Yeis ve rahmet

Yeis, insanı yaşıyorken mevta hükmine getiren, İslam âlemini geri bıraktıran nedenlerden biridir. Her kemalata manidir. Şeytanın en çok istimal ettiği silahlardan biridir. Ve en kötüsü Rahmetine itimadı kesmektir. Sonuna kadar açık olan tövbe kapısını varlığını inkârdır… Günah işleyen insan yeis zindana mahkûm olmamalı, tövbesinin beraatının hak olduğunu bilmelidir…

İnsanda bulunan nefsi emmare her daim kötülüğü emreder ve insan ölünceye kadar iki sesi beraber işitir. ’’Yap’’ ve ‘’yapma’’. Tercihler önüne sunulur, imtihan dünyası bunu gerektirir. İnsan, ise hem hayra kabil hem şerre kabildir. Nefsini şeytanı ve şeytanın arkadaşlarını dinlerse şerre kabil. Vicdanını ve Hak yolunun seslerini dinlerse hayra kabil. Yaşadığı müddetçe imtihanları bitmiyor. Bazen kazanıyor bazen kaybediyor. Ama yüce Rabbimiz sonsuz rahmetiyle bazen kayıp içerisinde kazancı ihsan ediyor. Tövbeyle kulunu affettiği gibi, makamını dahi yükselttirebiliyor. Aczini zaafını daha iyi anlayıp O’nun kapısını çalan boş döner mi? Günah doluda gitse…

Hele bu cazibedar asırda ‘’seve seve’’ ahirete tercih edinilen bir dünya varken. Hazır birazcık lezzet gelecekteki ebedi lezzete müreccahken, hissiyat akıbeti görmüyorsa… Ehli din dahi bu vartadan tamamen kurtulamıyorsa, günahlar cazibedarsa… Günahlar bin taraftan hücum ediyorsa… Günahtaki cazibe insanı kendine çekiyorsa ve zamanla içine girince kendine âşık ettiriyorsa…(Risale-i Nurun sadık sebatkâr talebeleri ancak dayanabilir bu hücumlara. Risale-i Nurdaki mizan ve muvazeneler sayesinde. Çünkü aynı lezzetinde elem gösteriliyor)

Yanlış anlaşılmasın… Günaha girmemek elimizde değil demiyorum. Ama bu asırda şeytanın arkadaşları çok. Ve her an günahlara girebiliyoruz. Demek istediğim, günah işledikten sonra yeise girmememiz lazım. Çünkü yeis, günaha devam ettirmekten başka neye yarar? ’’Ben müflisim bittim, artık benden adam olmaz’’ düşüncesi doğar. Ki bu düşünce insanı kulluktan alıkoyar. Zaten bittim diyen bir insan, yeni sayfa açar mı hayata… Günah işledikten sonra saydığım olumsuzlukları düşünüp, işlediği günahın (Günahı kebire dahi olsa) imansızlıktan gelmediğini bilir.

Bütün günahları işlemiş dahi olsa Tevvab abdini tövbeye çağırıyor. Hangi günah olursa olsun, tövbe edilmişse, tövbe karşılığında affı vaad ediyor. Hatta isimleri bunu gerektiriyor’’ her bir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ, Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını iktiza ettikleri gibi,’’(lem’alar19)…

Evet, o zaman günahtan sonra yeis olmamalı. Sadıku'l-va'di'l-emin vaadinden döner mi? Hâşâ ve kella. Geçmişi geleceğe getirmek mümkün mü? Yapabileceğimiz tek şey; Rabbe özürdür ve bir daha yapmamaya söz vermektir. Zaten günahtan sonra Rabbin istediği de budur. Günah işledikten sonra, tövbeyle rahmetine güvenmek esastır. Ama dikkat tövbeyle. Yoksa Rahmetine itimad edip, günaha devam affa müstahak olmaz. Bu rahmetten ziyade celalini, izzetini hafife almaktır…

Arada çok ince bir çizgi var. Günah işleyen için, tövbe edip rahmete itimad etmek esastır. Yoksa yeise duçar olursak, maazallah rahmetini ittiham etmiş oluruz. Günahın içinde olup tövbe etmeyen için ise, gene bir ittiham var ama celaline izzetine, adaletine…

Ve daha bir günahı işlemeden günahı işlemeyi düşünüp, affına güvenmek ne kadar doğrudur? Günah işleyen için vukuat olmuştur. Maziyi geri döndüremez… Yapabileceği tek şeyi (tövbeyi) ister Rabbi. Ama henüz düşündüğü günahı işlemeyen için ise Rabbin istediği gene tek bir şeydir. Günaha girmemek…

Kimisi tövbeyle rahmet kapısını çalabilecekken çalmıyor. Yeisle…
Kimisi ise, henüz işlemediği günahların hesabını yapıp Rahmetine güveniyor…
İkisi de yanlış…

Rabbim günah işledikten sonra rahmetine güvenip tövbe edenlerden, günaha karşıda azabından korkup geri çekilenlerden eylesin…

 Risale-i Nurdan bir pasajla bitirelim…       

''Cenab-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücuduna ispat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yolu ile ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenab-ı Hak Gafurü'r-Rahimdir, hem Cehennem pek uzaktır" der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlup olur. İşte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elim ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-i meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tevbeye sevk eder. O muvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalalette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Mesela, ayet-i Nurda, seyahat-i hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz. Tafsilini isteyen, Sikke-i Gaybiyenin ahirine baksın.'' (Şualar582)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum