğumuz ve muhabbet ettiğimiz her şey de O’nun musahhar memuru olarak yaratılmaktadır. Allah’ı bulan hiçbir şeyi kaybetme endişesine kapılmaz. Allah’ı bulamayanın ise hiçbir ümit kapısı kalmamıştır.

Bediüzzaman, Risalelere olan ihtiyacı da böyle tarif ediyor: “Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur'a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslamiyeye hıyanet ola.
Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lazım ve zarurîdir.
Birincisi: merhamet.
İkincisi: hürmet.
Üçüncüsü: emniyet.
Dördüncüsü: haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.
Beşincisi: serseriliği bırakıp itaat etmelidir.
İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nur'a ilişenler kat'iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.”

Bu günümüze dair gayet net bir tarifi de böyledir: “Medeniyet-i Garbiye-i hâzıra, semâvî dinleri tam, dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyâcâtı ziyâdeleştirmiş; iktisat ve kanaat esâsını bozup israf ve hırs ve tama'ı ziyâdeştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesâit-i sefâhete teşvik etmekle; o bîçâre beşeri tam tembelliğe atmış. Sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesâta, sefâhete sevk edip ömrünü fâidesiz zâyi ediyor. Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Sû-i istimâl ve isrâfat ile yüz nevi hastalığın sirâyetine, intişârına vesîle olmuş. Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefâhet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılması ile intibâha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idâm-ı ebedî sûretinde gösterip, her vakit beşeri tehdit ediyor. Bir nevi Cehennem azâbı veriyor.” (Hutbe-i Şamiye, İkinci zeylin İkinci Kısmı )

Şimdi bize düşen bir durum tesbitidir. İhtiyaçlarımız nelerdir ve bunları nasıl karşılayacağız. Bu konuda kimler ile hangi konuları istişare edeceğiz. Kendi ihtiyaçlarımızı, İslam Aleminin ihtiyaçları ile nasıl mezcedeceğiz ki nurani bağlar ile bağlı olduğumuz mü’min kardeşlerimizle beraber topyekun bir kalkınma ve İslam Medeniyetinin tesisi ile bütün mü’minlerle beraber ihtiyaçlarımız karşılanmış olsun. Zira İslam Alemi’nin perişaniyeti içinde kendimize ait hususî bir saadet arzuladığımız saadet değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum