Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Yeni bir bilim anlayışı inşa etme ihtiyacı üzerine notlar

Yeni bir bilim anlayışı inşa etme ihtiyacı üzerine notlar

Son yıllarda “Tevhidî mesaj verme” gayesiyle yazılan fennî nitelikli makalelerin önemli bir kısmı ciddi yapısal problemlerle alûdedir. Şöyle ki; söz konusu makalelerde, yaşadığımız dünyada veya kâinatta vuku bulan hadiselerden ya da mevcudatın serencamından tevhide dair ilmi deliller devşirilmeye çalışılırken, metnin önemli bir kısmında fennî hadiseler materyalist ve mekanist bir yaklaşımla ele alınmakta, devamında ise tevhidî bir mesaj verilmeye çalışılmaktadır. “Bunun neresinde yanlışlık var?” diye sorulabilir.

Müspet ilimler dediğimiz fen ilimlerinin batıdaki gelişimi 18. ve 19. yüzyıllarda büyük bir ivme kazanmıştır. Bu yüzyıllar “Pozitivizm” ve “Materyalizm”in başta Avrupa olmak üzere medeni dünyaya egemen olduğu, “din” mefhumunun sosyal hayattan ve fenni ilimlerden “kovulduğu”, daha ötesi, “din”den boşalan yerin “pozitivist bilim” ile doldurulduğu, “peygamberler”in yerini “bilim insanları”nın aldığı yüzyıllardır.

Katı bir determinist yaklaşımla, yaşadığımız dünyadaki her hadiseye mutlak surette “metafizikten arınmış” bir “esbabperestlik” ve “tabiatperestlik” gözlükleriyle bakan “pozitivist bilim” Bediüzzaman’ın dikkate şayan tespitleriyle; Hâlık’ı işe katmamakta, kâinatın ahvalinden bizatihi bahsetmektedir ve gıll-u gışla dolu, dalalet bataklığının bulanıklığıyla müteaffindir ve bu haliyle safi dimağlara ulaştırıldığı takdirde aks-ül amel yapmaktadır .(1)

Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle ; “… felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze edi[p]; bir derece onları kabul edi[p], bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete suretinde lâ-yetezelzel teslim ed[erek]” (2)yazılan eserlerle İslâmiyet’in hakikî kıymeti gösterilemez. Zira bu tarzı benimseyen ilim adamları “… âdeta kökleri[ni] çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyet’i aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar. [Oysa] bu tarzda galebe az[dır] ve İslâmiyet’in kıymetini bir derece tenzil etmek[tir].”

Aklı vahyin nuru ile nurlanmış bir âlim, ihtisas alanı ile ilgili irşadî nitelikteki eserlerinde Kur’anî bir tarz takip etmek mecburiyetindedir. Zira Kur’an, her şeyde olduğu gibi üslupta da rehberimizdir. Kur’an kâinattan zat, sıfat ve esma-i İlahiyeyi bildirmek için bahseder, yani kâinat kitabının manalarını Hâlık-ı Kainat’ı tanıttırmak için nazarımıza sunar, mevcudata kendileri için değil, belki mucitleri için bakar ve Kur’anca en mühim husus, kâinatın Hâlık’a nâzır olan halleridir . (3)

Yoksa muvahhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemal-i ilmî verm[eyen] ve fikirleri kabulden imtina ettiren  (4) fenni teferruata dalmak maksadı geri bırakır. Dahası, bu teferruat dipsiz denize benzer, sahili yoktur, içine dalındığında boğulma tehlikesi vardır .(5)
 
Şuurlu bir bilim insanının temel misyonu ;(6) kâinat sayfalarında yazılan İlahi sanatın nakışlarını, sonsuz kudretin hilkat mu’cizelerini ve akıl sahiplerini hayrette bırakan kâinattaki nizam ve intizamı “mana-yı harfi” veçhesiyle muhtaç akıllara ve gönüllere müdellel surette sunmaktır. Hutbe-i Şâmiye’deki ilginç teşbihte belirtildiği gibi; “Âlim-i mürşit, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay (hazmedilmemiş gıda, kusmuk) verir”.(7)

Fenni ilimlerde mütehassıs bir bilim insanı hazmetmediği, yani, esbapperest, tabiatperest, tesadüf oyuncağı ve dalaletle alûde batı kaynaklı fenni malumatı olduğu gibi aktarmamalı; Kur’an ve Hadis süzgeçlerinden geçirdikten sonra zahir, basit, muhtasar ve mücmel biçimde muhtaç okuyuculara sunmalıdır. (8)

Hülasa, “sersem ve geveze felsefenin”  rahle-i tedrisinden geçerek “ruhları serserileşmiş, akılları geveze olmuş ve kalpleri manen ölmüş” nesillerin yetişmesini istemiyorsak topyekûn “yeni bir bilim anlayışı inşa etme” seferberliği başlatmalı ve fennî malûmatı tevhit eksenli biçimde-okuyucunun zihnini ve nazarını daima eserden müessire, esbap ve tabiattan yaratıcıya yönlendirerek- muhtaç gönüllere ulaştırmalıyız.  (9)

Bu hem insani, hem İslami, hem de vicdani bir mes’uliyettir ve bu mes’uliyet, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, şuurlu bilim insanlarının himmetlerinin omzuna yüklenmiştir .(10)

DİPNOTLAR:
1-Mesnevi-i Nuriye, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 233; Hutbe-i Şamiye, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 92.
2-Mektubat, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 441-442.
3-Sözler, İstanbul: Envar Neşriyat, s.  243; Mesnevi-i Nuriye, s. 233.
4-Sözler, s. 244; Mesnevi-i Nuriye, s. 233.
5-Mesnevi-i Nuriye, s. 147.
6-İşarat-ül İ’caz, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 118.
7-Hutbe-i Şamiye, s. 116.
8-Mesnevi-i Nuriye, s. 233; Bu tarz fenni ve ilmi dikkate şayan bir izah için bakınız: Sözler, s. 593’teki Haşiye.
9-Mektubat, s. 206; Kastamonu Lahikası, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 38.
10-Hutbe-i Şamiye, s. 92.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum